Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 3 Kasımda yaşananların geçmişte kaldığını savunarak önemli olanın hukuksuz bir biçimde de olsa Meclise girebilmek olduğunu gösterirken; Mehmet Ağar başkanlığındaki Doğru Yol Partisi (DYP) demokrasiye sahip çıktı ve sorunu DYPli 66 vekile indirgeyebildi. Tartışma sürecinde neyi savunduğu anlaşılamayan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise YSK kararı sonrası verilen karara saygılı olduğunu ifade ederek safını net olarak belirledi.
Tüm bu tartışmalar sürerken hiç kimse yasakları, barajları, temsili demokrasiyi ve dahası kapitalizmle demokrasi arasındaki bağı konuşmadı
Oysa dünyada ve ülkede yaşananlar demokrasi kavramının sorgulanmasını, içeriğinin tartışılmasını çoktan hakkettiriyor.
Biz bu yazımızda demokrasi kavramını egemen düzenden, muktedirlerden ötede tartışmak istedik:
Nasyonal cephenin sağdan ve soldan şahinlerin haricindeki tüm toplumsal varolma kimliklerinin anlaştıkları bir kavram; demokrasi. Hayatın ilginç paradoksudur ki; tüm kimlikleri birleştiren, buluşturan kavram olan demokrasi, aynı zamanda bu kimliklerin böleni. Çünkü kimlikler ve sınıflar, kavram olarak anlaştıkları demokrasinin tanımında oldukça farklılaşıyorlar.
O halde biz de demokrasi kavramın tanımını oluşturarak tartışmayı derinleştirme çalışalım.
Demokrasi, temsili demokrasi
Başvuru kaynağı olarak aldığımız Sosyoloji Sözlüğünde (*1) ilk tespit; çok sayıda siyasal sistem ve ideolojinin demokrasi kavramına sahip çıkması nedeniyle kavramın gündelik kullanımının fiilen anlamsızlaşmaya başladığı vurgusu oldu.
Antik çağ demokrasisini geçip günümüzün modern demokrasisine geldiğimizde, var olan demokrasinin artık temsili demokrasi olduğunu gördük. Pekiyi, nedir bu temsili demokrasi?
Anılan kaynak, temsili demokrasiyi; "yurttaşlar, bir parlamento ya da kongre gibi ulusal çaplı merkezi bir forumda, alınması gereken kararlar ile yapılan çeşitli tartışmalarda kendilerinin çıkarlarını temsil edeceklerini vaat eden politikacıları seçerler. Demek ki parlamento, ideal olarak minyatür bir demos'tur" ifadeleri ile tanımlıyor. (*2)
Tartışmanın bu noktasında iki vurgunun altı çizilmeli:
a) Demokrasi kavramı, insanlığın uygarlık koşusunda biçim değiştirerek; herkesin bizzat kendisinin söz hakkına sahip olduğu doğrudan demokrasiden, bireylerin/çıkar gruplarının/varolma kimliklerinin dolaylı sözcülerine söz hakkını teslim eden temsili demokrasiye geçmiştir. İnsanlığın uygarlık koşusu, en azından demokrasi açısından akılcı eleştiriye tabi tutulmak zorunda değil mi?
b) Temsili demokrasinin de olmazsa olmazı, parlamento ya da kongre gibi bir platformun çalışmasıdır. Çünkü demos ancak bu alanda var olabilmektedir. Bu nedenle, böylesi bir alanın olmaması ya da fiilen çalışmaması, temsili demokrasinin işlemediğini göstermektedir.
Kaynağımıza göre; parti içinde gerçek bir rekabetin olması, farklı çıkarların gerçekten temsil edilmesi, serbest ve adil seçimler, adaylar ile politikalar arasında gerçek tercihler yapma olanağı, parlamentonun gerçek bir iktidara sahip olması, kuvvetler ayrımı, tüm yurttaşların medeni haklarının olması ve hukukun egemenliği (*3) demokrasinin olmazsa olmaz koşullarıdır.
Bu noktada soluklanıp mevcut kavramların bu coğrafyadaki karşılıklarını düşündüğümüzde demokrasi oyununda nerede ikamet ettiğimiz aşikar hale geliyor:
Lider sultası, etnik-dinsel ve emek eksenli parti kurma yasakları, çöplerden toplanan oylar, kaçırılan seçim sandıkları, bazı partilerin parlamentoda temsilini önlemek için uygulanan barajlar, merkez yoklaması ile belirlenen adaylar, seçim sonrası unutulan parti politikaları, Uluslar arası Para Fonu (IMF) Milli Güvenlik Kurulu (MGK) patentli hükümetler, YSK başta olmak üzere yargının hukuki olmayıp siyasi olan kararları Bizim coğrafyadaki demokrasinin olmazsa olmazları ne yazık ki.
Kapitalizm demokrasi oyunu
Ama ne yazık ki, sorun bu kadar değil, sorun daha derinde; egemen sistemin, kapitalizmin bizzat kendisinde:
Hatırlanacağı üzere Marks ve Engels, Manifesto'da hükümet aygıtını; "bütün burjuvazinin ortak işlerini idare eden bir komiteden başka bir şey değildir" ifadeleri ile tanımlamıştı.
Gerçekten de liberal sistem dahilinde partiler, aksini iddia etseler dahi, geçmişlerinde uzun, zorlu ve hatta kanlı bir davanın mirasını taşısalar dahi, devletin yürütme gücünü üstlendikleri andan itibaren, sadece ve sadece kapitalizmin çıkarlarının sözcüsü olmak zorunda kalmaktadırlar.
Son yirmi yılda ekonomi üzerinde yoğunlaşılarak onun siyasetten özerk hale getirilmesi; siyasetin tartışma alanına ekonominin dahil edilmemesi; ekonominin etkilenmemesi için gerektiğinde siyasetin göz ardı edilmesi; halkın kendisini yönetecek kişileri belirlediği seçimlerin dahi ekonomiyi olumsuz etkileyen bir faktör olarak yorumlanması; ekonomi ve istikrar hatırına tam hukuksuzluk hali yargı kararı ile saptanan seçimlerin dahi iptal edilmemesi; ekonominin siyaset üstü ilan edilmesi ve iktisadi alanın (egemen sistemin) var olan yasalarına herkesin uymak zorunda olduğunu buyuran kapitalizm, bu ideolojik hegemonya sayesinde demokrasiyi açıkça yok etmektedir.
Kapitalizm, kuralını kendisinin koyduğu bir ortamda demokrasi oyunu oynamak istemektedir. Oyunun kurallarını değiştirme hakkınız yoktur.
Modern demokrasilerde devlet, güç ve rıza sayesinde, kurallarını kapitalizmin koyduğu oyunda oyuncuları, yani oyunun asıl öznelerini seyirci haline getirerek; bireyleri, kendisine, topluma ve siyasete yabancılaştırmıştır.
Yabancılaşmanın tuzağında, dipsiz derinliklerinde kaybolan insan bağırmaz, isyan etmez, egemen ideolojiyi sorgulamaz. Modern demokraside sorgulamak, eleştirmek, demokratik isyanları örgütlemek totaliter zincirlerle sarmalanmamıştır ama, modern demokrasi, sistemin çeperlerinin dışına çıkabilecek, modern kölelik tahakkümünü yıkabilecek her eylemi, her düşünceyi yabancılaşmanın çölünde daha yeşertmeden kurutmuştur.
Ve tarihin sonu gelmiştir!
Aç-açıkta kalmadığı için şükreden, şans oyunlarında elbet bir gün kazanacağını umut eden bir toplum yaratılmıştır. İnsanlar, kalplerinin üzerlerinde, artık onuru ve idealleri için ölümü göze alan kahramanları değil, piyasa değerlerine boyun eğen, onun kurallarına tabi olup köşeyi dönen omurgasızları taşımaktadırlar. Kültürel çeşitlilik endüstrileştirilmiş; kendisine, topluma ve siyasete yabancılaşan insanı bir sonraki çalışma gününe hazırlamakla görevlendirilmiştir.
Tarihin son döneminde yaşanan bu siyasette karar alma ve tartışma sürecinin kendisi değil, sonuçları önemsenmektedir. Karar çok hızla alınmalıdır, seçime/tartışmaya/uzlaşmaya/tavize yer yoktur. Tartışma ile kaybedilen her saniyede, her dakikada milyonlarca dolar sanal ortamda bir yerden başka bir noktaya akmaktadır. Havalarda uçuşan dolarları yakalamanın tek yolu; hızla, eleştirmeden, düşünmeden egemen sistemin kurallarına uymaktır. Düzenin istikrarı her şeyden değerlidir. Şirket kârları, bilançolar, mark-dolar-euro paritesi hayatın vazgeçilmezleridir.
Artık sonsuz zamanda, sınırların ortadan kalktığı sonsuz coğrafyada her ihtiyaç sisteme tabi kılınmış, metalaştırılmıştır. Her istek, her grupsal çıkar siyasetten soyutlanmıştır. Doğruluğu tartışılmadan kabul edilen egemen sistemin ekonomi yasaları hayatın tek hakimidir, tek belirleyicisidir. Her kavram piyasanın yasalarına tabi kılınmıştır.
Demokrasi, piyasaya kurban edilmiştir.
Bu şartlar altında böylesi bir oyunun özgürlükçü olduğunu, tüm insanlığa mutluluk, refah getirebileceğini düşünebilir misiniz?
Ve işte bu nedenledir ki; nicedir modern demokratik yapılanması nedeniyle imrendiğimiz, o noktaya ulaşmaya çalıştığımız kıta Avrupasında dahi insanlar temsili demokrasiye inançlarını yitirmekte, seçime katılma oranları gün geçtikçe düşmekte, hükümetler kamuoylarını temsil edemez duruma gelmektedirler.
Böylesi bir demokrasi oyununun var olduğu bir dünyada 4 Ekim 2003 günü açıklanan YSK kararı farklı olsa ne değişirdi ki?
* Bu yazının daha geniş bir biçimi Toplumsal Ekoloji dergisinin Güz 2002 sayısında Yabancılaşma adı altında yayınlanmıştır.
1 Gordon Marshall. 1999, 'Sosyoloji Sözlüğü', Bilim ve Sanat Yayınları, Birinci Basım.
2 A.g.e., s 140.
3 A.g.e., s 141.
* Osman ELBEK; Gaziantep SSK Hastanesi Hekimi