6 Şubat depremlerinin hepimizde bıraktığı ruh hali çaresizlik galiba… Enkaz başındakiler de çaresiz hissediyor, ekran başındakiler de.
Depreme cezaevinde yakalanan bizler de çaresizlik hissinden payımızı aldık. Tayfun ilk andan itibaren her görüntüden, ekranlardaki her tanıklıktan durum hakkında bilgileri derleyerek analizlerini, önerilerini güncel tuttu ve kamuoyuyla paylaştı.
Normal zamanlarda bile yerinde zor duran Can’ın ise kendi etrafında dönerek hortum yaratıp bütün enkazları kaldıran bir Avengers kahramanına dönüşmesine çok az kaldı.
Bendeniz Hakan, depremin üzerinden bir ay geçtiği bugünlerde Can’a ve Tayfun’a sizler için birkaç soru sordum; cevapları aşağıda;
Hakan Altınay: Depremin üzerinden bir ay geçti. Bu ay içinde çok şey konuşuldu. Konuşulmamış ya da yeterince konuşulmamış neler var?
Tayfun Kahraman: Depreme ilişkin olarak son bir ayda neredeyse kurulmamış cümle kalmadı. Ama bundan sonra ne yapılacak, nasıl önlemler alınarak deprem bu ülkede felaket olmaktan çıkarılacak sorusunun cevabı verilemedi. Belki de konuşulmayan en önemli ve acil konu ise özellikle büyük oranda yıkıma uğrayan Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman’ın nasıl yeniden kurulacağı ve hayatın normalleştirileceği.
İktidar seçime az bir zaman kala kent dışında, konut gelişme alanlarında yeni inşaatlar için temel atma telaşında ama bana kalırsa onlar da bunun nihai bir çözüm olmadığını biliyor ve seçime kadar algı yönetimiyle durumu idare etmek istiyorlar.
Sadece inşaat yaparak, yatakhane kentler inşa ederek bu tarihi kentlerin binlerce yıldır katmanlar halinde oluşmuş yaşam alışkanlıklarını, kültürünü, demografik ve ekonomik yapılarını nasıl tekrar canlandıracağımız sorusu cevapsız kalıyor. Fakat bunu yeterince konuşmadık, yöneticiler de konuşmaktan kaçınıyor.
Can Atalay: Öncelikle afet/deprem sonrasına ilişkin eksiklerin konuşulmasının ötesine geçip, merkezi idare düzeyinde de yerel yönetimler düzeyinde de hem kendi başına hem de bir bütün olarak güçlü bir arama/kurtarma/afet sonrası rejimi nasıl oluşturabiliriz sorusuna somut yanıtlar vermemiz gerekiyor.
Önlemleri belli bir aciliyet sırasına, öncelikler tayin ederek ve hangi önlemin bir diğerinden daha öncelikli olduğunu herkesi ikna eder biçimde açıklayarak belirlemek gerekiyor. Bu kadar büyük bir seferberlikte kaynakların/olanakların hangi önceliklere ayrılacağı somut olmalı ve bunların uygulanabilmesi için toplumsal ikna da zorunlu görülmeli.
Halen mevcut afet riski yönetimi ve kent mevzuatı yama tutar gibi konuşulabiliyor. Çok acil hususlar da kolayca ve hızlıca yapılması gereken değişikler var, bu doğru. Ancak Türkiye düzeyinde, bütünlüklü hem hakları hem sorumlulukları belirleyen bir mevzuatı nasıl oluşturacağımız da daha fazla ertelenemez bir başlık. Benzer yıkımları engelleyecek rantı değil afet/deprem güvenliğini önceleyecek hukuki bir çerçeveye ihtiyacımız var.
Tayfun Kahraman ve eşi Meriç Kahraman.
H. Altınay: Bir yıl sonra neyi başarmış, neyi yapmamış olacağız?
T. Kahraman: Bir yıl içinde böyle bir felaket sonrası görünür bir başarı kaydetmek pek imkan dahilinde değil Zaten bir kez daha aynı acıları yaşamak istemiyorsak bunun çok uzun soluklu bir mücadele olduğu kabul edilerek ona göre uzun vadeli bir planlama yapılmalı. Organizasyonel sorunlarımız bu süre içinde çözülebilir, mevzuat hazırlıkları yapılabilir fakat yapısal problemlerimizin oluşturduğu sorunlar yumağının çözümü için daha uzun bir süreç söz konusudur.
Deprem bölgesinde yaşayan insanlarımız bir süre zarfında prefabrik yapılarda başka yerleşimlerde, ya da geçici barınma alanlarında yaşamak zorunda kalabilirler ancak koşullarını mümkün olduğunca iyileştirebiliriz. Onların koşullarını mümkün olduğunca insani hale getirirken bu süreyi de yapısal sorunları çözmek üzere kullanmalıyız. Ülke genelinde ise büyük ve kapsamlı bir yapı tarama ve önceliklendirme çalışmasına başlayarak ülke genelinde yapı müdahale programını bu sürede büyük oranda tamamlayabiliriz. Ve tabii ki tüm teknik, yer bilimsel ve planlama alanındaki eksiklikleri giderebiliriz.
C. Atalay: 1 yıllık süre içerisinde ancak elverişli, aile yaşamına uygun geçici yerleşimler hedefi gerçekleştirilebilinir. Kalıcı konutlar, kentlerimizin yeniden ayağa kaldırılması ile ilgili kapsamlı etüt, analiz ve sentezlere dayanan planlar ve projeler tamamlanabilir. Öte yandan, az önce işaret ettiğim mevzuata ilişkin tartışmalar, hazırlıklar ilk altı ayda tamamlanmalı.
Mevzuat(lar) da iyi bir çalışma ile anılan süre içinde yürürlüğe sokulabilir. Arkadaşım Tayfun Kahraman döneminde başlatılan ve 6 Şubat’tan bu yana İstanbul Büyükşehir Belediye yetkililerinin sürekli anlattıkları tarama ve bu tarama sonucuna bağlı alınması gereken acil tedbirlerin (örneğin güçlendirme) Türkiye düzeyinde belli bir aşamaya getirilmesi de bu bir yılın önemli bir gündemi olmalıdır.
Ali Hakan Altınay eşi Hande Altınay ve oğulları Ege.
H. Altınay: Dilediğiniz veriye, bilgiye ulaşabilecek olsaydınız, neyi bilmek isterdiniz?
T. Kahraman: Bu soruna geniş bir veri havuzu ve değerlendirmeler ışığında bakmak isterim. Sadece bir veri grubu ya da kısmi bir değerlendirme değil esaslı şekilde hazırlanmış tüm detayları içeren bir mekânsal, teknik, ekonomik ve sosyal değerlendirme raporu görmek isterim. Ancak böyle bir çalışma ile gerçekçi ve rasyonel bir yol haritası hazırlanarak, öncelikler belirlenerek müdahaleye, güçlendirme ve yeniden inşaya başlanabilir.
C. Atalay: Kamucu ve kamusal bir çözüm için elverişli konutlar ve kentler yaratabilmek için ne kadar bütçemiz var? Demokratikleşme yoluna giren bir Türkiye yalnızca bu konuya özgülenmiş ne kadar krediyi hangi koşullarda kullanabilir?
H. Altınay: Sesinizi kime, kimlere ulaştırmak isterdiniz? Kim neyi bilmiyor ama bilmeli?
T. Kahraman: Bizlerin sesini halkın duyduğunda şüphem yok. Şu an uzmanlara ve deneyimlerine esas kulak kabartanlar, deprem gerçeğini bilip maddi imkânsızlıkları nedeniyle kendilerini çaresiz hissedenler. Depremin onların da kapısını çalacağını bilenler, tüm konuşulanları, duyuyor, değerlendirip sonuç çıkarıyorlar.
Fakat ekonomik, yasal, kurumsal ve teknik imkânsızlıklar nedeniyle elleri kolları bağlı. Asıl sesimizi duyması gerekenler karar vericiler, ülkemiz örneğinde ise maalesef tek karar verici kişi. Şu an onlar da bilmiyor değil, kulak kabartmıyor değil. Herkes her şeyi biliyor fakat öncelikleri gelecek kuşaklar değil, gelecek seçim olduğu ve ona da çok kısa bir süre kaldığı, bu kısa sürede kalıcı çözümler üretemeyecekleri için popülist söylem ve politikalara sıkışmış durumdalar.
C. Atalay: Ben sesimizi esas olarak geniş halk kesimlerine işittirebilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Halkımız adına “kentsel dönüşüm” denen meret ile zengin olamayacağını, bu beklentiyi kışkırtanlara kanılmasını sonuçlarının yıkıcılığını bir daha unutmamalı. Mesele üreten bir toplum, refahın artması, adil bir bölüşüm ve tam da burada kent hakkı ve sağlıklı kentler...
Can Atalay, annesi Şükran Atalay ve babası Mustafa Atalay.
H. Altınay: Şu anda kilit altındasınız. Olmasaydınız, son bir aydır ne yapardınız?
T. Kahraman: İlk günden bu yana afet bölgesinde olup orada yaraları saranlara yardım etmeye çalışırken aynı zamanda benzer bir felaketi bekleyen İstanbul’da yapılması gerekenler konusunda başlattığımız çalışmalara hız vermeye, onları kapsamlandırıp, genişletmekle uğraşıyor olurdum. Bu anlamda büyük ihtimalle deprem bölgesinde İBB’nin sorumluluğu altındaki alanlarda yürütülen organizasyonun içinde faal olurdum ve İBB’nin açıklanan deprem seferberlik planının koordinasyonunda yer alırdım.
C. Atalay: 6 Şubat sabahı itibari ile bölgeye gider ve orada elimden ne geliyorsa onu yapmaya çalışırdım. Uzun bir süredir kent hakkı ve doğal varlıkların korunması ile ilgili mesleki faaliyet sürdüren bir hukukçu olarak sözünü ettiğim afet/deprem güvenliğini nasıl sağlanabileceğine ilişkin hukuki yaklaşımın somutlanabilmesi için hem teknik hem hukuki uzmanlardan oluşan bir heyetin teşekkülü ve ihtiyaç duyduğumuz mevzuat önerilerine ilişkin çalışmaların hızlıca somutlanabilmesi için uğraşırdım.
H. Altınay: Cezaevlerinden iyi kitap önerisi gelirmiş. Silivri'de okuduğunuz hangi kitabı tavsiye edersiniz ?
T. Kahraman: Bir değil iki kitap söyleyeceğim. İlki Jose Rodrigues Dos Santos’un İsa’nın Son Sırrı kitabı ikincisi ise Vedat Türkali’nin Güven’i. Dos Santos ile burada aile dostlarımız Salih ve Mine’nin şiddetli tavsiyeleri ve kitaplarını cezaevine göndermesi sayesinde tanıştım. Şu anda gelen tüm avukat arkadaşlara İsa’nın Son Sırrı’nı tavsiye ediyorum. Vedat Türkali’nin Güven’ine daha önce birkaç kez başlayıp bitirme fırsatını hiç yakalayamamıştım, burada o kitabı tamamlama keyfini nihayet tattım.
C. Atalay: On bir aya yakın süre kitap okumak için hiç de az değil. Çok beğendiğim kitap oldu ama geçtiğimiz ay bitirdiğim iki kitabı meraklılarına hararetle öneririm: Niyazi Berkes’in İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz’u ve Gökhan Atılgan’ın Marksizm ile Kemalizm Arasında Geleneksel Aydınlar Yön-Devrim Hareketi.
(HA/RT)