Suriye'nin Hama şehrinde doğup büyüyen 55 yaşındaki Halime, ülkesindeki savaştan kaçarak Türkiye'ye gelmek zorunda kaldı. Yorucu bir yolculuk sonrasında Adıyaman'daki Bebek mülteci kampına yerleşti ve burada 3 oğlu, gelinleri ve torunlarıyla yaklaşık 7 yıl yaşadı. 7 yılın ardından Adıyaman’da ev bulup taşınan Halime ilk süreçte 3 aile birlikte yaşadıklarını şu sözlerle aktarıyor: ‘’Kamp kapatıldıktan sonra bizleri Kilis’e göndermek istediler. Ama biz yeni bir yere daha gidecek durumda değildik. Gençler neyse de benim takatim yoktu. Oğullarım ve eşleriyle ev bulduk. İnanır mısınız, kadınlar ve erkekler üst üste uyuyorduk. Zamanla 2 oğlum eşleriyle kendi evlerine taşındı. Bir şekilde şehirde arkadaş edindik, komşu bulduk, alıştık’’
5 Şubat sabahı, sevdikleri Yerba Mate çayını içerek keyifli bir zaman geçiren Halime ve gelinleri akşamında aileleriyle birlikte yemek yediler. Ancak 6 Şubat gece saat 04:17'de torunlarının çığlıklarıyla uyanan Halime, o anı şöyle aktarıyor: "Torunlarımı kaptım ve dışarı fırladım. Ardımdan gelinim ve torunum indi aşağı. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorduk. Hava buz gibiydi. Etraftan çığlıklar geliyordu. Her yer karanlıktı, farklı sesler de geliyordu, sonradan yıkılan bina sesleri olduğunu öğrendik."
Diğer oğullarını aramaya başladıklarını belirten Halime, bir oğlunun telefonla durumunu bildirdiğini ancak diğer oğlu Ahmet ve ailesinden haber alamadıklarını söylüyor. Yanındaki oğlu ile birlikte çocuğunun kaldığı binaya gitmek için yola çıkan Halime, gördüğü manzarayı şöyle ifade ediyor: "Bir mahalle arasına girdik, insanlar yıkılmış binaların üzerinde isimler bağırıp duruyor. Bazıları çığlık atıyor, bazıları ağlıyor. Yan yolu yıkılan bina kapattığı için geri dönüp başka bir yol aramaya başlıyoruz. En sonunda oğlumun binasına vardığımızda, orada donup kalıyorum. Sanki bombalar patlamış da yeniden ortasında kalmışız gibi."
DEPREMİN BİRİNCİ YILINDA HATAY
Antakyalılar kayıpları için yürüdü
"Savaş varken en azından cenazelerimizi buluyorduk"
Halime, "Ben daha önce annemi ve babamı kaybettim. 5 kardeşim savaşta öldü, bir kardeşim hala kayıp. Tanıdığım insanların çoğunu savaşta kaybettim. Ama evlat acısı bambaşka. Nasıl anlatırım bilmiyorum. Orada olmayan bizlerin acısını anlayamaz. Ben bir taşın başına oturdum, o taş sanki mezarımmış gibi hareketsizce saatlerce durdum. Oğlum Kasım elleriyle binayı kazmaya çalıştı. Yorulunca o da gelip yanıma çöktü" diyor.
Günlerce enkazın başına gidip geldiklerini belirten Halime'nin oğlu, gelini ve 2 torunu enkaz altında hayatını kaybediyor. Halime, 2 torununun cesedine ulaşamadığını anlatarak, "Savaş varken en azından cenazelerimize ulaşabiliyorduk. Torunlarımın cesetlerini bulmak için gitmediğim kapı, aramadığım yer kalmadı ama yok işte. Bazıları torunlarımın Ankara’da olduğunu, bazıları kaçtığını, bazıları ise toplu mezarlardan birinde olduğunu söyledi" diyor. Halime, bütün bunları anlatırken yer yer ağlıyor, yer yer ise ağıt yakıyor.
Depremin ardından ilk süreçte bir okul bahçesinde kaldıklarını söyleyen Halime, orada yaşadıklarını şöyle dillendiriyor: "Bir okul bahçesinde bulduğumuz muşambalar ve naylon parçalarıyla kendimize çadır yapmaya çalıştık. Çocukların giyecek çorapları yoktu. Kışın ortasında terliklerle, beton olan zeminlere battaniye sererek yaşadık. Okulun tuvaleti olmasına rağmen kapıyı kilitlediler, arka bahçeyi tuvalet alanı olarak kullandık. O alanı görseydiniz, insanlık öldü derdiniz."
"Bizler sadece yaşamaya çalışıyoruz"
Okul bahçesinde 2 hafta kalan Halime, Narlıkuyu’da kadın kurumlarının dayanışma ile kurduğu çadır kent alanına geçiyor. Kadın dayanışmasının çok güçlü örneklerinden biri olan Narlıkuyu çadır kenti Suriyeli Arap, Türkmen ve Kuzeydoğu Suriyeli Kürt aileleri barındırdı. Halime, orada kadın hareketiyle ilişkilendiğini ve dayanışma ile tanıştığını şöyle aktarıyor: "Biz o kadar ayrımcılığa uğradık ki, artık kimse bizlere insan gözüyle bakmaz zannediyorduk. Ama bize yardıma koşan kadınlar, burada bize bir dünya inşa etti, ta ki biz oradan tekrar kovulana kadar."
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Hatay garip kaldı, mahzun kaldı
Devamında, Halime Narlıkuyu’da tanıştığı depremzede ve gönüllü her kadının kendisi için birer aile olduğunu ve yaklaşık 9 ay sonra Narlıkuyu’daki 25 ailenin, arsa sahipleri ve AFAD’ın zoruyla çıkarıldıklarını belirtiyor. Orayı terk etmek zorunda kalan ailelerin yaşadıklarını Halime şöyle özetliyor: "Yeniden bir ev aramak ne kadar zor, bunu bilemezsiniz. Ev bile değil, başımızı sokacak bir kutu aradık biz onu bile bizlere çok gördüler. O kadar insan, çocuk, yeniden o güne kadar elimize geçen eşyaları toplarken ağladık durduk. Ya ev bulmazsak ya Suriye’ye dönmek zorunda kalırsak diye çok korktuk. Bebek’te bir konteyner kent kuruldu, bizleri oraya yollamak istiyorlar. Fakat oranın koşullarının dışında, Bebek’te 7 yıl biz çok büyük acılar yaşadık, oraya tekrar gitmek istemiyoruz."
Aslında, Halime’nin dediklerinin dışında sivil toplum çalışanları, Bebek konteyner kentini, mültecileri halktan izole etmek için kurulmuş bir alan olarak nitelendiriyor. Oranın konteyner kentten ziyade mülteci kampına dönüştüğünü de ekliyorlar. Halime ise, depremin ardından çaresiz ve kimsesiz kalan, lince maruz kalan mülteci arkadaşlarının bir çoğunun Suriye’ye dönerken yolda öldüğünü belirtiyor. Savaş, deprem ve ayrımcılık arasında sıkışan mülteciler, insan onuruna yakışır bir yaşama erişmek için yer ve mekan arayışındalar. Sohbet ettiğimiz Halime ise isteklerini şöyle ifade ediyor: "Adıyaman’ın yerlileri eve taşınmak için mücadele ediyor. Bizler 20 metrekarelik konteynerlarda 5-6 kişi yaşama bile çok şükür diyecek haldeyiz. Bizim tek bir isteğimiz var, bizlere dokunmasınlar. Bizler sadece yaşamaya çalışıyoruz. Tekrar bu alandan da çıkarılırsak, artık kimsenin yaşama dair bir umudu kalmayacak."