Irak Savaşı, teröre karşı ABD'yi koruma ambalajıyla, Cumhuriyetçi ve Demokrat elitlerin pazarladığı dünyayı Amerikan tasarımlarına göre değiştirme cinnetiydi. Amerikan halkının Irak Savaşı'ndan ABD'ye hayır gelmeyeceğini anlaması zaman aldı. Ve neden sonra, yeni muhafazakârların güdümündeki Bush yönetiminin Mezopotamya tasarımlarının terör tehlikesini ortadan kaldırmayacağı ve savaşın çok pahalıya mal olacağı anlaşıldı. Halk, Bush'a "hayır" demek için Demokratlar'ı Kongre'ye taşıdı. 2006'nın Kasım ayında yapılan ara seçimlerde Demokratlar'a giden oyların anlamı bu.
Peki, halkın anladığını Demokratlar kavrayabildiler mi? Bu soru önemli, çünkü "11 Eylül'ün altıncı yılında hâlâ 'halkın korkularına' yatırım yapılan bir siyasi ortamda Demokratlar nasıl bir rota izleyecekler?" sorusunun yanıtı da burada! Demokratlar Irak Savaşı'nın ortaya çıkardığı 'yeni Amerika' gerçeğinde ve yeni uluslararası konjonktürde nasıl dans edecekler?
Büyük resme bakıldığında, Irak Savaşı nedeniyle Bush yönetimi hezimete uğradı, ama esas hasarı Demokratlar aldı. Suskunluğun, siyaset üretmemenin, ürkekliğin yarattığı büyük tahribat. Bu tahribat o kadar derin ki, Demokratlar açısından 2008 seçimlerinde başkanlığı almak torbada keklik değil.
2008 yılında yapılacak Başkanlık seçimleri için Demokrat Parti içindeki adaylık koşusunun erken başlamasını, partinin içine düştüğü derin krizle izah etmek mümkün. Yani Demokratların adayının kim olacağından çok, Demokratik Parti'nin nasıl bir siyasi çizgiye oturacağı sorusu önemli, dünya da bunu bekliyor, Amerikalılar da.
Yedi göbekten Demokrat Parti mensubu olan Bostonlu bir avukat, önceki gün bana "ne olacak bu partinin hali?" diye uzun uzun yakınıyordu. O konuştukça "ne olacak bu CHP'nin hali?" diye dizini dövenleri anımsadım. Bir Cumhuriyetçi görünce tüyleri diken diken olan bu kökten Demokrat, umutsuzluğun tarifini yapıyordu. "Demokratlar Irak konusunda yanıldılar mı? Yoksa daha sert muhalefet mi yapsalardı? Ama konjonktür buna elverişli değildi" dedi. Kafası iyice karışıktı. Kendisine sorduğu sorulara yanıt bulamadı ve kestirdi attı: "Bari Hillary seçilsin de Bill'imiz geri gelsi." dedi. "Böyle şey olur mu?" diye sordum, yani Hillary Clinton seçilince, Bill Clinton mı Başkan olacak? Amerika'nın kurucularının kemikleri sızlamaz mı?" Sorumu, "Ne yapalım Amerika liderlik sıkıntısı çekiyor. Bütün dünya Bill Clinton'a güveniyor" diye yanıtladı.
Aslında, Hillary Clinton'ın Demokratlar'ın başkan adayı olması, Cumhuriyetçiler'in de gönlünde yatan aslan. Nedenine gelince, 90'larda siyasi stratejilerini büyük çapta anti-Clintonculuk üzerine kuran Cumhuriyetçiler, 2008 seçimlerinde karşılarında Hillary Clinton'u görmek istiyorlar. Hillary'i daha kolay harcayabileceklerine inanıyorlar. Cumhuriyetçi stratejistlere göre, Hillary Clinton'a karşı negatif kampanya için malzeme daha şimdiden hazır.
Demokratların cephesinde başkanlık seçimleri için iddialı üç aday var. Hillary Clinton, kampanya için en fazla para biriktirmiş ve Washington'daki siyasi mekanizmanın desteklediği, eşi Bill Clinton kotasından ve First Lady'lik geçmişinden dünyanın da tanıdığı bir figür. Economist'in tanımına göre, Hillary Clinton, medya çağının 'ünlüler' tiplemesine tıpa tıp uymakta. Clinton, siyaseten merkeze yatırım yapıyor. Tıpkı eşi Bill Clinton'un 1990'larda yaptığı gibi. Clintonlar'ın siyasi hedefi 'hayati merkezi' yeniden inşa etmeye odaklı. Bu arada 90'lı yılların 'first lady'si ABD'nin ilk kadın başkanı olma özelliğini de kapitalize etmek çabasında. Ancak Demokrat adayın bu çabası her zaman lehine işlemiyor. Son günlerde Hillary muhalifi olan bazı Demokrat kadın aktivistlerden, "Kadın değil, önce gerçek ol" gibi eleştiriler almaya başladı. Bu ne demek? Hillary Clinton'ın samimi olmadığı ve eşiyle birlikte Clinton/Clinton aile şirketi gibi siyasete yön vermeye çalıştıkları şeklindeki iddialar... Güzel konuşan, son derece iyi kurgulanmış metinlerle seçmenin önüne çıkan Hillary için 'acaba duyguları var mı' deniyor! İlginç olan şu ki, birkaç ay öncesine kadar Irak'ta sertleşen Amerika'nın, 'Hillary'nin sert ve kararlı kadın imajına' ihtiyacı vardı. Bugün ise savaş karşıtlarının sesi duyulmaya başlayınca Hillary Clinton'ın savaş yanlısı pozisyonu artık iyice göze batıyor. Demokratlar için ayak bağı oluyor.
Hillary Clinton'un karşısında fazla siyasi deneyimi bulunmayan ama 'starlık gücü' konusunda Amerikan medyasının hemfikir olduğu Barack Obama var. Obama post-modern zamanların Kennedy'si sanki. Genç, karizmatik, sıcak. Kennedy çoğunluğu dindar Protestan olan bir ülkenin Katolik başkanıydı. Obama da beyaz Protestan Amerika'nın ilk siyah adayı. Aslında, Obama'ya 'melez' demek daha doğru. Babası Kenyalı, annesi ise Kansaslı bir beyaz. Bu nedenle de Obama için "yeterince siyah değil, gettoyu tanımıyor" dense de siyahların teveccühü Barack Obama'dan yana. Obama'nın bir adı da Hüseyin. Bu da kendisi için artı puan değil tabii ki! "Obama'yı hiç azımsamayın" diyen bir Demokrat'ın, şu sözleri dikkat çekiciydi: "Irak Savaşı'nın bütün siyasi dengeleri altüst ettiği bir dönemde, Irak batağına bulaşmamış olan Barack Obama, dış politikada beyaz bir sayfa açabilecek nitelikte. Dikkat edin, Obama Filistin konusunu telaffuz etmekten çekinmiyor. Diğer adaylar Ortadoğu konusunda kem küm ediyorlar. Obama bu sözleri Yahudi derneklerinde yaptığı konuşmalarda bile dile getiriyor!"
Demokratik Parti'nin pop star görünümündeki genç ve yakışıklı bir başkan adayı da John Edwards. 2004 seçimlerinde John Kerry'nin başkan yardımcısı adayı olan Edwards da adaylar arasında en popülist olanı.
Büyük resme bakıldığında, bu üç aday, 21. yüzyıl Amerika'sının nasıl bir yer olacağı ve toplumsal uzlaşmanın nasıl sağlanacağı konusunda üç aşağı beş yukarı aynı görüşlere sahipler. İnternet ve globalleşme Amerikan ekonomisini ve toplumunu değiştiriyor.Yatırımların Uzakdoğu'ya kayması nedeniyle, orta sınıf gelecek endişesi içinde. Bu geri dönüşü olmayan bir süreç. O zaman esas mesele, Amerikan toplumuna bu değişime ayak uyduracak umudu pompalamak. Yani yeni bir toplumsal sözleşmeyle ortaya çıkmak ve her bireye dünyaya geniş bir perspektiften bakabilmesi için gerekli olanakları sağlamak... Bunlar henüz somutlaşmamış, bir takım ham ve bulanık sözlerden ibaret, ancak aylardır Demokratlara yakın düşünce kuruluşlarının mutfağında bu temalar kaynatılıyor.
Esas somut ve hayati olan konu ise, Demokrat Parti'nin Irak politikasının ne olacağı? Bu noktada parti içinde iç savaş yaşanıyor. Yakın zamana kadar, savaş konusunda Bush yönetimine zorluk çıkartmak 'vatan hainliği' sayılıyordu. Bugün bu bahane ortadan kalkmış durumda. Savaşı savunmak neredeyse Amerikan çıkarlarına ihanet etmek anlamına geliyor artık. Savaş karşıtları bastırıyorlar. Demokrat Parti'nin sol kanadı, özellikle Hillary Clinton'u Irak konusunda sıkıştırıyor.
Demokratların, Bush'un Irak politikasını eleştirerek siyaset yapmaları yeterli değil. Bu sadece kuru laf, kaçamak oyun. Bundan sonra atılacak olan somut adımlar neler? Barack Obama bu noktada önemli hamle yaptı ve hazırladığı bir yasa tasarısıyla Nisan ayından itibaren Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmeye başlanmasını ve 2008'in Mart ayında Irak'ta hiçbir ABD askerinin kalmamasını istedi. Hillary Clinton ise Irak konusunda hâlâ ayak sürümekte. Clinton asker sayısının sınırlandırılmasını önermekle beraber, esas çözümü Irak hükümetine yapılacak baskıda görüyor. Yani, Irak yönetimi kaosa çözüm bulmazsa, Amerika'nın desteğini çekeceği tehdidini savuruyor! Birçok Demokrat senatör için bu tavır yeni felaketlerin tetikleyicisi olabilir. Hillary Clinton'un yumuşak karnı Irak Savaşı. Savaşın lehinde oy verdiği gibi savaşın savunuculuğunu da yapmamış mıydı? Şimdi kendisine 'Başkanlığa seçildiğinde ne yapacaksın' diye sorulduğunda, şu kaçamak yanıtı veriyor: "Ekim 2002'de Başkan olsaydım savaşı başlatmazdım. Eğer biz Kongre olarak bu savaşı 2009'un Ocak ayından önce bitiremezsek, ben Başkan olarak bitireceğim!" Peki nasıl? Esas meçhul olan bu.
John Edwards ise, 40 bin (şu sırada Irak'ta 140 bin asker bulunuyor) Amerikan askerinin derhal çekilmesini ve 18 ay içinde ise birliklerin 'bölgeden' değil ama Irak'tan çıkmasını öneriyor. John Edwards da 2002 yılında Hillary Clinton gibi savaşın lehinde oy kullanmıştı. Sonra pek ortada görünmedi. Bugün ise günahlarından arınmış imajı ve Irak konusundaki yeni pozisyonuyla Demokrat Parti'nin savaş karşıtı aktivistlerinin sempatisini kazanmakta.
Demokratlar Irak Savaşı'nı Bush yönetimine ihale edip "ne kokar ne bulaşır" bir söylemle 2008 seçimlerine gitmeyi planlıyorlardı. Şimdi savaşı bitirmek ve ABD'nin dünyada kaybolan moral otoritesini yeniden kazanmak gibi bir büyük sınavla karşı karşıyalar. Bir bakıma, '11 Eylül koşullarının Demokratı' olmayı benimsemenin bedelini ödüyorlar!(ZAG/EÜ)