Suat Derviş, yazarlığı ve gazeteciliğiyle basın ve edebiyat tarihinin önemli kalemlerinden.
Kaleminin yol aldığı alanlar, daha çok yoksul semtler, var olma mücadelesi veren çocuklar, eşitsizlik sarmalındaki kadınlar... Toplumsal çelişkilerin yoğunlaştığı bu alanlar, şimdinin gazetecileri açısından da önemli bir güzergâh.
Belki de bu nedenle yazın yolculuğu hem cezbediyor hem onu gözümüzde daha da parlatıyor.
İyi gazetecilik zamana direnmenin bir yoluysa, evet, Derviş bu yönüyle de gazetecileri kendisine baktırıyor.
Osmanlı saray kültüründen gelen bir ailede “burjuva” denilebilecek geleneklerle büyümüş olmasına rağmen, yazı ve gazetecilik tutkusu için tüm bu konfor alanlarından vazgeçmiş olması da kuşkusuz Derviş’in gönlümüzdeki yerini daha da sağlamlaştırıyor.
Peki, hapis cezasına çarptırılan, kendisine altın tepside sunulan hayatı elinin tersiyle öteleyen Derviş'in var oluşuna, bugünden baksak neler görürdük? Nelere tanık olurduk? Çağdaş meslektaşları ile karşılaşmaları nasıl olurdu? İç sesi bize ne söylerdi?
Yazar Menekşe Toprak, bu soruları, Suat Derviş’in izinden gittiği “Dejavu” isimli kitabında okurla yanıtlıyor.
Derviş’in hayatının duraklarında soluklandığımız kitap, sakin dili ile hakikat ve hayal arasında çok ince bir çizgide duruyor.
Eğer ki okur, bu ince çizgiye kapılıp gitmeyi başarırsa, çok yönlü iki roman kahramanıyla karşılaşıyor.
Yazar Toprak, “Suat Derviş’i yazmak, hele ki onu bir roman kahramanı yapmak riskliydi ve sorumluluk isteyen bir işti” diyor ve devam ediyor:
“Burada en çok edebiyatın dürüst ve hakikatli tarafını önemsedim. En konuşkan olabildiğim alan da yine edebiyattır çünkü…”
Okuru, Derviş’in hayatında dolaştırırken onu başka bir gözle de anlamayı sağlayan yazar Toprak, anlatıyor.
“Roman Suat Derviş’in iç sesiyle ilerliyor”
Anlattıklarınız hem bir romanı andırıyor hem bir bilgisel okur gibi hissettim, bu dengeyi nasıl kurdunuz? Nasıl başardınız?
Romanı bilgisel okur hissiyatıyla okumanızın nedeni metnin geniş çapta arşiv çalışmasına dayalı olması ve araştırma aşamasını romanın konusu haline getirmem. Çünkü amacım bir Suat Derviş biyografisi yazmak değil de unutulmuş bir yazarın peşinde bugüne dair de bir şeyler de anlatmaktı. Baştan itibaren Suat Derviş’in Berlin yıllarını anlama isteği ön plandaydı.
Durduğumuz noktadan geçmişe bakmak ve bunu araştırma görevlisi genç bir kadının bakışıyla anlatmak cazip geldi bana. Bu yüzden, başta planlamamakla birlikte, tamamen kurgusal bir karakter olan ben anlatıcının topladığı bilgiler eşliğinde geçmişe gidip gelen bir metin ortaya çıktı. Sözünü ettiğiniz denge de kendiliğinden oluşmuş oldu.
Yani akademisyen figürü aynı zamanda “Suat Derviş’i nasıl anlayabilir ve anlatabilirim?” sorusuna bulduğum yanıttır.
Diyebilirim ki Suat Derviş’in metinlerinden, bazen de sadece Suat Derviş’le ilgili bir gazete haberinden karşıma çıkan ipuçlarıyla bir roman dünyası kurmaya çalıştım. Dönemin ruhunu ve dilini yakalamaya özen gösterdiğim için de “bilgi içeren” bir metin çıktı ortaya sanırım. Kısaca, Suat Derviş’in yaşamındaki belli duraklarına odaklanarak ilerleyen, yazarın iç sesiyle ve ancak edebiyatın konusu olabilecek hayatın gölgeli yanlarıyla ilgilenen bir roman bu.
"Biyografinin ötesinde bir şey yapmak istedim"
Suat Derviş’in hayatını gerçekten araştırdınız mı? Bazı tanıdığımız isimlerle karşılaşması Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi… Tamamıyla sizin bir karşılaştırmanız mı? Kurgunuz mu? Bu karşılaşmaları neye göre belirlediniz? İsimleri demek istiyorum… Mesela o dönem de yaşayan başka bir yazar, şair neden gelmedi aklınıza da neden bu isimler geldi?
Suat Derviş’in yazılmış bir biyografisi var zaten. Nazım Hikmet’le komşu çocuklukları olarak arkadaş oldukları, hatta aşkına karşılık vermediği için Nazım’ın tepkisel olarak kaleme aldığı şiiri bile biliniyor. Ama ben biyografinin ötesinde bir şey yapmak istedim bu romanda: Edebiyatla olan bağlarımızı Suat Derviş üzerinden bir anlatıya dönüştürmek istedim.
Suat Derviş’in çok farklı dönemlerde tekrar tekrar Berlin’e gittiğini, İstanbul’a döndüğünü gerek dönemin Berlin gerekse İstanbul gazetelerinde okuyabilirsiniz ki bu haberler geniş çapta 1929-1932 yıllarına ait. Aslında dikkatli okunduğunda, bunların Suat Derviş’in resmi gezilerine dair haberler olduğu anlaşılır.
Çünkü tam da 1929 yılında İstanbul’da bir edebiyat heyeti kurulur, Nazım Hikmet heyetin başkanı, Suat Derviş ise yabancı dillerden sorumlu yazar seçilir. Berlin çıkışlı gazetelerdeki haberler de bu bilgiyi doğrular nitelikte. Çünkü Suat Derviş ya edebi tetkikler için Almanya’dadır ya Türk kadını hakkında konuşma yapmıştır ya da mesela şair Nâzım Hikmet hakkında bir makale kaleme almıştır. Bu yüzden Nâzım Hikmet romanda doğrudan anlatılmasa da var.
Çünkü, Berlin’de Şarklı bir kadın yazar olarak görülen ve bu bakışa karşı kavga veren bir Suat Derviş'i de anlatabilmek önemliydi benim için. Oryantalistlere ilk büyük eleştiriyi getirmiş olan Nâzım Hikmet’i bu bağlamda anmadan geçemedim. Sabahattin Ali gibi diğer kişilikler ise Suat Derviş’le aynı dönemde Berlin’de bulundukları için romanda yer alırlar.
İki yazarın Berlin’de karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmiyoruz ama sonraki yıllarda edebiyat üzerinden tanıştıkları kesin. Mesela Suat Derviş bir edebiyat soruşturmasında Sabahattin Ali’nin hikâyelerini beğendiğini söyler. Ayrıca Neriman Hikmet’le birlikte çıkardıkları Yeni Edebiyat Dergisi’nin yazar kadrosunda Sabahattin Ali de vardır. Tüm bunlar onları Berlin’de karşılaştırmam, buluşturmam için önemli ipuçlarıydı. En önemlisi de tabii aynı düşünsel dünyaları paylaşmaları.
İstanbul ve Berlin'in dönemsel cazibesi
Kitabı başkaca kitaplarda yaşadığım bir hisle bitirdim. “Ne güzel yeni kuşak gençler bu isimleri Suat Derviş, Sebahattin Ali gibi isimleri, 140 karakterlik tweet'lerden değil, gerçek kitaplardan anlayacak, tanıyacak” diye… Sizin yola çıkışınız, amacınız neydi?
Benim yola çıkış amacım tamamen merak, aklıma takılan sorular ama bir yandan da İstanbul ve Berlin gibi iki kentin dönemsel cazibeleriydi. Eğer Suat Derviş, Berlin’in Altın Yıllar olarak anılan bir dönemine doğrudan tanıklık etmemiş olsa herhalde hikâyesinin peşine düşmezdim.
Çünkü bu dönemin Berlin’ine dönüp bakmak aynı zamanda modern hayatın, artık meslek sahibi olmaya ve bağımsızlaşmaya başlayan ama evdeki ve sokaklardaki yalnızlığı da tanıyan orta sınıf kadınına, hızlı kent yaşamına ve eş zamanlı olarak faşizmin yükselişine de bakmak demekti. Tabii dönemim yazarlarını, romancılarını zaten tanıyordum. Berlin’i anlatan Irmgard Keun’un Yalancı İpek Kız, Nabokov’un Maşenka, Döblin’in Berlin Alexanderplatz romanları kadar Ahmet Tanpınar’dan Peyami Safa’ya, çok sayıda İstanbullu yazarın metinlerine de dönüp bakmam gerekti. Onların kurguladıkları bir Berlin ya da bir İstanbul’da gezinme fikri bile çok cazipti.
Kendiliğinden oluşan bir bağ
Bazı yerlerde hem akademisyen kadının annesiyle ilişkisi hem de Suat Derviş’in annesiyle ilişkisi üzerinde duruyorsunuz. Sanki bu alana da özel olarak çalışmışsınız gibi hissettim. Öyle mi?
Dejavu iki farklı anlatı biçiminde ve hikâyeden oluşuyor. Çerçeve metin Suat Derviş’in Berlin’deki izini süren genç akademisyen kadını, iç metin ise akademisyenin kurguladığı Suat Derviş’i anlatır. Bu anlamda Suat Derviş’in bölümleri de kurgu, çünkü akademisyenin ruh haline ve yaşadıklarına bağlı olarak, geniş çapta çağrışımlarla ortaya çıktılar. Bu anlamda Suat Derviş’in hikâyesi akademisyene, akademisyenin günümüz koşullarındaki deneyimleri ve karşılaşmaları da Suat Derviş’in kurgusuna götürdü beni. Çok da hesaplamadan, kendiliğinden oluştu bu bağ.
Dönemler arası benzerlik
Yokluktan ölme, dönemin yoksulluğu, o dönemki politik baskılar, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engeller, sanki bugünü de hatırlatıyor. Bu açından da kitap bugüne dair de fikir veriyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında romanda anlatılan dönemler pek çok yönden bugünle benzerlikler taşıyor. Üstelik bu benzerlik sadece Türkiye’deki, özellikle de sol muhalif aydınların önündeki engeller, baskılarla ilgili değil. Göçmenlik, yerini yurdunu terk etmek zorundan kalmış kitleler, bir yandan da sokağa çıkmayı ve itiraz etmeyi öğrenen kadının varlığı ve ama öte yandan onlara baş eğdirmek için güç ve şiddet kullanan ataerkil bir milliyetçilik… Aradaki zaman farkına rağmen yaşatılan ve hissettirilen aynı. Kitaba Dejavu adını vermemin nedenlerinden biri de bu.
"Suat Derviş'i yazmak riskliydi"
Ne kadar zamanınızı aldı bu kitap, sonrası gelecek mi?
Araştırma, okumalar, kitabın biçimini bulma, yazmaktan vazgeçip yeniden başlama süreçleri de dahil olmak üzere dört yılımı aldı bu roman. Tabii kitapta sadece değindiğim ama tam anlatmadığım başka figürlerin hikâyesi beni meşgul etmeye devam ediyor. Mesela, akademisyen kadının ailesinin geçmişi, özellikle babasının Suat Derviş’le ya da Derviş’in dadısıyla olan ilişkisi gibi… Yani 1970’ler.
Son olarak şunu söylemek isterim; Suat Derviş’i yazmak, hele ki onu bir roman kahramanı yapmak riskliydi ve sorumluluk isteyen bir işti.
Burada en çok edebiyatın dürüst ve hakikatli tarafını önemsedim. En konuşkan olabildiğim alan da yine edebiyattır çünkü.
Suat Derviş’i de bu düsturla yazabildim ve her şeyden önce ona yaklaşmaya çalıştım. Kuşkusuz bu yazarın bir yorumudur çünkü gerçekte içsel olarak neyi nasıl yaşadığını bilmemiz mümkün değildir. Gerisi ise okurun takdiri.
Suat Derviş hakkında
Gerçek adı Hatice Saadet Baraner'dir. Küçük yaşlarda Fransızca ve Almanca öğrendi. İlköğrenimine Kadıköy Numune Rüştiyesi'nde başladı. Ardından Bilgi Yurdu'nda eğitimine devam etti. 1927'de Berlin'de Sternisches Konservatuarı'na kaydoldu. Berlin'de edebiyat dersleri de alan Derviş, Scherl-Verlag, Mosse ve Ullstein gazetelerinde muhabir olarak kısa süreli çalıştı. 1933'te Türkiye'ye döndü. Son Posta, Vatan, Cumhuriyet, Gece Postası, Tan gibi gazetelerde çalışmaya başladı. Bu yıllarda yazdığı "Fatma'nın Günahı", "Onu Bekliyorum", "Biz Üç Kardeşiz" romanlarıyla tanındı.
1944 yılında tefrika edilen "Fosforlu Cevriye" romanı 1959 yılında Aydın Arakon tarafından sinemaya uyarlandı. Sonrasında "Fosforlu Cevriyem" adı ile 1969 yılında Nejat Saydam sinemaya tekrar aktardı. Şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu kaldırıldığı hastanede 23 Temmuz 1972'de hayatını kaybetti. (Kaynak: https://www.tsa.org.tr/)
(EMK/AÖ)