Soğuk Savaş döneminde, Falkland Adaları krizinde, ve hatta ülkeyi nerede ise bir savaş ortamına sürükleyen sosyal reformlar döneminde hiçbir şekilde kararlarından, ilkelerinden ödün vermedi, hep bildiğini okudu.
"The World According to Margaret Thatcher" (Margaret Thatcher'in Gözüyle Dünya) adlı özyaşam öyküsünde Demir Leydi bu özelliğini kendisi de övünerek vurguladı.
Onun izinden yürüyen eski başbakan John Major demiryollarını özelleştirirken söylenenlere kulaklarını tıkamış, kendi bildiğini okumuştu. Aynı şekilde Muhafazakarların şu anki lideri Ian Duncan Smith muhalif sesleri partiden atmakla ünlendi.
Şimdiki Başbakan Tony Blair de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) olası Irak saldırısının yanında olma konusundaki dediğim dedikliği ile Thatcher'in pabucunu dama atmış bulunuyor.
Aşk mı, nefret mi?
Ne zaman sosyal hizmetlerde bir aksaklık olsa hemen herkes , "Thatcher o reformları yapmasaydı bugün böyle olmazdı" demkten kendini alıkoyamıyor.
Thatcher sosyal hizmet yasalarını sermaye lehinde değiştirip, sendikaları etkisiz hale getirmesi, özelleştirmenin kapılarını açması ile halkın gözünde nerede ise kara bir sayfaya dönüşmüş durumda.
Halın nefretinin son örneklerinden biri de, Londra Islington'da tiyatro yapımcısı Paul Kelleher'in bir kriket sopasıyla 150 bin sterlin değerindeki bir Thatcher heykelinin kafasını uçurmasıydı.
Liste başı da, hangi liste
Kelleher, gerekçesini "iki yaşındaki Oğlum Alfie'yi Thatcher döneminden günümüze kadar uzanan kötü politikalardan koruyabilmek için" şeklinde açıklamış ve devam etmişti:
"Bu aptal dünyayı ve Thatcher'ın temsil ettiği politikayı protesto için... küreselleşmeyi protesto için.. İngiltere'nin Amerika'nın kucağına yerleşmesini protesto için. oğluma böyle bir gelecek bırakmamak adına yaptım."
Kelleher'in Şubat ayında görülen mahkemede 3 ay hapis cezasına çarptırıldı ama belirli çevrelerde "kahraman" mertebesine de ulaştı.
Evet, Margaret Thatcher İngiltere'de pek sevilmiyor ama ABD'de Gallup Araştırma şirketinin Aralık ayındaki "en çok hayran olunan kadınlar" araştırmasında baş sırayı aldı.
Şarkıcı ve sinema oyuncusu Jennifer Lopez, eski ABD dışişleri bakanı Madeleine Albright, Senatör Elizabeth Dole, eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın eşi Hillary Clinton, Başkan George W.Bush'un eşi Laura Bush ile ünlü TV chat show sunucusu Oprah Winfrey ise onun gerisinde kalmıştı.
Bitmez, tükenmez hazine
Öyle ya da böyle, İngiltere tarihinin "Demir Leydisi" sayesinde kazananların sayısı da az değil. Hele hele Thatcher biyografilerinin ardı arkası gelmiyor. Thatcher da bu yetkili ve yetkisiz ağızların hazırladığı biyografilere kendisinin yazdığı, genellikle politik görüşlerini anlatan kitaplarla yanıt veriyor.
2002 başlarında yayınlanan "Devlet Sanatı" (Statecraft) kitabında Thatcher 11 Eylül'den Irak savaşına, küreselleşmeden Amerikancılığa kadar pek çok konuda görüşlerini anlattı.
Kitap, "Bu kitabı yazarken öğrendim ki Ulusal Portre Galerisi'ndeki portremi "Çağdaşlar" bölümünden 'Tarih' bölümüne taşımışlar. Bunu anlayışla karşılıyorum, ben Downing Street, 10 numaradan (başbakanlık konutu) ayrıldığımdan bu yana tam 11 yıl geçti. Dünya, dedikleri gibi, dönüyor," şeklinde bir sitemle başlıyor.
Müthiş değerlendirmeler
Sonra da, yeni dünyada başarılı olmanın tek yolunun eski dünya ile iletişimi koparmamak olduğunu söyleyerek, bunu yapabilecek en iyi kişinin de kendisi olduğunu vurguluyor.
Kitaptaki şu iki paragraf, Thatcher'in ABD hayranı ve ırkçı tavrını açıkça ortaya koyuyor:
"Öncelikle Amerikalılar dışında hiçbir yabancıya güvenemezsiniz. Örneğin Rusların ve diğer Doğu Bloku ülkelerinin elinden Komünizmi alın, geriye ne kalır, gangsterler ve beleşciler. Çinliler kendilerini pek bir üstün sanırlar, Orta Doğu ise garip kılıklı kiliseye gitmeyen insanlarla dolu."
"Yalnızca Amerikalılar ahlaki değerlere sahip. Çünkü onlar İngilizce konuşan bir ulus, onlar gerçekten inanan Hıristiyanlar, ve gerçekten çok, çok büyükler. Eğer Amerika Saddam Hüseyin'in gitmesini istiyorsa, buna hem dünyanın, hem Irak'ın saygı göstermesi gerekir"
Thatcher, ABD yanlılığı konusunda başbakan Tony Blair'le buluşmaktansa huzursuz ve mutsuz görünüyor: "Bunu söylemek bana acı veriyor ama Avrupa yerine Amerika'yı destekleme konusunda Blair çok haklı. Avrupa Birliği ulus-devlet kavramını ve İngiltere'yi böyle üstün yapan bütün değerleri yok etmeye yönelmiş. Düşünsenize McDonaldlar, KFCler, B-52'lar (bomba uçağı) olmasaydı bu ülke nerede olurdu?"
Küreselleşme de kadar iyi!
Eski başbakan bekleneceği üzere küreselleşme karşıtlarını uyarıyor ve küreselleşmeye övgüler yağdırıyor: "Küreselleşme elbette iyi bir şeydir. Siz uzun saçlı protestocular, size tek bir sözüm var. Açlıktan ölen birkaç Afrikalı için üzülmeyi bırakın da gerçek sefaletin yaşandığı yerlere bakın. Örneğin Amerikan çelik endüstrisi."
Demir Leydi'de ne şaka ne de tevazu var: "Yaşasın Amerika, yaşasın Thatcher geleneği."
Thatcher dolayımıyla en çok kazananlar biyografi yazarları oldu. Resmi biyografisini yazmak için tayin edilen Daily Telegraph gazetesi editörü Charles Moore üç cilt olması planlanan bu kitap için 750 bin sterlin aldı. Ancak kitap Demir Leydi'nin ölümünden sonra yayımlanabilecek.
Didik didik ama bitmiyor
Charles Moore'un dışında, Thatcher'in iznini ve desteğini almadan biyografisini yazan pek çok kişi oldu. Bunların arasında John Campbell'in iki ciltlik Margaret Thatcher'ı ile Hughes Libby'nin Madame Prime Minister'i (Bayan Başbakan) ve Hugo Young'ın "One of Us" (Bizden Biri) adlı kitapları da yer alıyor.
Bu kitaplarda Thatcher'ın okulda kimya laboratuarlarından çıkmayan hırslı bir öğrenciliğinden politik kariyer uğruna Muhafazakarların kapısından ayrılmayışına ve "melek ruhlu" Dennis'le evliliğine kadar yaşamı didik didik edildi.
Hem kitap hem dizi
Artık onun için daha ne söylenebilir ya da yazılabilirdi? Brenda Maddox gibi saygın bir yazardan bir kitap daha geldi: Maggie (Margaret'in kısaltılmışı).
Kitabı, Guardian gazetesinden Hugo Young şöyle açıklıyor: Bu kitapta yeni bir şey olmasaydı ITV televizyonu kitabı diziye dönüştürmezdi. Bir şeyin kokusunu almış olmalılar. Dizi bu hafta Perşembe akşamından başlayarak dört bölüm halinde yayınlanacak.
O bir kadın
Maggie, Demir Leydi'nin kadın olarak kendine verdiği önemi özellikle vurguluyor. Politikada cinsel kimliklerin yok olduğu bilinen bir gerçek. Maggie ise kadın yanını hiçbir zaman törpülemek istememişti.
Öte yandan Demir Leydi diye adlandırılacak kadar sertti. Öyle ki Muhafazakarlar ona göbek adı "Hilda" ile hitap etmeye başladılar. ("Hilda" Gestapo kadınlarına gönderme yapmak için kullanılan aşağılayıcı bir ad). Bu kitapta bu tür davranışların Maggie'yi nasıl incittiği de anlatılıyor.
Ve viski
Kitapta bazı yeni tanıklar giriyor devreye. Sözgelimi, onu tanıyan birisi Maggie'nin akşamları bara çöküp önünde bir içki kadehi, yanına oturan herkesle tartışmaya girdiğini söylüyor.
Aslında Demir Leydi'nin yaşamında çok önemli yer tutan bir şey olmuş içki. Viskiden cine, kendi hazırladığı kokteyllere kadar her şeyi, çok miktarda içmesi ile ünlenmişti. Ve bir de görünümüne takmıştı kafasını, özellikle de saçlarına. Maddox'un kitabı
Kitapta daha neler var, onu kitabı okuyacak kişilere bırakalım ve televizyon dizisi toplumda ne tür yankılar uyandıracak, bekleyelim görelim. (EG/NM)