Kobanî davasının 48. duruşma periyodu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülüyor.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
KOBANÎ DAVASI
Demirtaş: Savunmamı babama ithaf ediyorum
Kürdistan coğrafyasının bölünmesi
Demirtaş, dünkü duruşmanın öğleden sonraki oturumunda da beyanına devam etti, Kürt-Türk ilişkilerine, tarihsel gelişmelere ve Kürt sorununun kaynağına dair değerlendirmelerde bulundu:
“İki ayrı halkın tarihinden, iki ayrı halkın sosyolojisinden bahsediyoruz. Son 100 yılda Kürtler ne yaşıyordu, Türkler ne yaşıyordu, neden tarihlerimiz birbiriyle çatışıyor, bugün nasıl bunları çatıştırmadan düzenleyebiliriz bunları anlatacağım. Kürtlerin tarihi anlatılmıyor.
Kürtlerin tarihi, yaşadığı acıları bilinmez. Bir Kürtler bir de onları yakından takip eden dostları bilir. İnkilap tarihi kitaplarında birkaç yerde Kürtlerden bahsedilir, o da zararlı cemiyetler olarak. Kürtlerden hiçbir yerde iyi bir şekilde bahsedilmez.”
1514’teki Çaldıran Savaşı ile birlikte Kürtlerin coğrafyasının ikiye bölündüğünü anımsatan Demirtaş, “Kürt tarihinde de tartışmalı bir kişilik olan İdris-i Bitlisi hem Yavuz Selim’e danışmanlık yapar hem de savaşın akıl hocalığını yapar. Çaldıran Savaşı Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlanır ve Kürdistan coğrafyası de facto olarak ikiye bölünür. Daha sonra bunun resmileşmesini 1639’daki Kasrı Şirin Anlaşmasıyla görürüz. Ama aşağı yukarı 1514 yılından beri Kürdistan coğrafyasının 3’te biri İran Safevi Devleti’nin sınırları içerisindedir” dedi.
Osmanlı döneminde özerk otonom yapılar
Daha sonra Kürdistan tarihinin yazılmaya başladığını vurgulayan Demirtaş, sonrasında yaşanan Kürt isyanlarına dikkat çekti. Demirtaş, Abdülhamit döneminde Kürdistan madalyası bastırıldığını belirterek Osmanlı döneminden beri Kürtlerin özerklik ve otonom örgütlenmelere sahip olduğunu söyledi:
“Kürtler bütün yaşadıklarını yazılı tarihle değil ama sözlü tarih ve dengbejler yoluyla bugüne taşımıştır. Kürtlerin hafızalarında o dönemler dahil her şey canlıdır. Mir Bedirxan, Osmanlı tarafından baskıya uğrar. Mir Bedirxan ihanete uğrayarak yenilgiye uğrar. Mir Bedirxan dönemi Kürt-Kürdistan tarihi açısından önemlidir ve kimi fezlekelerde geçtiği için değineceğim. Bedirxan Beyliği ortadan kaldırılırken Kürtçe, Kürdistan yasaklanmıyor. Kürdistan’ın emirliği Osmanlı tarafından kabul ediliyor.”
Hamidiye Alaylarına da dikkat çeken Demirtaş, “Bununla Kürtler kendi örgütlenmelerini korur ama verdikleri zarar çok daha büyüktür. Bugünkü koruculuk sistemine benzer. Kürt aşiretleri Hamidiye Alayları eliyle birbirine zulüm uygular. Hamidiye Alayları Kürdistan tarihinde olumsuz bir role sahiptir ama bunu olumlu bulan Kürt İslamcılar da vardır. Ben olumlu bulmuyorum” dedi.
“Kürt sorunu emperyalistlerin bize armağanı”
Kürdistan tarihine ilişkin anlatımlarını sürdüren ve Sykes-Picot Antlaşmasına da değinen Demirtaş, bugün çizilen sınırların büyük oranda Sykes-Picot Antlaşmasıyla belirlenen sınırlar olduğunu vurguladı ve “1514’te fiilen ikiye bölünen Kürdistan coğrafyası 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması ile dörde bölünür. Kürdistan’ın bölünmesi emperyalistlerin bize armağanıdır ki daha sonra kendi hatalarımızla bu sorunu büyüttük” diye konuştu.
Demirtaş, 1925’teki Şeyh Said İsyanına da dikkat çekerek, “Kürtler Türklerle birlikte hareket etmemiş olsaydı kaderimiz nasıl olurdu bilemiyorum. Birlikte hareket etmeyi seçtiğimiz için bugün bu trajedi yaşanıyor” şeklinde konuştu.
Şeyh Said isyanına karşı katliam ve Dersim Katliamı
Lozan Antlaşmasına da işaret eden Demirtaş, “Bu anlaşmada Kürtlere yönelik hükümler yer almaz, Kürtlere dair herhangi bir hüküm yoktur. Çünkü İsmet İnönü ‘Ben Kürt ve Türk halkının temsilciyim’ der. Kürt mebuslar bunu teyit ederler. Lozan Anlaşması bir başarı olarak görülür” bilgilerini paylaştı.
Şeyh Said’in kafasında büyük bir isyan fikri olmadığını ancak Azadi Örgütünün teşvikiyle ve yanlış anlaşılma sonucu isyanın patlak verdiğini dile getiren Demirtaş, şöyle devam etti:
“1925 çok önemlidir, Türk-Kürt ilişkilerinin önemli bir kırılma noktasıdır. Yeni tarih yazımında Kürtler arkadan vurdu yazımına kadar giderler. Burada kandırılan Ankara değil Şeyh Said ve arkadaşlarıdır. Hepsi halifeliğin devamı için savaştılar, hepsine özerklik sözü verildi. Bunlar tarihi gerçekler. İki ayrı anlatı ve iki ayrı duygu kırılması var. Biri için vatana ihanetle suçlanan, öteki için kahramandır. Sabah anlattığım tehlike kodları Kürtler için başka, Türkler için başkadır. Ağrı İsyanı da kanlı bir şekilde bastırıldı. Zilan Deresinde Kürtler katledilir ve orası uzun süre yerleşime kapatılır. 1930’da Ağrı İsyanı başlatılırken Barzani öncülüğünde Irak’a karşı isyan başlar.”
Dersim Katliamının da Kürtler için büyük bir kırılma olduğuna işaret eden Demirtaş, “Şeyh Said İsyanına karşı yapılan katliam Sünni Kürtler için, Dersim Katliamı Alevi Kürtler için kırılma noktasıdır. Dersim bir isyan değildir, orada bir isyan hazırlığı da yoktur. Dersim bir ilin ismi değildir, bir bölge adıdır. Kürt Aleviliğinin yaygın olduğu bir bölgedir. Dersim Kürtler için de Aleviler için de özgündür. Dersim bölgesi özerktir ve oradaki katliamın nedeni bu özerkliği dağıtmaktır. Ocak örgütlenmesiyle toplumsal sorunlar çözülür. Dersim Katliamı ile ocak sistemi dağıtılmaya çalışılır. Katliam emri İsmet İnönü tarafından verilir” diye kaydetti.
Demirtaş savunmasında 3’üncü Barzani isyanını ve bu isyanın İngilizlerin desteğiyle nasıl yenilgiye uğradığını, 1946’da ilan edilen Mahabat Cumhuriyetini de anlatarak Kürt tarihine ilişkin bilgileri paylaştı.
49’lar Davası
Demirtaş 49’lar Davasına da dikkat çekerek şunları söyledi:
“Musul’da içinde Kürtlerin de olduğu bir grup tarafından Türklerin katledilmesi duyulunca, Ankara’da siyasetin havası gerilir ve orada öldürülen Türkmen kadar Kürt öldürülmesi CHP’li bir milletvekili tarafından teklif edilir. Orada katledilen Türkmen kadar Türkiye’de Kürt’ün katledilmesi teklif edilir. Bütün o sessizlikten sonra Kürtler o dönemde Türkiye Kürtleri olarak imza toplar. Bu, uzun yıllar yaşanan sessizlikten sonra Kürtler adına atılan ilk imzadır. Çünkü Dersim ve Ağrı katliamlarından sonra Kürtlerin asimile edildiğine inanılır. Ankara’da tartışmalara sebep olan bu dilekçe sonrasında aralarında Ape Musa’nın da olduğu 50 Kürt ileri geleni, öğrenci, aydın tutuklanır. Biri yargılama başlamadan hayatını kaybeder ve olay 49’lar Davası olarak tarihte yer alır. Yargılamalar uzun sürer. En son zamanaşımından dava düşer. Bu dava Kürtlerin hafızasında önemli yer bırakır. Onların tek suçu imzaladıkları dilekçeye ‘Türkiye Kürtleri’ yazmalarıdır. Ankara’nın tüylerini diken diken etmiştir bu tabir”.
“Vedat Aydın’ın katledilmesi önemli bir başka kırılmadır”
PKK’nin kuruluşuna, aynı yıl gerçekleştirilen Maraş Katliamına ve daha sonra yaşananlara kronolojik olarak dikkat çeken Demirtaş, “90’da HEP kurulur ve Kürtler haklarını demokratik mücadele yoluyla kazanacaklarına inanır. Bu, Kürtlerde büyük coşku yaratır” dedi.
Demirtaş, Vedat Aydın’ın katledilmesine de dikkat çekerek, “18-19 yaşındaydık, Vedat Aydın’ın katledilmesi benim politize olmama neden oldu. Vedat Aydın’ın cenazesinde ben de vardım. Vedat Aydın’ın katledilmesi benim ve Kürtlerin hafızasında önemli bir başka kırılmadır” dedi.
Öcalan tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkeslere, bunların boşa çıkarılmasına, parti kapatmalara, failli meçhul cinayetlere, özel savaş politikalarına da konuşmasında dikkat çeken Demirtaş, devletin Öcalan ile İmralı’daki görüşmelerinin de 2000 yılında başladığını belirtti.
“Bugünkü Kemalizm’i, Mustafa Kemal bile tanımlayamazdı”
Daha sonra Türk tarihine değinen ve Jön Türklerin faşizmden sosyalizme, komünizmden siyasal İslam’a kadar her düşünce akımını takip ettiklerini belirten Demirtaş, “Bütün bunlar karışınca ortaya çorba çıktı” dedi. Demirtaş, Kemalizm’in bütün bu akımlar arasında bocaladığını belirterek, “Yaşasaydı bugünkü Kemalizm’i herhalde Mustafa Kemal’in kendisi bile tanımlayamazdı” diye konuştu.
Demirtaş Cumhuriyetin kuruluş döneminde faşizmin ve komünizmin revaçta olduğunu ve Türklüğün de o mertebeye çıkarılmak istenildiğinin altını çizerek, “O yüzden hep İtalya ve Sovyet Rusya’ya ziyaretler yapılır. Kadro diye bir doktriner dergi çıkarılır ve o dergide faşizm övülür” dedi.
Türklük tanımı
Demirtaş, Türklüğün tanımının koşullara göre değiştiğini belirterek “Bazen herkes Türk’tür, bazen sadece Türkler Türk’tür, bazen Kürtler Türk’tür, bazen Kürtler Kürt’tür, bazen Kürtler yoktur. Bazen bütün dünya Türk’tür, bazen Kıbrıs ve Azerbaycan Türk’tür. Duruma göre, ihtiyaca göre değişen pragmatist bir Türklük tanımdan bahsediyoruz” dedi.
Demirtaş, Kemalizm’in hiçbir şekilde toplumda tam olarak yer edinemediğini ve ordunun da bu nedenle on yılda bir darbe yaptığını söyledi.
Solun da vatan haini olarak beyinlere pompalandığını söyleyen Demirtaş, “Ama bu büyük bir yalandır. Solun hataları vardır ama hiçbir zaman vatan haini değildir. Bu halk için her zaman en büyük bedeli ödemiştir. 1980 Darbesinin asıl hedefi soldur. Kemalist devrim yaptığını iddia eden Kenan Evren, Alevi köylerine camiler inşa ederek ve pek çok benzer uygulamalarla solun yerine İslamcı bir anlayışı yerleştirmiştir. Bu darbe Kemalist bir darbe değil yeşil İslamcı bir anlayışın sonucudur. Bu darbe henüz bitmiş değildir. 1980 Darbesi bütün kurum kuruluşları ve zihniyeti ile devam ediyor” dedi.
Türk ve Kürt devrimciler
“Kürtler sindirilir, Aleviler sindirilir, solcular sindirilir. Cumhuriyetin 3 temel tehdidi sindirilir. Ne zamana kadar, 68’e kadar, öğrenci hareketleri başlayana kadar” şeklinde konuşan Demirtaş, “CHP’nin kafası Cumhuriyetin başından beri karışıktır. Halen de böyledir. Ortanın solundan ortanın sağına kadar savrulur durur” dedi.
Demirtaş sol sosyalist mücadele tarihine de değinerek şunları söyledi:
“Deniz Gezmiş ve arkadaşları Hüseyin ve Yusuf vardır, Mahir Çayan vardır. Kürt hareketinde Mazlum Doğan 24 yaşındadır. İbrahim Kaypakkaya 24 yaşındadır. Bunların hepsi büyük teoriler yazarlar. O yıllarda Türkiye’nin 20’li yaşlarındaki gençleri dünyayı sarsacak teoriler yazdılar ve bunları hayata geçirmek için pratiğe geçtiler.
Sonrasında sol kendi içerisinde fraksiyonlara ayrıldı, paramparça oldu. Ancak o döneme damgasını vuran gençler bugün halen Türkiye sol sosyalist hareketinin öncülüğünü yapıyorlar. TİP’in varlığı Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, bunların Kürt hareketiyle ilişkileri kendi içlerinde kıpır kıpır bir tartışma yürütürler. Belki iktidara gelemiyorlardı ama Türkiye’deki vicdanı bozulan erdem sözleşmesini yeniden kurmaya çalışan en önemli düşünce akımlarıydı bunlar.
Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli yeniden sol ve sosyalist tartışmaları topluma taşımaya çalışmanın yanı sıra Cumhuriyetin hatalarıyla yüzleşmeye de çalıştı. Bu Türkler için ilkti. Mahir Çayan, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını en net ifade eden öncülerden biridir. İbrahim Kaypakkaya aynı şekilde. Bunlar Türk halkının değerleridir. Bunları bugün terör örgütleri diye anıyorlar. Asıl bunlara kıymet vermelidirler.
Topal Osman’ı anacağınıza bunları anın diyeceğim ama nereden anlayacaklar. Bunlar anti-emperyalistçilerdi, Kürt halkının dostlarıydılar. Kürt halkı olarak geri dönüp baktığımızda o dönemde anlaşılmayan şeyin ne olduğunu çok iyi anlıyoruz. Kaypakkaya 24 yaşında Kürtlerin tarihini Kürtlerden daha cesur sahiplenebiliyordu. Deniz Gezmişler idam sehpasına giderken “Yaşasın Kürt ve Türk halkının kardeşliği” diye slogan atabiliyorlardı.
Onların takipçileri bugün bizimle HDP’de siyaset yürütüyorlar. Maalesef sol, 1980 Darbesinden sonra uzun yıllar kendisine gelemedi. Nasıl ki Kürtler demokratik siyaset yapmaya çalıştıysa, sosyalistler de bu yolda çok sayıda parti kurdu. Örneğin ESP İslamcılardan çok daha sert ve net bir şekilde 28 Şubat Darbesine karşı tavır sergiledi demokrasiyi savunmak adına. Bütün bu onurlu insanlar bu mahkemelerde yargılandılar, işkencelerde katledildiler ama geri adım atmadılar.
Bugün bizimle birlikte hareket ediyorlar, çünkü ortak ve onurlu yaşamın ancak böyle mümkün olduğuna inanıyorlar. Bu bizim için büyük bir onur ve gururdur. Onlar bizi gururlandırdılar, biz de ortak mücadeleden vazgeçmeyerek onların emeğine ve tarihsel mirasına saygılıyız.”
“Halkın çözüm istemesi nasıl suçlama konusu yapılır”
Demirtaş daha sonra hakkında hazırlanan fezlekelere ilişkin beyanlarda bulunarak, bu fezlekelerin tamamının siyaset yapma hakkına yönelik olduğunu söyledi.
10 no’lu fezlekede, “Kandil’de örgüt yöneticileri ile fotoğraf çekme” suçlamasıyla karşı karşıya kaldığını belirten Demirtaş, “Propaganda amaçlı değildi. Barış sürecinin ciddiyetini, olabilirliğini göstermek amacıyla yapılan sosyo-psikolojik bir çalışmaydı. Türkiye’de artık silahların susacağını göstermek için çekilmiş bir fotoğraftı. Bir diğer fezleke demokratik çözüm çadırıdır. Bir halk çözüm istiyorum diyor diye nasıl suçlama konusu olur. Bu sabahtan beri anlattığım trajedinin bir başka örneğidir. Ortada bir suç yok, hakkı ihlal edilenler Kürtler” diye konuştu.
“Devlet Kürtlere şöyle bakıyor: Ya benimsin ya kara toprağın”
Hakkında hazırlanan fezlekelerin tamamının yürüyüş ve konuşmalardan ibaret olduğunu ve tamamının Kürt sorununun çözümünü içeren konuşma ve eylemlerden oluştuğunu dile getiren Demirtaş, “Bu fezlekeler ifade özgürlüğüne, demokratik eylem hakkına müdahaledir. Bir diğer fezleke gerilla cenazesine ilişkin. Katılmadığım bir eylem ama kumpasın bir parçası olarak buraya sıkıştırılmış” dedi.
Demirtaş, “Bu fezlekelerde direniş dediğimiz her şeyin altını çizmişler. Direniş eşittir terör. Bizim jargonumuz farklı, tarih bilincimiz farklı, kullandığımız kavramlar farklı. ‘Barış için direniyoruz. Bu savaşı bitireceğiz, bunun için direneceğiz’ demişiz bunun altını çizmişler. Ben Diyarbakır İHD Başkanı iken İl İnsan Hakları Kurulu kurulmuştu. Vali kurulun temsilcisiydi. Orada yaptığım konuşmada İHD örgütleri dedim diye sözümü kesti Vali, ‘Örgüt demeyin, başka bir şey deyin’ dedi. Abdulhamit’ten beri böyle. Burun kelimesini bile yasaklamıştı kendisi. Biz direniyoruz, hapiste direniyoruz, parlamentoda direniyoruz. Zulme karşı direniş haklıdır, meşrudur. Sen gece gündüz Gazze için direniş çağrısı yapıyorsun, hilafet çağrısı yapıyorsun. O niye suç değil? Biz özerklik isteyince niye suç? Onlarınki barışçıl ise bizimki de barışçıl. Türklerin ve Kürtlerin hafızası başka aktı. Yüz yılda iki ayrı korku ve travmaya sahip halk, aynı ülkenin çatısı altında mecburlar, mahkumlar ve aynı zamanlarda cezalılar. Bizim için ceza gibi ama Türkler için de ceza gibi. Başka bir çaremiz de yok. Türk Devletinin Kürtlere bakışı şöyle: Ya benimsin ya kara toprağın. Slogan yasak, pankart yasak, siyaset yasak, sivil toplum örgütü yasak. Dağa gidince terörist. E siz dik alasını yapıyorsunuz. Şeriatı da hilafeti de savunanınız oluyor. Biz de hakkımızı kullanıyoruz. Bize izin verseniz ölümleri engelleyeceğiz” dedi.
“Kürtçe ve Süryanice konuşulmasını engellemek ırkçılıktır”
Parlamento’da Kürtçe konuşmaların engellenmesine de tepki gösteren Demirtaş, “Yahu Süryanice bile konuşturmadılar. 2023 yılından söz ediyoruz, utanç verici bir şey. Özür dilenip el üstünde tutulması gereken inançlar, halklar bunlar ama utanmadan hala onlara hakaret ediyorlar. Yahu bunu alkışlamanız gerekiyor. Bunu yapması gereken adam, ırkçı faşist hezeyanlarla Süryanice konuşanı kovmaya çalışıyor. Anlattığım şey 1800’lerden değil. 1800’lerden anlatmaya başladım. Bitmiyor aynı zihniyet, devam ediyor. Bunu yapan kim, en zengin milletvekili. Kürtçe, Süryanice iki kelime tahammül edememenin adı faşizmdir, ırkçılıktır. Bu fezlekeler işte bu zihniyetle hazırlanmış. Savcının bu fezlekeyi fırlatıp atması lazım. Ama ne yapıyor, kabul ediyor. Ey Savcı, sen kimsin ya! Ben anavatanımda, Kürdistan'ın kalbi Amed’de bunları konuşmuşum, sen fezleke hazırlamışsın!” şeklinde konuştu.
“Tek çözüm yolu var, Kürt’ün olduğu gibi kabul edilmesi”
Demirtaş şöyle devam etti:
“Hepimiz Erdoğan’ın hayranı mı olacağız? O zaman biz biz olmayız, onurumuzu kaybederiz. Kürt sorununun bir tek çözüm yolu var o da Kürt’ün olduğu gibi kabul edilmesi. Türk neyse o, biz Türk’e şekil vermeye çalışıyor muyuz? Bunu yapma hakkımız da yok, böyle bir zihniyetimiz de yok. Türk, Fatih Sultan’ı anmasın, anarsa savcı soruşturma açar. İstanbul Fethi’ni anmayın. Biz tarihteki büyüklerimizi andık diye yargılanıyoruz. Qazi Muhammed’i andık diye suçlama yapılmış.
Kürtler kutuplarda halk elde etse bile ona karşı çıkarlar. Bir iglo yapsa Kürtler ve Kürtlerin evidir dese, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kutuplara nota verir. Bahçeli der ki ‘Derhal tuzla buz edilmeli. Omuz üstünde baş konulmamalı. Türk’ün gücü gösterilmelidir’. Yapılmadı mı?”
“Birlikte yaşama varız ama bu zihniyete direneceğiz”
Daha sonra Kürdistan’da yapılan katliamların, kolluk güçlerinin yaptığı yazılamaların fotoğraflarını gösteren Demirtaş, “Bunları ben yazmadım. Bunu bir Kürt yapsa lanetleriz” dedi.
Bir yazılamadaki “Türk’sen övün, değilsen itaat et" yazısını gösteren Demirtaş, "Yüzyılın özeti budur. Siz Türk olarak övünüyor musunuz bilmiyorum ama biz Kürtler olarak itaat etmiyoruz. Birlikte yaşamaya varız ama bu zihniyete karşı sonuna kadar direneceğiz” dedi.
Demirtaş son olarak taziyeye katılan herkese teşekkür ederek, “Allah herkesten razı olsun” dedi.
Duruşma bugün devam ediyor. (AS)