Açık Radyo'da Gürhan Ertür bu hafta boyunca 1999 Marmara ve Düzce depremlerinin ardından gelinen noktayı, yapılması gerekenleri, etkiliklerive eleştirileri uzmanlar, aktivistler ve depremi yaşayanlarla konuşuyor. Her sabah 09.00-10.30 arasında 94.9 frekansında dinlenebilecek yayına katılan konuklarla yapılan görüşmelerin çözümlerini aktarıyoruz.
10 Ağustos'ta başlayan programın ikinci gününde deprem bölgelerinden depremzede temsilcileri programa katıldı. İzmit'ten Nurcan Taşpınar ve Düzce'den Avukat Ayşegül Şenol programa telefonla katıldılar. Yalova'dan Atila Ulaş ve Yüksel Ferah stüdyo konuklarıydı.
Nurcan Taşpınar, İzmit Depremzede Derneği, Yönetici.
Kısaca bilgi verebilir misin bölgeye hala gelip giden yabancı gruplarla ilgili, ne kadar sürdürülebilir projeler içinde olduklarını, neden geliyorlar, neleri merak ediyorlar?
Özellikle deprem bölgesinde merak ettikleri 1999 yılında depremin ardından yaptıklarının etkilerini görmek. İlk yardım konusunda ve burada hayatın yeniden yapılandırılması konusunda çalışmışlardı. 10 yılın ardından deprem bölgesi nasıl toparlanıyor gibi bunların etkilerini görmeye çalışıyorlar. Şu anda burada bulunan Japonların dışında bu bölgede araştırma yapan çok fazla ülke de kalmadı aslında. Japonlar bölgeyi bir laboratuar gibi ele aldılar ve bir çok projeye öncülük ettiler. Bugün de o projelerin ne durumda olduklarını görmek için geliyorlar. Hala yaşanan sıkıntılar varsa onların üzerinden muhtemelen hazırlamayı düşündükleri bir takım çalışmaları var.
Peki Türkiye'den çeşitli ekipler, üniversitelerden öğrenciler gelip hala bir takım çalışmalar yürütüyorlar mı ?
Depremle ilgili Türkiye içerisinde herhangi bir çalışma var mı bilmiyorum en azından bizimle yok. Genelde bölgeye gelen ilk önce bizi buluyor çünkü depremzedeyle birebir iletişim kuran yada hala deprem bölgesinin sorunlarıyla ilgili çalışma yapan biziz. Ama dediğim gibi Türkiye 4-5 yıldır Türkiye'nin bu konuyu çok da ilgisi kalmadı. Bunlar genel olarak bizim gözlemlediklerimiz. Bu konuda bütün üniversitelerin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Aslında Japonlar nasıl deprem bölgesini bir laboratuar gibi kullanabiliyorsa Türkiye de bunu böyle yapabilirdi. Hukukçularımız da kullanabilirdi, zemin etütçüler, jeoloji merkezleri kullanabilirdi yada üniversitelerin psikoloji üzerine eğitim veren birimleri bu bölgede çalışabilirlerdi ama dediğim gibi yetersiziz.
Peki siz 17 Ağustos 1999 depremini takip eden günlerde çeşitli örgütlenmelere girdiniz, depremzede derneklerini kurdunuz, Gölcük'te Yalova'da Sakarya'da, Düzce'de, Avcılar'da...
Evet yedi taneydik ancak zamanla bölgelerin sorunlarının ayrışması, mesela konutlara yerleştirmede kura çekimleri ile ilgili bir sorun Düzce 'de olmayabiliyor. Bu gibi konularda ortaklaşamayınca herkes dönüp kendi bölgesinde çalışmaya başladı. Şu an hala devam eden Düzce Depremzedeler Derneği ve biz varız. Bu biraz kentlerin büyüklüğü ve sorunların çokluğuyla alakalıydı.
Peki bu anlamda mesela gölcükte problem kalmadığını söyleyebilir miyiz?
Yok hayır Gölcük, Düzce, İzmit hatta Yalova deprem kaynaklı konularda hala sorunlar yaşayan ama biraz daha üstünün kapandığı biraz daha unuttuğumuz bir şey olduğu için aslında ve örgütlü bir çabadan uzaklaşıldığını biraz daha gösteriyor. O an hissettiklerimiz biraz daha hafiflemeye başlayınca örgütlenmelere de yansıyor bu. Onu ayakta tutacak çok temel çalışmalar olması lazım. Biz bir kere sivil toplum örgütü olarak çok gelişmiş bir yapımız yok. Depremzedelerin büyük çoğunluğu depreme kadar bir dernekte koşturmuş, örgütlenmeye geçmiş insanlar değildik. Bu da bizim için bir deneyimdi. Süreç şöyle işledi; ilk zamanlar hukuksal problemleri vardı insanların hukuka ihtiyaçları vardı, bir dilekçeye ihtiyaçları vardı mağduriyetlerini tanımlamak ve çözüm üretmek için. Dolayısıyla bunu yapabilecekleri alanları arıyorlardı. Depremzedeler derneği de bu konuda faaliyet gösteren tek kurumdu. Daha sonra kalıcı konutlarla ile ilgili aynı sıkıntılar yaşandı. Yine bir arada olmaya ihtiyaç vardı. Prefabrikçiler, hak sahibi olamayanlar gibi biraz mağduriyet tanımlı birliktelikler yaşadık. Ama tabi 10 yılın sonunda baktığımızda hep böyle miydi örgütlenmemiz? Hayır. Bugün hala 10 yıl önce bir araya geldiğimiz arkadaşlarla çalışmalar sürdürüyoruz. Bu da bizim kazandığımız bir şey sanırım.
Yani İzmit'te hala Depremzede Derneği olarak faaliyet yürütüyorsunuz.
Evet. genel olarak mesela deprem bölgesini tanımayı ve değerlendirmeye kalktığımızda biliyorsunuz afet yasasıyla ilgili sorunlar yaşanmıştı. Örneğin mağduriyet tanımı sadece tapuyla sınırlandırılmıştı. Ancak depremi yaşamış olmanıza rağmen yada zarar görmüş olmanıza rağmen kiracıysanız size bu konuda güvenli ve sağlıklı bir konut alanı üretilmedi. Bizde son 7 yıldır özellikle prefabriklerin kaldırılması sürecinden başlayan bir konut çalışması başlatmıştık kiracı, evsiz depremzedeler diye devletten talep ettik olumlu bir yanıt alınamadı en son toplu konut idaresiyle ortak bir mutabakata vardık ve yine ortak bir proje ile birlikte 700 tane kiracı depremzedeye Kocaeli'nde konut yapılıyor şu anda, temelleri atıldı. Bir arada kalınca en azından mağduriyetin giderilebileceğini, sorunlarımızın aşılabileceğini göstermeye çalışıyoruz.
Şu anda başından beri hak sahibi olanlar ve olmayanlar diye bir ayrıma gidersek hak sahiplerinin mevcut durumu nedir? Kalıcı konutlar bütün hak sahiplerini kapsayacak şekilde inşa edildi ve dağıtıldı mı?
Kalıcı konutlar valiliğe belli süreler içinde müracaat edenlerin sayısı kadar yapıldı. Benim evim yıkıldı dediğinizde su faturası, elektrik faturası gibi belgelerle müracaat ettiniz. Bunun adı kredi oldu bunun adı konut oldu. Ama eğer siz bunu yapamadıysanız konut alamadınız. Bizim bu konuda açtığımız çeşitli davalar vardı. Bunların bir kısmını kazanabildik. Eğer depremde 1. dereceden yakınınızı kaybetmişseniz bölge idare mahkemesi bu ciddi bir sorundur ve insan o anda mülkiyeti düşünemez, müracaat edemez diyerek bazı davalar olumlu sonuçlandı. Bazı davaları da kaybettik. Bu süre içerisinde baş vurmazsan hak sahibi olamazsın dendi. Bu doğru mudur? Değil midir? Mağduriyetimizi tüm Türkiye biliyor ve tüm Türkiye'nin de yaşayabileceği bir mağduriyet. Dolayısıyla insanların bu tür tanımlamalar, kısıtlamalar getirilmeden haklarının devam edebilmesi önemli. Biliyorsunuz 3 aydı ama daha sonra hastanede olmak, yaralı olmak gibi nedenlerle bu süreyi biraz daha uzattılar ama bunları ispatlamanız gerekiyor dediler. Böyle bir mazeretiniz yoksa hak sahibi olamadınız.
Hak sahibi olanların ve olmayanların ayrıcalığını da çok kısaca aktarabilir miyiz?
Bize göre 3 tarafı var bu kısmın, hak sahibi olanlar depremde tapulu bir evi yada işyeri zarar görenler ama eğer valiliğe müracaat etmemişse hak sahibi de değil. Eğer kiracı olarak bir işyeri yada konut kaybetmişse yasanın içinde böyle bir tanım yok. Ama bizce hak sahibi dediğimizde depremden zarar görenlerin tümü buna dahil olabilmeli. Yasal düzen buna göre güncellenebilir. Üniversitelerin hukuk bölümlerinin bölgeyi incelemeli dediğimiz kısımlarda bunlardır. Bu konularda çalışmalar sürebilseydi eğer, yasanın yeniden düzenlenmesi adına belki çeşitli fikirler de geliştirilebilirdi. Aynı zamanda bizim 10 yıldır devam eden sorunlarımız var. Bu tür akademik çalışmalar yapılsaydı belki bugün yada 2 yıl gibi bir sürede hukuksal sorunları aşmış olurduk. Tabi bunun öncesinde çok çeşitli araştırmalar yapılması lazım. Biz deneyimlerimizi aktarmaya hazırız. İnşallah bunları değerlendirenler de çıkar.
İzmit'te ve diğer deprem bölgelerinde ciddi rakamlarda can kaybı oldu. Dullar yetimler çocuklar gençler kadınlar, geride kalanlar oldu. Bunlarla ilgili söyleyecekleriniz, tespitleriniz nelerdir.
Bu konuda genel tanım şöyle mesela eğer eşinizi kaybetmişseniz ve eşinizin bir sosyal güvenlik kurumlarının herhangi birinde kaydı varsa, emeklilik gibi emekli maaşı gibi gelirler alabiliyor insanlar ama bunun dışında devletin onlara sunabildiği bir çözüm yok. Bu da yasa içerisinde bahsettiğimiz boşluk lardan bir tanesidir. Yetim çocuklarımız aynı şekilde çok sahipsizler. Çok basit bir örnek; bizim evsizler çalışmasıyla ilgili geçtiğimiz haftalarda bir çocukla tanıştım. Şu anda 20 yaşında, depremde annesini, babasını, kardeşlerini kaybediyor ve tek başına, 10 yaşında o dönemde, dayınsının yanına yerleştiriliyor. Dayısının da çocukla çok ilgisi yok ve yengesi ilgilenmiş bu zamana kadar. Yengesiyle dayısı da ayrılıyorlar ve dayısı sen başının çaresine bak artık diyor çocuğa. Çocuk bize gelip ben şimdi ne yapacağım diyor. Ailesi kiracıymış çocuğun hak iddia edebileceği bir durum yok. Devlet hiçbir şey veremiyor bu çocuğa. Bunun gibi daha pek çok örnek var. Eşlerini kaybetmiş ve depremde sakat kaldığı için çalışamayan kadınlar var. Bunlara dair bir planlama yapılmış değil ancak bireysel olarak bir yerlere baş vurduklarında bireysel çözümler üretilebiliyor.
Depremle birlikte çevrede ciddi hasarlar oldu. Bir anlamda bir çevre felaketi. Bu açıdan İzmit'in sorunları; hasar tanımı. İlk yapılan hasar tespitleriyle ikinciler arasında ciddi fark var. TMOBB'un hasar tespit tanımında orta hasarlı diye bir bina yok. Bir bina ya az hasarlı yada ağır hasarlıdır. Az hasar sıva çatlaklarıdır mesela ve giderilebilinir. Bir binanın ama bir binanın 16 direği varsa ve sekizi yıkılmışsa bu bina orta hasarlı tanımına girdi. İzmit'te 45.000 orta hasarlı konut var. Bu binaların genel incelemesi yapılarak verildi bu kararlar. Gelen heyetler beton incelemesi yapmadı. Bunların bir kısmı güçlendirme gördü bir kısmı görmedi. Yada yapılan güçlendirmeler ne kadar sağlıklıydı? Bunlar olası bir depremde bizim için beton mezarlar. Bu yüzden biraz daha alternatif yaşam alanları konusunda, yapım aşamasını bildiğimiz yapılanmalar konusunda çalıştık. Bu konuda hükümetler ve toplu konut idaresiyle görüşüyoruz ama ticari amaçla yapıldıkları için bu konutların bedelleri çok yüksek. Bir çok aile hala orta hasarlı konutlarda oturuyor.
Kalıcı konutlar üretilirken eksik kalanlar: İnsanlar yaşadıkları bölgelerden kopartıldılar. İzmit merkezde yaşayan bir aile, Gebze'de bir kalıcı konuta yerleştirildi. Türkiye'deki insanların mahalle kültürünü düşünün. Bu gün hala yerleştirildiği kalıcı konutunda kalmayan insanlar var. İşyerlerine uzak.
Bölgemizde deprem sonrası Irak hükümetinin gönderdiği petrol vardı. Bu petrolün nakde dönüştürülmesiyle bir kaynak elde edilmişti. Bu kaynakla arızlı konutları inşa edildi. 180 konut. Oraya da depremde 1. derecede yakınını kaybetmiş kiracı depremzedeler yada hak sahibi olmayan deprem zedeler yerleştirildi, 5 yıl süreyle. 5 yıl sonra lojman yapacağız deniyordu. Sonra bu süre 5 yıkldaha uzatıldı şimdi bu insanlar yerlerinden çıkartılıyor ve İzmit'teki vali yardımcıları buralara yerleşiyor. Şu anda orada bir mücadele sürüyor.
17 Ağustos'ta gece 2'de derneğimizin önünden başlayarak depremde kaybettiklerimiz için bir anma töreni yapıyoruz. "İzmit uyuma depremi unutma" diyoruz.
Hükümet sivil toplum örgütleriyle daha sıkı iletişim içinde olmalı. Deprem bölgesinde daha dikkatli yaşam alanları oluşturulmalı.
Yalova'dan Atila Ulaş, Afet eğitmeni ve danışmanı. Yüksel Ferah, afetzede ve gönüllü arama kurtarmacı.
Ferah: Yalova konum olarak farklı bir yerde bir yanında İstanbul, bir yanında Bursa bir tarafında İzmit Kocaeli, görsel olarak toparlanma açısından çabuk atlattı.ama bunları insanların yaşadığı travmalar düşünürsek, psikolojilerinden atmaları çok uzun sürdü.
Bu psikolojileri atmaya çalışırken merkezden uzak yapılan yeni deprem konutları da insanları birbirinden uzaklaştırdı. Böyle bir felaketin ardından parçalanmışlık oldu, birlik beraberliğin gerektiği yerde insanlarımız daha da dağıldı.
Bununla beraber peşpeşe gelen işsizlik olsun, farklı yaşam koşulları olsun..Depremde ölenler ön plana çıktı aslında bir yerde diyoruz ki acaba ölenler insanlar kurtuldu mu..Psikolojileri bozulanlar, sakat kalanlar çok fazla.Bu insanlar için çok fazla bir şey yapıldığını ben zannetmiyorum.
Çok özel düzenlemeler gereken, rehabilitasyon gerektiren bir durum bu...
Bunlarla ilgili gelip kişilere danışıldı, ev ev dolaşıldı psikolojik yardım ister misiniz diye.. İstatistiksel bilgiler toplanıldı. Ben inanıyorum ki hiçkimse bu yardımlar karşısında yok ben almak istemiyorum dememiştir fakat hiç bir zaman için bu yardımlar için geriye dönülmemiştir.
Sürdürülebilirliği yoktu yani... Peki, diyelim Yalova'da deprem öncesi iki tane hastane vardı bugün beş tane hastane oldu mu? Sağlık hizmetlerinde bir farklılık yaşayabildiniz mi?
Deprem öncesi bir devlet hastanesi vardı, şimdi özel hastanelerle beraber fazlalaştı fakat özel hastanelerden insanların yararlanması ne kadar sağlıklı bir duruma getirilebilir. Şimdi özel hastanelerden para alınmıyor gibi reklam için şeyler söyleniyor. Ama siz oraya gittiğiniz anda çok farklı şeylerle karşılaşıyorsunuz, müracaat parası veriyorsunuz bunu filmi çıkıyor tahlili çıkıyor yani devlet hastanesinde para vermeden yaptırabileceğiniz birçok şeyi insanlarımız birsürü para ödüyorlar, parasız zannettikleri özel hastanelere.
Yani sağlık hizmetinde henüz bir düzelme yok.
Atila Ulaş daha ilk günden itibaren bölgedeydi, kısaca görüşlerini alabilir miyiz?
Aslında ben ilk gün dağdaydım, 18'i sabahı gelebildim. Ben Yalova'yla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. Yaklaşık 16 yıldır arama kurtarma faaliyetlerinde bulunuyorum. 98 Ceyhan depremi ilk deneyimimizdi. 96'da AKUT'u kurmuştuk. 98'de ben depremden döner dönmez tabi depreme karşı duyarlılığım arttı ve Yalova'da da bağlantılarım vardı, Kamil Abbasoğlu diye bir arkadaşım vardı aynı zamanda vali yardımcısının oğlu..Kendisine Yalova'nın risk altında olduğunu söyledim ve burda bir seminer yapmayı önerdim. Bunu organize edebilir misin dedim 98 yılında, depremden nerdeyse 7-8 ay önce. Tabi yapalım dedi arkadaşım, dedik doldururuz heralde denize nazır bir lokal gibi bir yerde..Sonra aradı beni çok üzücü bir durum ama 5-6 kişiyi geçmiyor katılım dedi. Hatta ben gittim o gün maalesef kimse yoktu..Sonra ne oldu, afetin ikinci günü afet yönetim merkezine gittim ve Kamil'le kapıda göz göze geldik nasıl oldur dedi bana sen tabi biliyordun böyle olacağını dedi. Tabi biliyordum dedim bu zaten hepimizin bilebileceği kadar basit bir bilgi. Ben yalnızca bunu tesadüfen farkettim, gittim bir yerde çalıştım, afetin ne olduğunu farkettim. Benim farkım buydu. Bu olay işin toplumsal boyutunu gösteren önemli bir anıdır. Şimdi ben bunu hala başka yerlerde yaşıyorum.
Hiç ciddi bir afet yaşamamış bir yerde benzer tepkilerle karşılaşıyorsundur. Çok az sayıda insanın duyarlılığıyla karşılaşıyorsundur. Peki bu 10 yılı nasıl değerlendiriyorsun?
Şimdi ben arama kurtarma kökenliyim ama benim verdiğim eğitimler arama kurtarma eğitimleri değil sadece. Zarar azaltmaya yönelik eğitimler var, bu konudaki projelerde de yer aldım. Fakat 10 yıl boyunca genel anlamda Türkiye'de kayda değer bir şey yok. Ben harcanan emekleri, projeleri ve eğitimleri boşa saymıyorum ama kaynaklar yanlış kullanılıyor ve bu konuda yapılan program ve planlar sorunu çözücü nitelikte değiller. Kısaca söyleyeyim, kurtar kurtar nereye kadar. Bu çözüm değil kesinlikle, bu işin sosyolojik boyutu, ülkenin yönetilme biçimiyle ilgili olan kısmı önemli. Ciddi bir arama kurtarma enflasyonu var aslında iyi bir şey bu, ama ben kendimi de içine katarak söylüyorum biz kimlik arayışı yüksek olan bir toplumuz, kendimizi ifade etmeye ihtiyaç duyan bir toplumuz, az gelişmişliğimizle bağlantılı olarak... Ben bunları ayrı düşünmüyorum. Çok çabuk kendimizi ifade etme yöntemlerinden biridir birini kurtarmak. Değerlerin yitirildiği bu dünyada bir insanın bir insana elini uzatması mitselleştirelen ve kutsallaştırılan bir şey. Aslında bu insani bir görevdir, normaldir. Aslında şuan yeteri kadar arama kurtarma ekibi var, insanlar devam da ediyorlar eğitim almaya ama bunun yanında baskı unsuru olma özelliğini gözardı ediyorlar. Devlete karşı, topluma karşı baskı unsuru olma özelliği yok. Depremde binaların yıkılmasını engelleyecek yasaların çıkmasını, doğru bir şekilde uygulanmasını göz önünde bulundurmuyor, baskı unsuru olmuyor.
Madem duyarlıyız o zaman kalıcı çözümlerin bir parçasını olmaya çalışmalıyız. Arama kurtarmada hayat kurtarma oranı da az, aynı zamanda bu enflasyon da ciddi bir kirliliği de getiriyor. Herkes bir proje yapıyor ama sivil toplum örgütleri birbiriyle çalışmaya yakın değil, Devlet sivil toplum ilişkisi kopuk. Bunlar yavaş yavaş aşılabilecek şeyler fakat bedelleri ağır. Brecht yardım etmeyin, yardımı gerektiren durumu ortadan kaldırın diyor.
Güncel bir örnek vereyim; Diyarbakır Çınar'da danışmanlık yaptığım bir projede gittim selin en yoğun olduğu yeri sordum. Gösterilen yerde köprü inşaatına başlanmış. Mardin yolunda menfez yapılmış zamanında ve orda sel 30 yılda bir yaşanan bir şey. Dağdan gelen sular ilçenin en çukur dereyatağını dolduruyor, Bir araba sürüklenip menfezi tıkıyor ve oluşan barajda sular evlerin damına kadar çıkıyor ve bir anne çocukları ölüyor.
Şimdi devlet su işleri yıllar önce yapması gereken kanalı şimdi yapıyor. Karayolları da köprü yapımına başlamış..bunlar karayolları yapılırken hiç düşünülmemiş mi. 30 yılda bir sel yaşanan bir bölgede nasılbunu gözardı edebilirler. Oraya resmen mezar yapıyorsun. Yani kurtar kurtar nereye kadar derken ben işin bu boyutuna işaret etmek istiyorum.
Yüksel Bey'e dönüp birçok acı çekmiş ailelerin hayatlarına nasıl alıştığını sormak istiyorum.
Sorunları muhakkak ki devam ediyor. Ama şunu söylemek gerekir tıbbi bir destek alarak değil de dertlerini dostlarıyla paylaşarak alışmaya çalışıyorlar. Psikolog arkadaşlarla görüştüğümüz zaman atlattık diyorduk fakat bize yaşananların acısı asıl beş on sene sonra çıkacak diyorlardı. Boşanma oranları yükseldi, psikolojik yardım alma oranında artış, o zaman çocuk olan şimdi genç insanların kişilerde iletişim kurma zorlukları var.
Biz kendi aramızda çabuk atlatırız beraberce diyoruz, görsel anlamda belki birçok şey halledildi, evler yapıldı evet ama manevi zararlar hala tedavi edilmiş değil. Son olarak şunu söylemek istiyorum; sürekli bahsedilen Marmara depremi riski var ama biz buna rağmen akıllanmıyoruz. Mevcut ağır orta hasarlı evleri allayıp pullayıp astronomik ücretlerle Yalova dışından gelen insanlara satılıyor.
Yeni bir afete ne kadar hazırız?
Ulaş: Olması gerekenin çok altında bir düzeyde hazırız. Çünkü afetlerde sorunlarla baş edebilmenin yolu devletin kurumlarıyla değil toplumla birlikte çalışmayı gerektiriyor. Eğitimlere gidiyoruz mesela, kopukluk var. şurada: afet kültürü olduğunu ve bu kültüre sahip olmamız gerektiğini bir türlü anlayamadık. Kültür dediğimiz 7'den 70 e herkesin içinde olması gereken bir şey. Çocuklarla ilgili çalışmalar yetersiz. Ailede bunun için yeterli çalışma yok. Evde yangın tüpü yok, ilkyardım seti yok vs. şirketlerin afet denetimi konusunda her şey kağıt üzerinde ve yama yöntemiyle yapılıyor. Mesela büyük bir okulun yatakhanesi yok, binanın çıkış merdiveni binanın içine açılıyor ve yangın tüplerinin olduğu dolaplar kilitli. Gerekçe çocukların kırdığı bozduğu vs.
Afet yönetimi yaşam biçimi haline dönüşmediği sürece başarılı olamaz. Devletin kurduğu afet koordinasyon merkezi deprem durumunda işe yaramaz. Deprem durumunda çökünce insanlar kendi başına çaresine bakmak zorundadır. Ama bakıyoruz halkta bu devletin işi yaklaşımı var. hayır, afet devlet ırk cinsiyetle ilgili değildir. Bir anarşi durumudur. Afetin İlk dakikalarında herkes yalnızdır. Sonra devlet müdahale edebilir.
Ferah: Beşiktaş'a gittiğimde, acil durum yolu olarak ayrılmış yerlerin otoparka çevrildiğini gördüm. Kolluk kuvvetleri denilen bir kurum var, her yerde ceza kesiyor. Bu araçlara neden ceza kesmiyor? Balık hafızamız var, acıyı anlık yaşıyoruz, ama sonra biz olmasak bile başka biri yaşayacak bu acıyı bunu unutuyoruz. Kişilerin yapabileceği çok şey var.
Düzce'den avukat Ayşegül Şenol.
Düzce depreminden sonraki 10 yılı nasıl özetleriz?
Düzce Marmara depreminden etkilenmiş ama 3 ay bile olmadan başka bir depremle sarsılmış bir yer. Düzcenin bir ilçesi gölyaka'dan gelen bir kırık ile düzcenin toprak yapısı, dağların hemen bitiminde bir çukurun içinde oluşmuş bir zemini olduğu için de ciddi etkilendi.
17 Ağustos'a hazırlıksız yakalanmıştık tabi, ciddi toplumsal yara aldık. Can mal kayıpları en önemlisi yaşadığımız şehre olan güvensizliğimiz üzerimizden atabilmiş değiliz. İnsanların barınma ihtiyacının gündeme geldiği dönemde, geçici barınma olanaklarıyla birlikte bir 10 yıl değerlendirmesi yaparsak; imar planı olan bir şehirde yaşıyorsunuz, binaları buna uygun yapmak zorundasınız. Yani zemin özellikleri kullanacağınız malzeme bina plan..tabi biz afet olmadan önce bütün bunların yerine getirildiğini varsayarak yaşıyorduk. Öyle olmadığını gördük. Devlet tarafından yapılan Hasar tespitleri ilk olarak bayındırlık bakanlığı tarafından yapılıyor. Hasar tespitlerinde ciddi güvensizlik olduğunu kasım depreminde çok iyi anladık. Çünkü hasarsız denilen bazı evler hemen çöktü. Niye hasar tespitinden başlıyoruz? Sonradan yapılacak onarımlar, ortadan kaldırılacak binalar, hak sahipliği dediğimiz kavramlarla doğrudan ilgili olduğu için. biz depremzedeler derneği olarak bu sorunu yaşayan insanlarla öncelikle yakınlarını kaybeden ve bedensel olarak olumsuz etkilenen insanlarla birebir yüz yüze geldik. Hepimiz depremzedeydik. Bir araya gelince bu sorunları daha kolay aşabileceğimiz düşündük.
Hasar tespitleriyle ilgili sorunları aşabilmek için insanlar ellerinden geleni yaptıkları halde müracaat konusundaki bilgisizlikleri veya devlet bürokrasisinin işleyişindeki aksaklıklar nedeniyle hala bu bölgedeki insanlar hasar tespitlerinden gelen orta hasarlı bina denen, hala daha onarımı bitirmemiş çok sayıda, şehir merkezinde hasarlı olarak bırakılan birçok bina var. bu bakımdan hasar tespiti ve onarım konusundaki başarı oranı oldukça düşüktür bize göre. Yapılması gerekenler bir müddet bayındırlık bakanlığının ama sonra o şehrin belediyesinin de kendine dert etmesi gereken bir konuydu. Ama nedense sadece bayındırlık bakanlığının işidir belediyeleri ilgilendirmez gibi bir anlayış var. şu an şehrin içinde makyaj diyebileceğimiz, çok basit onarım çalışmalarından sonra bırakılmış binalar var. bu bir sonraki olası deprem için ciddi bir tehdittir.
Yeni yapılan binalarla ilgili bundan daha iyimser olabiliriz. Afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili bir yönetmelik var. daha farklı tedbirler alınmaya başlandı. Örneğin Düzce deprem sonrası yapılan binalarda, önceden hiç perde beton kullanılmazken şimdi perde beton kullanılır oldu. Yapı denetim firmaları kuruldu. Biz prensip olarak yapı denetimin belediyelerin sorumluluğu olduğu fikrindeyiz. Biz bu sorumluluğu açığa çıkarmak için deprem sonrası zarar gören insanlarla hareket edip idare mahkemelerinde tam yargı davaları açılmasına önayak olduk. Özellikle kamu kurumlarının şehirlerin yapılanmasında nasıl bir sorumluluğu olduğunu açığa çıkarabilirsek diye düşündük. Bir anlamda hesap sormaydı bizim için. açtığımız davalarda elde edilen sonuç gerçekten belediye sınırları içindeki planlı alanlarda bir ruhsatlandırma yapmış ise belediyelerin %100 kusurlu olduğuydu. Bu iyi bir sonuçtur. Çünkü belediyelerin bu anlamda sorumluluk almak konusunda hep mazeretleri vardı. Yeterli adamları, araç gereç ve laboratuarları yoktu. Ama artık olmak zorunda. Belediyelerin bunun farkına varması için önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.
Geçici barınma olanaklarında insanların yaşadığı sorunlar saymakla bitmez. ancak şunu belirtmeliyim: Düzce'de hala 150 ye yakın aile prefabrik konutlarda yaşamak zorunda. Bunların çoğu depremden önce kiracı olan sosyoekonomik konumu düşük olan aileler. Bu soruna bir an önce çare bulunması gerekiyor.
Geçici konut alanlarına geçmek te bir planlama işi. Ama bu da ayrı ayrı yürüdü yani şehir planlarıyla kılıcı konutların yapıldığı alanlar arasında bir kopukluk yaşandı. Çünkü depremde kamu kurumları çok zarar gördü. Bunların yeniden inşası, şehir planı içinde nasıl bir yer elde edecekleri konusu, yine kalıcı konutların bulunduğu alanlar- bunu Adapazarı ve düzce yoğun yaşıyor- konusunda sıkıntı yaşadık. Yeni yerleşim alanları seçildi. Bu alanlar ve şehir arasındaki bağlantı yolları hala oturtulabilmiş değil. Bu çok önemli, çünkü insanların hayatlarını yeniden kurmayı imkansız hale getiren bir durum. Bu anlamda, düzce'de valilik 10. yılda yeni binasına taşındı. Yani valilik binasının 10 yılda yapıldığı bir şehirde şehrin geri kalan bölümlerini size çok fazla anlatmama gerek yok diye düşünüyorum.
Kalıcı konutlarla şehrin bağlantı yolu, daha yeni kullanılır bir yol oldu ama birçok eksiği var. 16 kilometrelik bir yoldan bahsediyoruz ve senelerdir bu konuyu konuşuyoruz. Ama bu yolla 4 km.ye düştü yol. Bu bir anlamda gözden uzak tutma, sorunu yok sayma, depremi unutalım sorunlar çözülüyor mantığıdır. Biz bu şehirde yaşayanlar olarak tabi ki sorumluluk almak zorundayız, ama şunu hatırlatmalıyız: kamunun üzerine düşen sorumluluğu hatırlatmaktan vazgeçmemeliyiz. En büyük eksikliğimiz bunu hatırlatmamak bence. Bu bir merkezi planlama işiyse bunu istemek zorundayız. Devletin zaten kendi sorumlulukları konusunda afeti 3. 4. sırada gördüğünü söylemek mümkün.
O anlamda kalıcı konutların yer seçimi ve bununla birlikte gelen diğer planlama sorunları depremin getirdiği o çöküntünün üstüne tuz biber olmuş durumda. Ve biz hala bunları yaşıyoruz. Tahmin ediyorum ki uzun bir zaman daha yaşayacağız. Bu bölgeler ciddi şehirleşmenin olduğu alanlardı. Önemli olan şehirleşmenin üstüne bir şeyi düzelterek yeniden yapmak. O anlamda çok ciddi sosyal destekler gerekiyor. Kaynak kullanmak zorundasınız. Kaynak diyince; deprem sonrası ciddi ekonomik yardım geldi kaynaklar kullanıldı ama kamu yönetimi kullandığı kaynakları nerelere kullandığını açıklama konusunda hiçbir sorumluluk duymadı. Hatta tersine, hesap verme sorumluluğundan kendi kurtarma yolları buldu. Hala kalıcı konutlar için ne kadar kaynak kullanıldı bunları bilmiyoruz. Sorunlar önümüze geldiğinde de feryat ediyoruz. Halbuki her şey planlandığı gibi yapılsa bu sorunlar yaşanmayacak.
10 yılda bunları yaşarken tabi ki eksikliklerin hayatımızda açtığı yaraları unutmamak gerekiyor. Bir afet olsa gene aynı şeyleri yaşayacağız çünkü. Farkındalığımızı yükselten bir şey unutmamak. İnsanlar bulundukları yerden kaçmak istiyor ama büyük ölçekli bir yerde deprem olsa nereye kaçabilirsiniz o da ayrı bir soru.
Bir çalışmamız var, depremde kiracı olanların Güvenli binalarda yaşayabilmesi için, bayındırlık bakanlığında kalıcı konutlar alanındaki rezerv arsaların bu konumdaki insanlara verilmesini istedik. Bu arsalar bize değil, bizden daha az ihtiyacı olan insanlara -örneğin atamayla düzceye gelmiş ve kalıcı olmayacak memurlara- verildi. Bunun için bir dava açtık, sonucunu bekliyoruz. 2002den beri sonucunu beklediğimiz bir dava.
Depremin hayatımızda sıkıntı yarattığı malum. Mesela Düzce aslında metropol iller arasında yer almasına rağmen üniversite sınavında sondan üçüncü oluyor. Bunun en büyük sebebi öğrencilerin sağlıklı yaşayacağı evleri yok, düzenli huzurlu aile hayatları yok, gidebilecekleri düzgün okulları yok, ve öğretmen eksiklikleri var. çoğu öğretmen düzceye gelmek istemiyor. Unutmayalım unutturmayalım diyorum.(GE/DPK-ET-GK/EÜ)
* Programın çözümünü bianet'ten Eda Tarak, Deniz Pınar Konuk ve Gözde Kazaz gerçekleştirdi.