"Denemeleri son bir yıldır yazıyorum. Deneme tanımı içine girip girmediklerinden de emin değilim açıkçası. Çoğu edebiyatla ilgili, kendi kafamda doğan sorulara vermeye çalıştığım yanıtlardan oluşuyor. Bir bakıma yazarak düşünmek gibi..."
Deneme türünün labirentleri
Deneme türünün, belki de hiçbir edebiyat türünün sahip olmadığı kadar maskesi vardır. Deneme, sonuna geldiğini sandığında ikiye ayrılan bir yol gibidir. İstersen soru sorabilirsin bolca, yöntemleri çeşitlendirirsin alabildiğine.
Sorular sorarak düşünceleri genişletirsin, anlamlar yaratırsın yeniden. Ama bir taraftan da deneme büyük tehlikeler barındırır içinde. Soru sormadan, hiçbir cümleyi noktasız bırakmadan düşünce beyan edebilirsin.
Tanımlamalar alır başını gider. Okuyanın soru sormasına izin vermeden ya da buna en azından yardımcı olma girişiminde bile bulunmadan akıp gider satırlar.
İmgeler yok olur, bir simgeler dünyasına geçilir. Acaba az tanım yaparak, dogmatik fikirleri asgariye indirerek ve yaratıma daha çok yol vererek deneme yazılamaz mı?
Toprak Işık ve denemeleri
Toprak Işık'ın akıcı kalemi ve pek az yazarda rastladığımız doğal üslubu, Halat Gösterisi ve Sıra Başı adlı iki öykü kitabının ardından "Sıradana Övgü"de denemeleriyle karşımıza çıkıyor.
Işık, elliye yakın deneme yazısının yer aldığı Sıradana Övgü'de, "yazar-okur-eser"den oluşan bermuda şeytan üçgeninin etrafında dolaşırken, değişik konulara da değiniyor.
Peki, Toprak Işık'ın denemeleri bize neyi işaret eder?
Dişil olanı mı; eril olanı mı? Soru soran ve yeni anlamlar arayan yaratıcı bir yazı biçimi mi çıkıyor karşımıza, yoksa kendi içine kapanmış satırlar mı?
İlk deneme: Otağımızı Buradan Öteye Taşıyabilmek"
Otağımızı Buradan Öteye Taşıyabilmek İçin adlı yazı, kitaptaki ilk deneme yazısı ve yazının sonu şu cümleyle bitiyor:
"Şimdiye kadar belki iyi belki kötü geldik ama otağımızı buradan öteye taşıyabilmek için her şeyden önce pasifleşmiş bir bilinçle yaşama rehavetini içimizden kovmak zorundayız."
Bundan sonraki diğer sayfalarda da başı sonu belli, pek aklı başında, uslu denemeler var. Yazar bazı nedenlerden yola çıkarak çeşitli sonuçlara ulaşıyor yazılarında.
Yazar, imgelemeler yaratmıyor
Yazarın çıkarsamalarından daha farklı muhakemelere girişebilmemiz için keşke daha az ideal olandan bahsedilseydi. Daha sonraki yazılarda da hep kesin bir sonuç bölümü yer alıyor. Yazılarında kelimeleri neredeyse her zaman temel anlamıyla kullanan yazar, aslında kelimelerle oynamayı pek sevmiyor. İmgelemeler yaratmıyor.
Cümlelerin bu anlamdaki aynılığı, bazı ifadelerin klişe olmasına yol açmış. Bana sert gelen bu anlatım biçimi kendi imgelerini yaratamadığı, hep bir sonuca ulaşma kaygısı güttüğü ve yarım yamalak bırakmayı gururuna yediremeyen bir erkek sıradanlığı içerdiği için eril olmaktan kurtulamamış.
"Yazar dünyaya bakar ve gördüğünü anladığı kadarıyla anlatır. Bir heykeltıraşın kullandığı malzemeyi tanımak zorunda olduğu kadar, bir yazar da insanı ve dünyayı tanımak zorundadır."
Dişil yazın denilen...
İdeal olanı üstün tutan, kötülüğe yer vermeyen bu satırlar yoldan çıkmış kadınlara bir gözdağı değil midir? Delirenler, kendinden geçenler, kendilerine dayatılanlardan kaçarak kıyılara sığınanlar için dünyayı tanımak ne kadar olasıdır?
Dünyayı tanıyamadan deliren kadınlar yazdıklarında, yani ideal olanın kıyısından bile geçmeleri mümkün olmadan yazdıklarında, ne olacak peki? Bu akıllı cümleler, tek malzemesini kendinden yaratanlar için ne ifade edecek? Dişil yazın dediğimiz şey bu insanların sesi işte, simgeleri ve ideal olanı darmadağın ederek soluk almaya çalışan yazın.
Işık sorular soruyor
Toprak Işık'ın bazı cümleleri ise yeni yollar açıyor; çünkü yazar deneme türünün devrimci karakterini yer yer kullanarak cesur şeyler söylüyor. Ve dolayısıyla bize yeni sorular sorduruyor:
Her yazıda bir deneme tadı var mıdır acaba?
Deneme iskeleti olabilir mi kağıda dökülen cümlelerin?
Roman, şiir ya da öykü okurken yaşadığımız bir "Dejavu"mudur deneme?
Amaç ne olursa olsun -hatta amaç olmasa bile- her eser bir söz söylemek için varsa ve deneme sözcükleri haykırmanın en yalın ve dolaysız yoluysa, üstü örtülü her anlatım biraz deneme kokmaz mı?
Cesur kalemi
Perdelenmiş yargıların ve alışkınlıkların serseri kabusudur denemeler. Yıkar, bozar, yere serer; açık açık söyler sözünü. Rezil durumlar varsa, alaşağı edilecek elbet. Hülyalı bakışlar yetmeyecek bazen birilerine, tatlı satırlar kesmeyecek; duvar gibi karşınıza dikilen denemeler isteyeceksiniz bir gün, bir akşamüzeri mesela.
Işık, her zaman dillendirilemeyen konuları gün ışığına çıkararak kalemini cesurca oynatmış. Büyük medyanın itinayla ve sürekli belli kişileri desteklemesini, belli grupların belli yazarlara arka çıkmasını, eleştirmenlerin kendi çıkarları doğrultusunda eleştiri yapmalarını lanetlemiş.
"Nasıl dökeceğini bilen bir usta tek damla mürekkeple, durgun koca bir denizin izleyenlerde yarattığı hoş sakinliği taşıyabiliyor kağıda...
Yaşayanlar için
Edebiyatla insan arasındaki ilişki doğayı kıskandıracak boyutlardadır. Sadece barındırdığı bu güç bile, edebiyatı da doğa kadar incelenmeye layık kılar."
Satırlar yazarken zaman zaman anlamsızlık duygusuna kapılanların tedirginliğini biraz olsun hafifletebilir. Çünkü yazmak en nihayetinde, insanlık kadar eskidir. Sözün varsa söylersin.
Bence en güzel deneme yazsısı Yaşayanlar İçin adındaki yazı.
Bu yazıda farklı bir bakış açısı, bir özgünlük göze çarpmakta:
"Sanattan ölümsüzlük beklentisi çocuksu bir saflıktan alır gücünü... Tıpkı insan emeğiyle yaratılan tüm değerler gibi sanatın da faydası ölülere değil yaşayanlaradır.
Yüzyıl önce dolandırıcılıktan suçlu bulunan O. Henry, hapiste ölümsüzlükten çok daha insani ve saygıya değer bir amaç için yazıyordu öykülerini. Dışarıdaki kızının geçimini sağlamaya çalışıyordu. Yaradılış nedenlerindeki bu sıradanlık o öykülerden hala zevk almamızı engellemez."
Sıradan ihtiyaçlarla bile en güzel sanat eserlerinin yaratılabileceği fikri var burada. Edebiyatı kutsamamak gerektiği, edebiyatın zaten insanla yaratıldığı...
Edebiyatın eril diline eleştiri
Feminist edebiyat eleştirmenleri; özellikle bu alanda oldukça yeni ve devrimci fikirler getirmiş olan Julia Kristeva, Helene Cixous ve Luce Irigaray, edebiyatın eril karakterine eleştiriler yöneltmişlerdir.
Luce Irigaray, kadınların kendilerine özgü bir dil oluşturmak zorunda olduklarını ileri sürer(...)
"Genellikle erkek gibi konuşup yazmanın, yetenekli olmanın, anlamı denetimde tutmanın, doğruluk iddiasında bulunmanın nesnellik ve bilgi gibi konuların göstergesi olduğu söylenir; oysa kadın gibi konuşmak yeteneğin geri çevrilmesine, anlamın anlaşılmaz ya da değişken olmasına davetiye çıkarmak; anlamın denetimden çıkmasına, doğruluk ile bilginin elden kaçmasına eşdeğer görülür.
Başka bir deyişle, insanın belli bir savı, anlamı ve siyasal bir konumu olması anlamına gelen iddiacı olma, iddialarda bulunma ve 'dogmatik' olma durumu gerçekte kişinin cinsiyeti her ne olursa olsun 'eril' bir duruşu benimsemesi demektir." *
Evet, edebiyat erildir. Çeşitli edebiyat eserlerinde kanlı canlı yaşayan birçok kadın karakter, toplumsal normlara uygun olarak yaratılmıştır. Erkeğin zevk nesnesi, karısı, bacısıdır kadın; hemcinsinin ebedi düşmanı, rakibidir.
Kadın karakter yaratmanın böylesine erkeğe bağlı olmasının eleştirisiyle yan yana duran daha devrimci fikirler, eril olarak kurgulanan edebiyatın farklı biçim arayışlarını dışlamasının kritiğinde yatar.
Eril olan sürekli tanım yapar, simgeler üretir ve aslında simgesel olan, kadının kafesidir. Artık kadınların başka bir dil yaratma zamanı gelmiştir. Kadınların erkek tarafından aşağılanan imgelemelerinin yeniden anlamlandırılmasının ve yeni ifade biçimlerinin yaratılmasının, düşlerin konuşturulmasının, kadınların kadınları anlatmasının zamanıdır artık.
Kadınlara oyalanmaları için hep ayrıntılar verilmiştir ve eleştirilen edebiyat eserlerinde de bu ayrıntılarda boğulmuş-yitmiş-bitmiş ama terk edip gidememiş hep kalakalmış kadın karakterler vardır.
Bu ayrıntılar bazen mutfakta gizlidir, bazen kadının kadınla olan rekabetinde, bazen temizlik araç gereçlerinde.
Mutfak ve kadın yan yana oldukça uyumludur. Mutfak tarifsiz bir yitmişliğin diğer adıdır, temizlemek eylemi cazibesini yerdeki tozla beraber süpürmüş bir kadının saçma sapan uğraşıdır; tam kadına göredir. Aptalcadır.
Ama artık alaşağı edilmiş bu kadın mekanlarından güçlü imgeler yaratmak mümkündür.
Feminist eleştirmenlerin ve sanatçıların dikkatimizi çektiği ve kadının boyundaki günah gibi taşımak zorunda olduğu bu ayrıntılarda zengin bir altyapı vardır; keşfedilecek insana dair şeyler..
Bu mekanlarda iki insanın yakalayabileceği en güzel iletişim olanakları yaratılabilir belki. Bu olanaklar nerede yakalanabilir?
Yazının olduğu her yerde mesela? Dişil yazın nerelere kadar burnunu sokabilir; örneğin denemede barınabileceği bir liman bulabilir mi?
Nihayet Toprak Işık'ın denemeleri, birçok rengi barındıran azgın bir okyanus gibi... Ayaklarını içine sokup şöylece ıslatabilirsin ya da içine dalıp baştan aşağı sırılsıklam olabilirsin. (SV/AD)
- Toprak Işık 1973 yılında Elazığ'da doğdu. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları İnegöl'de geçti. 1996 yılında Bilkent Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldu. 2001 yılında aynı adlı bir edebiyat dergisi çıkartan Patika Grubu'na katıldı. (İletişim Yayınları)
- Sıradana Övgü, Kül Sanat Yayınları, 2006, 158 sayfa, 5,00 YTL.
* Madan Sarup, "Post-yapısalcılık ve Post Modernizm, Ark Yayınları, sf.161 Bölüm 5: Cixous, Irigaray, Kristeva: Fransız Feminist Kuramları.