Hoşgörü ve ifade özgürlüğü gibi tanımların kişinin kendine biçtiği haklılık değeri üzerinden yorumlanmasına alışık olduğumuz şu günlerde (bakınız Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Leman vakaları.....) insan, zorlama bir umutla da olsa, sıkıntılı bir bekleyişe geçiyor.
Acaba diyor... Dışlanan ezileni anlar mı, acaba kendisi veya ailesi çeşitli sebeplerle ve genel olarak hayatındaki din vurgusu yüzünden dışlananlar sınıfsal konumları değiştiğinde ve/veya düşünce özgürlüğü söz konusu olduğunda yanımızda yürümeseler de yolumuzu açarlar mı, açmaya çabalarlar mı?
Eğer bir kişi inandıklarından, düşündüklerinden, söylediklerinden ya da giydiklerinden ötürü ayrımcılığa uğruyorsa, mağdur ediliyorsa, basit bir mantıkla, bu kişinin kendisiyle zıt fikirde de olsa aynı mağduriyeti yaşayanla empati kurmasını beklemek, çok şey istemek midir?
Daha somut konuşacak olursak, inançlarından dolayı vatandaşlık haklarını kullanamayan türbanlı okul arkadaşlarım, okulda türban eylemi yapan solcu arkadaşlarım hakkında soruşturma açıldığında yanımızda yürüyecek mi?
Hadi daha somut konuşalım: Zaman gazetesi, son örneğini cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gördüğümüz "'genel geçer kuralları işine geldiği gibi kullanma ilkesini" o kadar eleştirmişken neden ifade özgürlüğünden hep kendi "ifadesini" algılar?
Neden bütün basını "bizi yönetenlerin" ve "onların ailelerinin" fikirlerine ve yaşam tarzlarına saygı duymaya zorlarken kendisini her sözü söylemeye muktedir zanneder ?
Bugünkü Zaman gazetesini elime aldığımda manşetin hemen üzerinde, Formüla haberinin hemen sağında eski, hatta en eski MİT görevlisi Neşet Güriş'in "Aziz Nesin bize çalışıyordu" haberini heyecanla vermiş olan gazete haberin geri kalanını ikinci sayfaya, hani şu çok satan gazetelerde genelde son dedikoduların yayınlandığı sayfaya saklamıştı.
Kendini "modernize" eden gazete yine modaya uymuş ve bu sayfaya diğer gazeteler gibi iki önemli dedikoduyu yapıştırıvermişti: "TV'nin ünlü ettiği Caner stüdyoda dayak yemiş" ve "Nesin MİT'e çalışıyormuş". Okuyanların Caner' i ve Aziz Nesin'i tartıştığını duyar gibiyim: "Duydun mu şekerim Aziz Nesin MİT ajanıymış..."
Müjde veren bu başlığın altına ne yazılırsa yazılsın, ne fark eder? Mahkeme kurulmuş,ceza kesilmiş zaten. Tabii burada bu kişinin ölmüş olduğundan ve haberi yapan kişinin Aziz Nesin'in yaşayan yakınlarının görüşlerine tek kelime bile değinmediğinden bahsetmeye gerek yok.
Aynı gazete Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun açıklamalarından sonra onu uluslararası bilim insanlarına onaylatan yayınlar yaptı, “ifade özgürlüğüne” çok saygılıydı.
Gazete, Halaçoğlu’nun "Kürtler aslında yapısal olarak 'Türkmen asıllı', Kürt Aleviler de 'Ermeni' kökenli" açıklamasını tarihçilere onaylattı. Örnekse İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce’nin “Halaçoğlu’nun ‘100 bin mühtedi (dönme) Ermeni var’ bilgisini Amerikan Ulusal Arşivi'nin de doğruladığını aktaran açıklamasına yer verdi.
Gazi Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman ise Zaman’a yaptığı açıklamada "O, belgesiz konuşmaz" dedi.
Ama, “iddia” hakkında beyanda bulunamayacak Aziz Nesin için böyle bir zahmete girmedi.
Sanırım bu noktada Ali Nesin' e kulak vermekten başka çaremiz kalmıyor:
"Babam bahsedilen dönemde 20-21 yaşlarındaydı. 1935'de Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1937'de Ankara Harp Okulu'nu bitirdi. Bu dönemde askeri öğrenciydi. Eğer MİT' çi olsaydı beş buçuk yıl hapiste yatmazdı. Ailesi dağılmazdı. Bu kadar acıyı yaşamazdı. Devlet kendisine çalışan elemanlara bu kadar acı yaşatırsa, diğer insanlara neler yaşatmaz."(AŞB/NZ)