Barış İçin Öcalan'a Özgürlük Platformu'nun düzenlediği Çözüm ve Müzakere Süreçlerinde Liderlerin Rolü başlıklı sempozyumun "Kürt Sorununda Çözümsüzlüğü Aşmak: Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi" oturumu bugün İstanbul Elit World Hotel'de yapıldı.
Saruhan Oluç'un moderatörlüğündeki oturumda Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, Doç. Dr. Nuray Mert, Sosyolog İsmail Beşikçi, Doç. Dr. Mesut Yeğen konuştu.
Yeğen: Kürtler millet olarak tanınmalı
Kürt meselesi, Kürtlerin, cumhuriyetin ulus fikrine itiraz etmesidir. Cumhuriyetin ulus fikri, Türklerden ve Türkleşmişlerden oluşan bir toplumdu. Bu fikir, sistem ve devlet tarafından desteklendi, işleyen de bir fikir oldu. Türk olmayanların önemli kısmı da Türkleştirildi. Bu itirazın derecelerinin toplamına Kürt meselesi denebilir.
Bu itirazın temelleri nasıl oluştu? 19. yüzyıldaki dönüşüm öncesinde, Kürtler dilini konuşuyordu ve bir etnik grup olarak mevcuttular ama bunun bilincinde değildiler. 19. yüzyılda Kürtler bu bilgiyle buluştu. Aynı zamanda bu tecrübe Kürtleri bu bilgiden mahrum da kılmak istedi. Cumhuriyetin inkılap projesi, Kürtlerin bu bilgi ve tecrübe durumuna ve Kürtlerin zihnindeki Kürdistan fikrine son vermek istedi.
50'lere gelindiğinde bu iş başarılmış gibiydi. 40'larda bir İngiliz diplomatı, merkeze çektiği telgrafında "Kürt meselesi burada bitmiştir, Kürtlerin izine rastlanmıyor" yazmıştı. 50'lerden başlayan siyasi süreç bu durumu geri çevirdi, Kürtler tarih sahnesine çıktı. Bugün Kürtler bir ulusal bir topluluk olarak siyasete dahil olmuş durumdalar.
Kürtler Kürdistan fikrinden vazgeçmeden tarih sahnesinde yer almak istiyorlar. Formülasyonlardan biri Irak'taki gibi özerlik, diğeri Kürtleri de Türkiye siyasetiyle birleştirmek. Silahsızlanma gerçekleşirse, yapılması gereken bu iki seçenekten birini tecrübe etmek. Kürtler tarih sahnesinde yer alacaksa kendi dillerinde eğitim görmek istiyorlar, bir türden egemenlik istiyorlar kendi bölgelerinde,
Kürtlerin bölgesel egemenliğinin ve kendi dillerinde eğitim görmelerinin önünü açmak gerekir. İnkar siyaseti bir şekilde sona ermiş olsa da Kürtlerin bir millet olarak tanınması halen gerçekleşmiş değil. Bu değişecek mi göreceğiz ama Kürt meselesi halledilecekse değişmesi gerekir.
Mert: Bugüne nasıl gelindiği hatırlanmalı
Bugünkü müzakere noktasına bir anda gelinmedi. Kürtlerin modernleşme sürecinde ulus devlet ile sonuçlanacak bir maceraları yoktu. Kürtler şu anda dört ulus devlet içerisinde yaşıyor.
Türkiye'de sanıldığının aksine asimilasyon politikaları başarılı olmuştur. Bu da çok doğaldır, çünkü etnik gruplar politikleşmedikleri sürece tarihsel özne olmazlar. Kürtlerin de çok büyük kısmı asimile edilebilmiştir, bunun nedeni de politikleşmemiş olmalarıdır. Bu, tüm politik kimlikler için geçerli.
Güney Kürdistan'da Kürtler yarı feodal bir milliyetçilik tecrübesi yaşadılar. Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerde politik kimlik kazanma süreci, sol siyasetlerle, sol çıkışlı hareketlerle birlikte oldu.
Hiçbir iktidar kendini zorlayan bir güç olmadığında kendiliğinden lütuf sunmaz. Dolayısıyla Kürtlerin nasıl tarihsel aktör haline geldiklerini unutarak "Bu hareket çok şeyler yaptı artık tarih sahnesinden çekilsinler" demek yanlış olur. Bu süreci bu noktaya getiren dinamiği anlamazsak, bundan sonraki barış sürecinin selametinde de sorunlar çıkabilir.
İktidarın karşısındaki aktörün geçmişinin bugüne nasıl taşındığının unsurlarını kavramamakta ısrar edişi de bununla ilgili. Sürecin başında silahsızlandıracağız, Öcalan bir araçtır denmesi iktidarın kavrayışsızlığıyla alakalı. Bunu söylemenin Kürt hareketi içinde nasıl olumsuz bir tesiri olabileceğini daha iyi kavrayabilirlerdi.
Beşikçi: Sorunun temelinden uzaklaşılmamalı
Görüşmeler yapılırken sorunun temelinden uzaklaşmamak gerekir, bu sadece Türkiye'de değil Ortadoğu'da da bir sorundur.
Birinci Dünya Savaşı'nda Paris Kongresi toplanıyor, Milletler Cemiyeti kuruluyor. Bu dönemde gerçekleşen en önemli olaylarından biri Kürdistan'ın bölünüp parçalanması. 1920'lerde Kürdistan üçüncü kez paylaşılıyor ve temel sorun budur. Dönemin iki emperyal devleti, Fransa ve İngiltere ile İran ve Türkiye organize şekilde Kürtlerin üzerine çullanmıştır ve Kürtlerin devlet kurma hakları gasp edilmiştir.
Bugün Almanya'da bir milyonun üzerinde Kürt var. Ama Türkiye Kürtleri nasıl tanımıyorsa, Almanya da Kürtleri tanımıyor. Bu anti-Kürt bir düzen. Şimdi de Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar Suriye'de özerk Kürt bölgesinin oluşmasına karşı çıkıyor.
Milletler Cemiyeti uluslararası barışı korumak için kuruldu. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin yaşama geçmesi için kuruldu. Ama Kürdistan böyle bir dönemde bölündü.
1945'te de Birleşmiş Milletler kuruldu. BM ile dünyanın siyasal çevresinde çok büyük değişiklikler oldu. Afrika'da birçok bağımsız devlet kuruldu. Ama Kürdistan'da hiçbir şey değişmedi.
Kürtlere hiçbir statü vermeyen bu düzen aynen devam ediyor. Sorunun özü budur, müzakere bunlar üzerine yapılmalıdır. Anadilde savunma hakkı değil bu konular konuşmalı.
Kışanak: Barışın adımlarını atıyoruz
Paris'te katledilen üç Kürt kadını saygıyla anıyorum, katliamı yapanları lanetliyorum. Siyasi tarihimizdeki en ağır siyasi cinayettir. Bunun yaşadığımız sürece denk gelmesi olayın önemini kat kat artırdı. Bu siyasi cinayetin, görüşmelerle ilgili Kürtlere ve kadınlara önemli mesajlar vermek üzere, tertiplendiğini düşünüyorum.
Bu cinayetler yaşanmamış gibi yolumuza devam edemeyiz. Bunun çözüm çabalarına yönelik bir girişim olduğunu herkes ifade ediyor. Bundan sonra Kürt sorununu çözme konusunda çaba ve yaklaşımda olacaksak bu katliamı yapanların açığa çıkarılması gerekiyor. Önümüzdeki sürecin sürdürülebilirliği açısından çok önemli.
Barış ve çözüm çabalarından olumlu bir sonuç çıkarmak istiyorsak bu katillerin bulunması, arkasındaki güçlerle birlikte teşhir edilmesi ve adalete hesap vermesi gerekiyor. Fransa devleti de büyük bir sorumluluk altında. Fransa'nın sorumluluğu, Türkiye'nin sorumluluğunu da ortadan kaldırmaz.
Bu süreçten bir sonuç alınacaksa hak ve özgürlükler konusundaki kısıtlayıcı tutumun değişmesini söylemek de en pozitif yaklaşım olacaktır. Çünkü yapılması gerekenleri söylemeden pozitif bir rol alma şansımız yok. BDP'nin süreçte olumlu bir rol oynamasını istiyorlarsa, Kürt sorunu çözme niyetleri varsa, Kürt halkının taleplerinin dillendirilmesini pozitif bir katkı olarak almaları gerekir.
Kürtler temel hak ve özgürlüklerine kavuşacaktır, bu engellenemez. Kürtlerin bu yolda ilerleyeceği artık bir kehanet değil. Bunun yolunu yöntemini konuşmak gerekiyor. Çare bulmaya çalıştığımız konu budur. Kürtler, demokratik eşitlik içinde birlikte yaşamayı istiyorlar.
Özerlik, federasyon gibi formasyonların tamamı aslında demokratik ve eşit bir gelecek öngören, eşit haklarla birlikte yaşayabiliriz diyen bir yaklaşımdır. Doğru olan bu yaklaşıma olumlu bir yanıt vermektir.
Kürtler, böyle insani, demokratik bir önermede bulunuyor. Buna yanıt verilmesi, gelişmelerin tüm halkların lehine ilerlemesini sağlayacaktır. Bu önermemiz, bu coğrafyada yaşayan tüm kimliklerin eşit şekilde yaşamasına yöneliktir.
Bugün atılacak adımlar bundan sonraki büyük barışın adımları olabilir. Büyük barış, hakiki bir demokratik eşitlik kriterlerine uygun olduğu sürece kalıcı olma şansı vardır.
Uzun erimli süreçlerin ön adımlarını doğru atmak gerekiyor. Bugünkü görüşmelere ciddi yaklaşılmazsa istenilen sonuçları doğurmayabilir. Bunlar, büyük bir sorunun çözümü konusunda atılacak adımlardır. Birlikte nasıl yaşayacağız sorusuna çözüm bulacak adımlar atılmalı.
Hakların üzerindeki ipoteğin kaldırılması, engelleyen tutumdan vazgeçilmesi ve birlikte demokratik eşit bir düzen nasıl kurabiliriz, bunların tartışılması gerekiyor. Sürece zarar verir diyerek bu tür tartışmaların önünü kesmemek gerekir.
Birlikte bu sorunu çözmek mümkün, buna inanarak bu yola çıkalım. Geldiğimiz noktanın kısmen olumlu olduğunu düşünüyorum.
Kürt halkının önemli bölümünün önder kabul ettiği, muhatap gösterdiği Sayın Öcalan ile görüşmelerin başlamış olması, muhataplık sorununu aşılması konusunda çok önemli bir aşamadır. Bu tür süreçler politik aktörlerle konuşularak çözülebilir. Müzakereden diyalogdan korkmamak gerekiyor.
Uzun bir yolun başındayız. Büyük bir barışa giden yolun başında ilk adımları atma umudumu taşımak istiyorum. Bunun dışındaki yolların büyük bedelleri ve ağır sonuçları olacağından kaygı duyuyorum. (AS)