Açık Radyo'da Gürhan Ertür bu hafta boyunca 1999 Marmara ve Düzce depremlerinin ardından gelinen noktayı, yapılması gerekenleri, etkiliklerive eleştirileri uzmanlar, aktivistler ve depremi yaşayanlarla konuşuyor. Her sabah 09.00-10.30 arasında 94.9 frekansında dinlenebilecek yayına katılan konuklarla yapılan görüşmelerin çözümlerini aktarıyoruz.
10 Ağustos'ta başlayan programın ilk konuklarından biri Prof. Dr. Okan Tüysüz'dü. Tüysüz, son Biga depreminden yola çıkarak Marmara'da yapılan bilimsel çalışmaların boyutunu ele aldı fakat bu kapsamlı çalışmaların pratik hayata yansımadığını belirtti.
İlk olarak hafta sonu gerçekleşen Biga depremi hakkında bilgi almak istiyoruz. Ardından 10. yıldönümüyle ilgili neler söylemek istersiniz? Yer bilimleri konusunda neler oldu? Planlanıp da yapılamayanlar var mı? Bundan sonra daha neler yapılması gerekiyor? Bir de özellikle İstanbul riskiyle ilgili neleri eksik bıraktık?
Biga depremi Marmara'nın güneyinde kara Biga Biga ve Erdek üçgeni arasında orta büyüklükte sığ bir deprem. 15 km. derinliğinde. Bu bölge önemli. Güney Marmara bölgesi. Çünkü Kuzey Anadolu fayı Marmara denizine 2 yerden giriyor. Bir tanesi İzmit körfezi içerisinden giriyor 1999 depreminde kırılan bir yerden giriyor. ve son olarak Hersek deltasında görülüyor. O da kesin değil görülüp görülmediği. Ama oradan sonra Marmara denizinin içerisine girip kuzeyden Mürefte'ye kadar devam ediyor.devam ediyor.
Bu kuzey Anadolu'nun en hızlı ve dolayısıyla üzerinde daima büyük depremlerin olduğu ve beklediğimiz kollarından biri. 2. kol ise Pamukova Geyve'den geçiyor. Ve oradan İznik gölünden geçerek Gemlik körfezine geliyor. Gemlik körfezine geldikten sonra güney Marmara kıyılarından devam ederek Erdek civarından tekrar kara içerisine dönüyor. Oradan Edremit körfezine doğru uzanıyor. Şimdi bu son olan deprem bu güney kol üzerinde. Kara Biga, Biga ve Erdek üçgeni arasında bir deprem. Bu yöre depremsellik açısından son derece aktif. Bunun hemen güneyinde de Bursa'dan geçerek, Manyas'tan geçerek Gönen'e gelen ve yine oradan Edremit'e kadar uzanan kuzey Anadolu fayının önemli kollarından bir tanesi. Bunun üzerinde Bursa depremi 1755, bunun kuzeyinde gördüğümüz kesimlerde Biga'da gördüğümüz bir depremimiz var 1980'li yıllarda.
Dolayısıyla çok sayıda fay kolunun olduğu oldukça hareketli bir bölge. Bu son Biga yada Sinekçi depremini de bu kapsam içerisinde değerlendirmek lazım. Geçmişten bu yana deprem üreten aktif bir bölgede oluşan bildiğim kadarıyla hasar yaratmayan ama bu bölgenin depremselliğinin canlı olarak sürdüğünü gösteren bir deprem olarak değerlendirilebilir. Marmara'nın güneyi kadar kuzey kesiminin de önemli bir deprem potansiyeli olduğunu bir kere daha hatırlatmak gerekir.
Depremin 10. yılı ile ilgili ise aslında içimden pek bir şey söylemek gelmiyor. Çünkü çok fazla konuşuldu bu konuda. 10 yıldır konuşuyoruz. Yapılması gereken çok şey var, yapılan çok şey var. Yapılması gerekenlerle yapılanları kıyasladığınız zaman henüz çok fazla adım atamadığımızı görüyoruz. Özellikle kanuni düzenlemeler bazında bakıldığı zaman bu 10 yıl boyunca çok fazla adım atamadığımızı görüyoruz. 3194 sayılı imar kanununda, 7269 sayılı afetler yasasında gerekli temel düzenlemeleri ne yazık ki bu 10 yıl içerisinde yapamadık. Yapı denetim yasasının aksaklıklarını gideremedik. 30 Mayıs'ta çıkan bir yasamız var 5902 sayılı, bu yasada acil durum yönetimi, sivil savunma ve afet işleri genel müdürlüklerinin birleşmesine yönelik bir yasa oldu fakat baktığımız zaman neredeyse boş bir yasa. Burada sadece depremin adı var heyelanın selin kuraklığın bu yasa içerisinde hiçbir yeri yok. Bunların kim sahibi olacak, bunları kim takip edecek o da yok.
Son 10 yılda afetlerden yirmi milyon dolar zarar görmüş bir ülkeyiz bunun içerisinde yılda ortalama bir tane yıkıcı deprem buna karşılık 25 tane de su baskını, 50 tane heyelan oluyor. Bu su baskını ve heyelanları yeni çıkan yasanın içerisinde ne yazık ki bulamıyoruz. Dolayısıyla çok fazla ben adım atabildiğimiz kanaatinde değilim. Bilimsel anlamda neler yaptığımıza gelince, aslında uluslararası camianın ciddi bir katkısı oldu. 17 Ağustos depremi sonrasında dünyanın neredeyse tüm ülkelerinden dünyanın en tanınmış bilim adamları Türkiye'ye geldi. Bu konuda çok fazla çalışma yapıldı. O zamana kadar yeterince bilmediğimiz Marmara denizi bugün insanların avucunun içi gibi bildiği, her noktasından örnekler alınmış, hala üzerinde çalışılan, doktora araştırmaları yapılan, yüzlerce uluslararası yayın yapılan bir bölge haline geldi.
Bölgenin deprem potansiyeli ortaya konuldu. Özellikle 2000 ve 2004 yılında Tom Parsons bu alandaki verileri bilgileri İstanbul'un deprem riskini belirlemeye yönelik çalışmalara dönüştürdü. Gene bunun yanı sıra İstanbul'da bu mikrozonlama çalışması ve Asya yakasının mikrozonlama çalışmaları bu 10 yıl içerisinde gerçekleştirildi. Deprem mastır planı yapıldı. Ve bugün artık nerede ne büyüklükte bir deprem olduğu, bu olasılığın ne kadar olduğu, ne kadar süre içerisinde gerçekleşmesinin beklendiği, olması durumunda nerelerde ne kadar hasar oluşacağı, hasarın ne için oluşacağı gibi çok detaylı bilgiler var elimizde.
Geçenlerde Fransa'dan bir doktora öğrencisi benden bilgi istedi, kendisine bunların listesini gönderdim. Verdiği cevapta "gerçekten çok şaşırdım; Türkiye'de bu kadar bilimsel çalışmanın yapılmış olduğunu hayal bile edememiştim" diyor. Bütün bu bilimsel araştırmalara bakıldığı zaman, elbette ki yapılacak daha çok şey var bilimin sonu yok daha çok çalışmalar yapacağız yapılacak, ama bilim insan hayatı için var. Bilimin ortaya koyduğu sonuçlar insan hayatına yansımadığı müddetçe bunlar aslında tozlu raflarda kalmaya mahkum bilgiler haline geliyorlar. Elbetteki sonraki nesiler bunları kullanıp bilimi daha ileriye götürecekler ama ortaya konulan bulguların, verilerin de bir şekilde insan yaşamına yansıtılması lazım. 10. yılda içimiz biraz buruk bunun nedeni de yapılan araştırmaların, sonuçların uygulamaya dökülememiş olması. Bu sürede İstanbul depreme hazır hale getirilebilinirdi. İstanbul depreme hazır değildir. Okullar henüz onarılmamıştır. Belki yarısı yapılmamıştır. 49 hastanenin ancak 3 tanesi depreme dayanıklı hale getirilmiş. Kamu kurumlarına ait binalar, daha da önemlisi halkın yaşadığı yerlerde depreme hazırlık bağlamında pek bir şeyin yapılmadığını görüyorum ve üzülüyorum.(GE/ET-EÜ)
* Programın çözümünü bianet'ten Eda Tarak gerçekleştirdi.