Umutlu günlere dair beklentilerin epeyce azaldığı, kaygılı bekleyişlerin epeyce arttığı günlerdi.
Tam da o hengame içinde Diyarbakır Demokrasi Platformu Diyarbakır'da çok geniş katılımlı "Demokrasi Kurultayı"nı düzenlemişti.
Belki o günün atmosferinde konferansı düzenlemekle pek bir şey değişmemişti. Ama bir şey net olarak başarılmıştı ki o da şuydu: En zor günlerde, tünelin ucunda ışığın görülmediği anlarda dahi ışığın var olduğunu ve bir gün görüleceğini hayal edenler her zaman bir şeyler yapabiliyordu.
Diyarbakır Demokrasi Platformu 32 sivil toplum kuruluşu, meslek odası ve sendikalardan oluşmuş, ünü artık Diyarbakır'ın da dışına, hem de epeyce dışına uluslararası alanlara taşmış bir yerel örgütlülük, inisiyatif. Ve çok da önemsenen, ciddiye alınan bir kurumsal örgütlenme.
İşte bu Demokrasi Platformu bu yıl, 2005 yılı Mayıs sonunda, yani "Demokrasi Kurultayı"nı yaptıktan on yıl sonra, bu kez Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile birlikte Diyarbakır 5. Kültür Sanat Festivali Programı çerçevesinde 28-30 Mayıs tarihleri arasında "Ortadoğu'da Barış ve Halkların Barış Hakkı Diyarbakır Konferansı"nı düzenledi.
Açık söylemek gerekirse Diyarbakır kadar "Barış" kelimesini kavramsal manada kullanan ve bu kadar çok dillendiren Türkiye coğrafyasında bir başka şehir olduğunu ben bilmiyorum.
Bunu elbette yadırgamamak gerek! En az 20 yıl boyunca şiddetle iç içe yaşamış bir toplumun barışı bu denli canı gönülden istemesi, talep etmesinden daha doğru ne olabilir ki!
Ortadoğu'dan, Avrupa'nın İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere gibi bir dolu ülkesinden ve tabi İstanbul, Ankara gibi büyük metropollerden gelen barışı dillendirme taraftarı aydınlar en çok da Diyarbakır'ın bu barış talebinin gerekliliğine parmak bastılar konferans boyunca.
Çünkü onlar da biliyorlardı ki, Diyarbakırlılar barış diyorsa, bu "Kürt sorunun demokratik çözümü" demektir.
Diyarbakırlılar barışı istiyorsa yeniden bu ülkenin şehirlerine, kasabalarına, köylerine gencecik şehit tabutları gitmesin diyedir.
Üç günlük konferans ve paneller dizisi boyunca ezberleri bozan, kafalarda değişik soru işaretlerinin adeta yeniden oluşmasına da neden olan konuşmalar da yapılmadı değil!
Bunlardan bir kaçını da toplantının dip notları olarak kanımca dillendirmekte yarar var diye düşünmek istiyorum.
Bana göre konferansın en ilginç konuşmalarından birini Cengiz Çandar yaptı.
Daha çok Kuzey Irak'ta yeniden yapılanan Federe Kürt Devleti'ne gönderme kabilinden ve salondaki Kürtlerden de konuşma boyunca üç kez aralıklarla alkış alan sunuşu en çok sol perspektiften soruna çözüm getirmeye çalışanları rahatsız etti.
Zaten bunun yanıtı da gecikmedi. Ertesi günkü sunuşlardan birinde Ragıp Duran'ın konuşmasında cepheden verildi. Ve kısmen sol cenah "rahatlamış oldu".
Bir başka ilginç konuşma Naci Kutlay'ın "1800'lü yıllarda Bedirhan Bey'le başlayan süreçle 1915'lere kadar, Kürtlerin de Ermenileri katlettiği" sunuşuna salondaki Kürtlerden gelen tepkiydi.
Son yıllarda Türkiye'de özellikle metropollerde hırsızlık, kapkaç, mafya ilişkileri ve fuhşa varıncaya kadar bir dolu olumsuzluğun kaynağı olarak gösterilen Kürtlerin, bu kez de "Ermenileri katlettikleri" teziyle harmanlanması Türkiye resmi tezine destek sunacağı gibi algılandı.
Yine bir başka farklı sunuş İtalyan Parlamentosunun sol grubundan Vittorio Agnoletto'dan geldi. Kürt Dostu olduğunu savlayan Agnoletto; "Türkiye'de eksik buldukları genel demokratikleşme ve hak ihlalleri" ile ilgili çok sıkı ve acımasız bir denetim mekanizması uygulayacaklarını ifade edince, bunun Türkiye'de Avrupa Birliği (AB) karşıtı şahinlerin tam da istedikleri anlamına gelebileceği şeklinde algılandı.
Bir delege olarak benim de katılımcısı olduğum Barış Konferansının kanımca en içe işleyen konuşmasını Boğaziçi Üniversitesi'nden Nazan Üstündağ yaptı.
Üstündağ, "Diyarbakır, dünyada eşi görülmemiş bir şehir. Ben buna Diyarbakır Modeli diyorum. Diyarbakır Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğini kırmış bir şehir. Kırmanın dışında da dünyaya model sunmaya çalışmış bir şehir. Ve Diyarbakır dünyaya çeperlerden girmeye çalışan bir şehir" dediğinde salondaki hararetli alkış gerçekten görülmeye değerdi.
Sonuç olarak bugün Diyarbakırlıların barışa ihtiyacı var. Elbette Türkiye'nin de barışa ihtiyacı var. Diyarbakırlılar, biraz daha geniş tutarsak Kürtler, bugün bu ülkede duruşlarıyla, davranışlarıyla, talep ettikleriyle barışın ve demokrasinin turnusol kağıdıdırlar.
Bu sese, bu soluğa ve bu çıkışa ilgi duymak bu ülkenin aydınım diyenlerinin boynunun borcudur.Uzatılan barış elinin yürekli ellerle tokalaşmaya gereksinimi var.
Diyarbakır Barış diyorsa boşuna değil. (ŞD/BA)