Saçını süpürge etti bizim için. Biz de galiba suyun akışı esnasında ihmal ettik onu.
Yüksek tansiyon ve dizlerindeki kireçlenme dışında sağlık sorunu yoktu ve düzenli kontrol altındaydı. Kendi yaşamını kolaylıkla idame ettirebiliyordu.
Unutkanlıklarını, hareketlerindeki yavaşlamayı, bilişsel, görsel ve işitsel fonksiyonlarındaki azalmayı başlangıçta önemsemedik. Arttığını gözlediğimizde de artık çok olmasa bile geç olmuştu.
Kırmızı jorjeti hatırlıyor da...
Bir nörologa götürdüğümüzde "demans" teşhisi kondu. Bu annemin zihinsel fonksiyonlarının kayba uğradığı anlamına geliyordu. Artık o, geriye dönüşü olmayan bir yola girmişti.
Her şeyi çabucak unutuyordu. Yengemin düğününde giydiği kırmızı jorjet elbisenin modelini, kumaşını nereden ve kaça aldıklarını hatırlarken, çok sevdiği torununun adını hatırlamıyordu.
Bunu kasıtlı yapmıyordu elbette. Beyni bilgiyi almıyor ve kaydedemiyordu..
İnat, inkar, hırçınlık
O munis, sevecen ve kibar annem gitti, yerine sinirli ve değişken yapıda bir insan geldi adeta. Garip tepkiler veriyor, kalabalıktan ürküyor, gürültü sevmiyor, ben de sevmiyorum ama sorularımızı isterse yanıtlıyor, ilaçlarını içmesini istediğimizde bağırıyor, ağlıyor.
İnatlaşıyor bizimle. Kendisine yardım etmeye çalıştığımızda bizi iteliyor. Yaptığını bildiğimiz bir şeyi inkar ediyor. Ya da başkalarını suçluyor.
Evdeki bakıcımız Bergüzar Hanım bir "şamar kadını" oldu. Her şey için onu suçluyor, sürekli onu şikayet ediyor bize. Oysa bakıcımız öyle iyi bir hanım ki...
Ve de yaşlı bakımında deneyimli. Fazla önemsemiyor annemin söylediklerini.Annem bazen çok hırçınlaşıyor. Geçenlerde bakıcımızın kollarını ısırmış. İlk kez oldu ama, ürktük tümümüz.
Masa diyeceğine kasa
Bazen o bizim, bazen de biz onun ne dediğini yada ne demek istediğini anlayamıyoruz.Derdini anlatmağa çalışırken uygun kelime bulmakta zorluk çekiyor. Gözlüğünü isterken, başka bir şey söylüyor.
Benim adımı bile söyleyemiyor. "Masa" diyeceğine "kasa" diyor. Ya da bir kelimeyi defalarca tekrarlıyor.
Bazen de mantık dışı konuşuyor. Oda da kendinden başka kimse yokken, mırıl mırıl sanki birileriyle konuşuyor.
Çoğu kez başlangıçta mantıklı olan konuşması daha sonra adeta zırvalamaya dönüşüyor. Bir soruya cevap veremediğinde "bilmiyorum" demiyor da "Gayet tabii, biliyorum" veya "Konuşmak istemiyorum, beni rahatsız etmeyin " diyor.
Birbirimizi anlayamıyoruz
Nadiren argo dil kullandığında en çok torunlar şaşırıyor. Zamanında onları hep uyardığı için. Yeni icat ettiği bir takım kelimeleri var, bebeklerin konuşmaya başladığındaki gibi. Demans; beynin konuşma merkezini felç ettiği için konuşma bozulurmuş.
Bazen o bizim söylediğimizi, bazen de biz onun söylediğini anlayamıyoruz. Gazete manşetlerini okuyabiliyor ama pek anlamıyor elbette.
Duyduğunu veya okuduğunu anladığına ve ona göre hareket edeceğine güvenemiyoruz. "Suyunu içer misin?" deyince tepki vermiyor. Çoğu kez de konuşulanı anlamıyor. Hele telefon konuşmalarını hiç anlamıyor.
Kendisini öpüp, okşamamıza, ellerini tutmamıza, sarılmamıza izin veriyor. Can yoldaşı olan Bergüzar Hanım'ın hep yanında olmasını istiyor.
Zamanı da algılamıyor
El ve parmaklarına hakim olamıyor. Bardak kullanmıyoruz zaten ama kupasını bile plastik olmasına karşın tutamıyor, üzerine döküyor ağzına götürmeyi beceremiyor. Kaşık ve çatal da aynı şekilde.
Demansla ilgili bir gazete yazısında başlangıçta hastalığın ilk işaretlerinden birinin kişinin el yazısında meydana gelen değişiklik olduğunu okudum. İlginç? Annemin yürüyüşü de çok değişti. Kambur, öne eğik,yavaş ve güçlükle yürüyor...
Zamanı da algılayamıyor artık. Önceleri saatin kaç olduğunu anlıyordu hiç değilse. Artık zamanın ayrımında olamaması, pek çok şeyi etkilemeye başladı ve yaşamımız iyice zorlaştı.
Tehlikeyi anlamıyor
Geceleri çok huzursuz. Beyninin içindeki "saat" bozulduğundan ve uyku gereksinimi azaldığından geceler kabus. Hafta sonları ve uygun olabildiğimiz günler kardeşler arası eşgüdümle eve gidiyoruz, gece Bergüzar Hanım uyusun diye.
Yapabildiği bir şeyi bazen de yapamıyor. Beynindeki hasar, yeteneklerinde geçici bir süre değişikliğe yol açıyor. Bazen hiç üstüne dökmeden yemek yiyebiliyor mesela. Nasıl seviniyoruz bir bilseniz.
Hiçbir tehlikenin ayrımında olmaması en kötüsü. Ütüyü, üçlü prizleri ortadan kaldırdık. Ocağı tüpten kapatıyoruz sürekli. İlaçlar uzanamayacağı bir yerde. Çayı çok seviyor, ama çaydanlığı da ocakta bırakamıyoruz.
Türk sanat müziği sakinleştiriyor
Koynuna ekmek saklıyor. Her şeyi soyarak ve parçalayarak veriyoruz. Bıçak, makas vb. hiç çevrede olmuyor. Ekmeğini de koparamıyor.
Yiyeceği ağzında dolaştırıp duruyor, yutmayı unuttuğu için. Saksının içindeki toprağı yediği bile oldu. Yemek esnasında dik oturtmaya çalışıyoruz.
Sürekli Türk sanat müziği dinleniyor evde. Çünkü bu müzik türünün onu sakinleştirdiğini fark ettik.
Saklambaç oynuyor sanki
Banyo yapmaktan nefret ettiğinden çok zorlanıyoruz. İdrarını ve dışkısını tutamadığından petliyoruz ve hiç hoşlanmıyor bu durumdan. Kontrolünü tamamen yitirmemesi için yine de sıkça klozete oturtuyoruz.
Evin kapısı sürekli çifte kilit altında. Hasbelkader açık olsa, hemen kaçmaya yelteniyor. Evin içinde amaçsız geziniyor.
Sanki huzursuzluğunu, sıkkınlığını veya egzersiz ihtiyacını anlatıyor bize bu şekilde.
Eşya saklamayı huy edindi.Saklambaç oynuyor bizimle sanki.
Talepkar ve suçlayıcı
Bazen üzerindeki giysileri çıkarıyor, zor durumda kalıyoruz. Sürekli tekrarladığı bazı hareketler var.
Mesela; çenesini sıvazlamak, burnunu kaşımak, bileğini ritmik bir şekilde ellemek gibi. Eğer dikkatini bir yere yoğunlaştırmışsa, ki bu bence kısa süreli yaşamdan kopmak gibi, onu oradan koparabilmek çok güç.
Bazen de Bergüzar Hanımı hırsızlıkla suçluyor; paramı, altınlarımı, çamaşırlarımı çaldı diye. Ya da hakaret ediyor. Nasıl utanıyoruz bir bilseniz! Bazen de aşırı talepkar oluyor...
Onu öyle görmek
Annem sanki yıllarca kayıplarının bu denli fazla olduğunu saklamayı çok iyi becerdi diye düşünüyorum. Bu denli ileri noktaya bir anda gelinemezdi çünkü.
Evet... İlaç kullanıyoruz elbette. Üç ayda bir nörolog kontrolümüz var. İlaçların dozu değiştirilebiliyor. İlaç tedavisinin sonuçları tartışılıyor zaten. Çünkü bu hastalığa tam olarak neyin yol açtığı bilinmiyor....
Demanslı bir yaşlının yakını olarak bir yandan canım kadar sevdiğim anneme şimdiki konumunu yakıştıramıyorum. İçimi acıtıyor onu böyle görmek...
Bir yandan da onun günlük sorunlarıyla cebelleşiyoruz.
Bakıcı da olanak işi
Teşhis konduğunda önce hastalığı tanımak öğrenmek için çaba harcadık. En önemlisi nasıl davranacağımızı bilmiyorduk. Sık bakıcı ya da mekan değiştirilmemesi gerektiği ilk öğrendiklerimizden.
Neyse ki şanslıydık Bergüzar Hanımdan yana. Başlangıçta ne çok tepki verdi bir bilseniz ona!
Biz çocuklarının her dem onun yanında olmamız olası değil. Olanaklarımız bakıcı ile yaşamını sürdürmeye izin veriyor. Ama 24 saat demanslı biriyle de olmak çok zor.
Zaman zaman bakıcımızın da tükendiğini, kendini engellemeye çalışsa da sabrının tükendiğini, öfkelendiğini fark ettiğimizde kısa süreli teneffüs olanakları yaratmaya çabalıyoruz.
Annemle birlikte o da dış dünyadan izole. Annem uyumadığından onda da uyku bozukluğu oluştu.
Danışma merkezleri yok
Ülkemizde bu tür vakalar için danışmanlık alabileceğimiz birimler ne yazık ki yok! Ya da biz bilmiyoruz.Ama demans hastası olan yaşlı yakınlarının, bu konuda bilgilendirilmesi, pratik önerilere gereksinim oldukları bir gerçek.
Şimdilik bakımevi de düşünmüyoruz. Ama ileride ne olur bilmiyorum. Hoş, bir çok huzurevi demanslı vakayı da almıyormuş zaten duyduğuma göre.
Üstelik ileride benimde demanslı olma olasılığım, ailesinde olmayanlara göre 4 kat fazla imiş. Ama eğitimli insanlarda da risk daha az imiş.
Paylaşmak istedim deneyimimizi. Belki bir yararı olur diye. (ŞD/BA)
* Sosyal Hizmet Uzmanı Şadiye Dönümcü bu yazıyı bir yaşlı yakını ile yapılan görüşmeden yararlanılarak yazdı.