Uzlaşmak ise, insanın bir başka özelliği, dahası erdemi, bir toplumda ortak yaşayabilmesi için de vazgeçilmez bir görevidir.
Uzlaşmak yalnız "bir egemene teslim olmak" olarak anlaşılmamalıdır. Uzlaşmak, farklılıkları unutup buluşulan noktaları çoğaltmak ve onun üzerine ortak birşeyler kurmak anlamına da gelir.
Ama uzlaşmak çatışmamak, tartışmamak demek de değildir. Çatışmayı birlikte olmak için bir araç olarak kullanmaktır. Her "uzlaşmada", farklı düşüncelerin olduğu unutulmamalı, bu nedenle uzlaşmalar sürekli sorgulanmalıdır. Çünkü uzlaşanlar, sonuçta birer "özgün" insandırlar ve "insan" değişir.
Uzlaşılan konularda ne kadar farklı düşünürsek düşünelim aynı, eş ya da benzer biçimde davranmak da uzlaşmayı "sözde" olmaktan çıkaran, yaşamı var eden eyleme dönüştürmektir.
Nasıl bir uzlaşma?
Bazen uzlaşan taraflar kendi aralarında tartışarak, çatışarak uzlaşmalarının üzerinde yükseleceği temelleri oluşturur, kurarlar. Bazen de uzlaşmanın temelleri o insanların dışında süreçlerin sonucu belirlenir ve bir "egemen" tarafından dayatılırlar.
"Egemen olan" ya kendi çıkarları ve tüm bencilliğiyle bu çıkarları belirler ya da yaşanılan toplumun tüm geçmişinden süzülüp gelen uzlaşmaları birleştirerek yeniden tanımlar ve herkesin uymasını ister.
İlki "despotik sistemleri" yaratır ve uzlaşmak istemeyene "isyanı" hak kılar. İkincisi, bir anlamda "demokrasi"nin bir sonucu gibi algılanır ve uyulması talep edilir.
Her ne olursa olsun, başkaları, hele hele erk tarafından belirlenen temellerde bir uzlaşmanın uygulayanı olmak insana zor gelir, bazen de acı verir. Ama bir toplumda uzlaşmanın bedelidir bu. Çaresiz uyulur.
Uzlaşmalarda "ortak akıl" ne kadar belirleyici ise, "zor" ve "acı" da o kadar azdır. Bazen de o uzlaşılan temeller yaşamda karşılığı olmayan uzlaşmaları tanımlayabilirler. Onların oluşturduğu uzlaşmalar ise, "yok" hükmündedir.
Kuşkusuz en iyi uzlaşma, tüm farklılıkların o farklılıklara sahip olanların ortaklığıyla oluşturulandır. O nedenle "doğrudan demokrasi" en iyi model sayılır sıklıkla.
Bir uzlaşmanın temelleri uzlaşan taraflar için artık sahip çıkılması ve korunması gereken birer "değer"dir.
"Değerleri korumak"
Erkin ve bir egemenlik ilişkisinin varolduğu toplumlarda "uzlaşma" yukarıda belirttiğimiz gibi çoğunlukla erkin zoruyla olur. Ama o erke karşı mücadele eden, iktidarı değiştirmeyi hedefleyenlerin de bu mücadele için üzerinde uzlaştıkları farklı "değerleri" vardır; olmalıdır.
Böyle bir durumda değerleri muhafaza etmek çok daha zordur. O değerler kolayca kırılacak, yok olacak bir değerli taş gibidir. Ya da denizin üzerinde zoru görünce kolayca bırakılacak bir safra gibidir.
Sahip olmak, korumak, muhafaza etmek çok daha güçtür. Ama eğer bir mücadeleye soyunmuşsanız bunları muhafaza etmek bazen mücadelenin kendisinden önemli hale gelebilir.
Neden yazdım?
Bu kadar sözü neden yazdım. Söyleyeyim:
Bu ülkenin "yanlışları" gören ve değiştirmek isteyen insanları kendi içlerinden çıkan, kendilerinin yazıp, kendilerinin okudukları bir gazeteyi "hayal ederler" hep.
Bu hayal hâlâ bir çoğumuz için geçerlidir. O gazete sahip çıktığımız; insani, toplumsal, yaşamsal, emeği önceleyen tüm değerlere sahip çıkmanın yanında, ait olduğumuz kompartımanlara ait temel değerlerimizle de çatışmayan, yok saymayan bir nitelikte ve olmalıdır diye düşünürüz.
Bu gazete doğruları ve gerçekleri yazmalı, üstelik onu bir estetik güzellikle sunmalıdır. Ötekilerde olan olumlu ve güzel yanları içinde barındırırken, onlardan daha fazlasını içermeli, bizden ve bizim olmalıdır.
Yeter mi? Yetmez elbette!
Böyle bir gazete sesi en az, en zor çıkanların seslerini duyurmanın, onların varlıklarını, haklarını dile getirmenin aracı da olmalıdır. Kadın, çocuk, hasta, sakat, yaşlı, azınlık, cinsel ayrımcılığa uğrayan, farklı etnik grup ve yapılardan olanları özellikle anlatmalıdır...
Yeter mi? Yetmez elbette!
O gazete gazeteciliğin temel değerlerine, etik kurallarına da sahip çıkmalıdır. Okurunun olumlu eleştirilerine gözünü kapatmayan ve kendini daha iyi, güzel ve doğruya ulaşmak için sürekli değiştirebilen gazete olmalıdır.
Yeter mi? Yetmez elbette!
Böyle bir gazete ele aldığı konuların alanların temel değerlerini de korumalıdır. Örneğin tıpla sağlıkla ilgili bir konuyu ele alıyorsa o alanın herkesin kabul ettiği temel kural ve değerlerine sahip çıkmasını beklenir. Eğitim, hukuk, insan hakları vb. alanlarda da...
Yeter mi? Yetmez elbette!
O gazete "gazete" olmalıdır herşeyden önce... Örneğin, günlük bir "dergi" değil. Güncelliği, yaşamın sıcaklığını içinde barındırabilmeli, o gün bittiğinde yarını doğuracak unsurlar filizlenmeye başlamalı, en azında işaretlerini sunmalıdır...
Yeter mi? yetmez elbette!
Gazeteler insanlar için "okul"dur bir yandan da. İnsanlar aynı zamanda onunla eğitilir; formel eğitimde alınanların çoğunu o sağlar bize.
Bundan 40 yıl önce okumayı söktüğümde Erzurum'un bir ilkokulunda "memleketi ellerine bırakacağı evlatları yetiştirme" hayalini her fırsatta dile getiren "Nebahat öğretmen"in bizlere söylediği "şimdi artık gazete okumalısınız çocuklar" sözü hâlâ belleklerimdedir. O nedenle o tarihte evimize giren "Cumhuriyet Gazetesi" benim mezun olduğum okullardan birisi olmuştur geçmişimde.
Siz şu anda yukarıda anlattığım gibi özellikle de herkese açık "bir okul" olduğunu söyleyebildiğimiz bir gazete adı söyleyebiliyor musunuz bana? Yok! Yok.
Bunun eksiğini içinde duymamak olanaksız. İşte bu düş insanları değişik biçimlerde bir araya getiriyor zaman zaman. Düşleri gerçek kılma doğrultusunda çabalar harcanıyor. Bazen birileri "biz bu eksiği tamamlayacağız" savıyla ortaya çıkıyorlar. Ama olmuyor... Eksik tüm rahatsızlık vericiliğiyle eksikliğini sürdürüyor.
"Örnek" ve eleştiriler
Şimdilerde bir örnek var. Dün "yüz" gününü doldurdu. "Yüz" gündür ben de yukarıda sıraladığım umuda yanıt olur diye izliyorum.
Ama o bu umudun yanına yaklaşmak bir yana; bu gazetenin bir okurunun bir haber yazısı için çok haklı olarak söylediği "Yayınlanan fotoğraflar ve yazıda kullanılan magazin üsluptan dolayı kitle kültürü ideolojik olarak besleniyor" değerlendirmesini doğrulayacak şekilde yayınını sürdürüyor.
Benim gibi olanlardan daha çok, daha içerden sahiplenenlere de defalarca anlattım. Yolun, hedefin farklı olduğunu söylüyorlar. Ama artık bunu okurlarına duyurmanın ya da değişimi sağlamanın, en azından yukarıda tanımladığım değerlere sahip olduğunu göstermenin zorunluluk haline gelmesi nedeniyle bir kez de yazmayı deniyorum.
Evet bu yazıyı yazmaya başlarken aklımda çıktığı günden beri biraz "çaresizlik" biraz da "desteğe gereksinmesi" olması nedeniyle aldığım Birgün gazetesinde "koruduğumuz savunduğumuz değerlere" aykırı gelen bazı noktalara değinmek ve değerlerin yalnız bizi egemenliği altında tutan "kitle" kültürü tarafından değil, bazen kendimizce de tahrip edildiğini dile getirmek istiyorum.
Yukarıda yazdığım temel değerlerin sahip çıkılışıyla ilgili, eksiklikleri, gazeteciliğin kurallarına aykırı tutumları, örneğin editörlerin, sayfa sekreterlerinin gözlerinden sürekli kaçan yanlışları dile getirmek istemiyorum. Çünkü bu gazeteyi yayınlamak üzere yola çıkanlar onu benden çok daha iyi biliyorlar.
Ama ben çok daha özel, kimselerin dikkatini çekip üzerinde durmadığı noktalara değinmek istiyorum. Onları eleştirmek ve değişmesini sağlamak istiyorum:
İşte örnekler
Tüm dünya uluslarının üzerinde anlaştığı bir çerçeve yasası ile insan soyuna en büyük zararları veren tütüne karşı üzerinde uzlaştığımız kurallar göz ardı ediliyor; sıkça "keyifle" sigara içen insan fotoğrafları neden yayınlanıyor acaba? Ya sigara tekellerinin herkesin farkına vardığı bir oyunu tuzağı olduğu bilinen "Formula 1" haberleri? Bazen salt seçmek bile bir "politika"nın göstergesi değil midir?
Ne yararı varsa, her fırsatta toplumda içselleştirilmeye çalışılan "röntgenci" tutumu olumlayan ve insanın kendi "özel alanını" kamuya açımlayan bir "Sevgili Dünlük" diye bir köşenin varlığını sürdürmesinin nasıl bir anlamı olabilir.
Hele hele bu bölümde bu gazetenin okurunun hiç ilgilenmeyeceği insanların sıradan günlerinin okurun bilgisine sunulması o yer için de para ödeyenlerin paralarının boşa heba edilmesi, dahası okuru "bunu istiyor" değerlendirmesiyle "azımsamak" anlamına gelmiyor mu?
Bu "röntgenciliği" daha ileri götürüp; okurunun değil ne yapıp ettiğini bilmek haberdar bile olmadığı, insandan toplumdan yana üretimde bulunan insanları dururken, popüler "kitle" kültürünün, "eğlence sanayii"nin pompalamasıyla topluma benimsetmeye çalıştığı insanlar ve o insanların "sanat ayrı şeydir, siyaset ayrı şeydir" önermesinin reklamı yapılması savunulabilir mi?
Başka yayın organlarında olduğu gibi egemen medyanın söylemine benzer biçimde sözcüklerle haberlerin yazılması, dahası manşetler atılması hiç yakışıyor mu?
Yalnız "tarihi çarpıtan" içeriği ile değil, ama aynı zamanda dilbilgisel yapısı da bozuk bir "ölü ele geçirildi" sözü örneğin sahip çıktığımız değerlere ait bir simge olan "Che" ile ilgili bir haberde nasıl kullanılabilir? Bunun bazılarımızı yaralaması, dahası yok sayması sizleri acıtmıyor mu?
Hâlâ birçoğumuzun saygı duyduğu değerlerden biri olması bir yana tarihe vurduğu damgayla en azından gündelik "popüler söylemin" tüketeceği bir unsur haline getirilmemesi gereken bir kişi için "Frengiden ölmüş" haberini yayınlamanın mantığı nedir acaba?
Burada Lenin'e, frengi hastalığına ve haberin içinde yer alan "beynin saklanması" olayına yönelik açık göndermelerin böyle bir gazetedeki veriliş şeklini yalnız sayfa sekreterinin, editörün değil, aynı zamanda okurun da artık "dert" sayması gerektiği bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor mu?
Çünkü o gazetede bu ülkenin "kurtuluş" savaşında canını, kanını vererek sağlamış ve nüfusun yaklaşık yüzde 40'ını oluşturan bir kesimin içinde bulunduğu sorunlara toptancı bir yaklaşımla ve egemen söylemi bire bir benimseyerek "Kürt sorunu" diye yaklaşılması kabul edilebilir mi?
Bir etnik grup, ırk, bir toplum nasıl "sorun" olarak tanımlanabilir? O sorun aslında "Kürt sorunu" değil de "Kürtlerin devletle, sistemle, toplum içindeki diğer gruplarla, ideolojileriyle, yaşadıkları olumsuz koşullarla, karşı karşıya oldukları 'asimilasyon' politikalarıyla ilgili sorunlar olmasın sakın!.
Bunların hepsine egemenin tanımladığı biçimiyle "Kürt sorunu" diye tanımlanması yaklaşımını değiştirmek kimin görevi olmalı sizce?
"Ne yapayım Kürtler, Kürtlerin bilen düşünen insanları da öyle kullanıyor" diyerek bu söylemi savunmak, bir anlamda kolaycılığa kapılmanın ötesinde egemen söylemi benimseyerek sahip çıktığımız değerleri yok saymış olmak olmuyor mu?
Hem de dünya üzerinde yaşayan hiç bir etnik yapı, sayısına bakılmadan hiç bir koşul ve durumda "sorun" olarak nitelendirilemeyecek bir evrensel "hümanizm" üzerinde bundan en azından 200-300 yıl önce uzlaşmış olmamıza karşın...
Örnekleri çoğaltmak olası. Ama amaç bir "düş"ü gerçek kılanların sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunu söylemek olunca sanırım başka kanıt aramaya gerek yok.
Yeniden uzlaşmalarımızın üzerinde yükseldiği temelleri, o temelleri oluşturan düşüncelerimizi ve o düşüncelerden yol çıkılarak tanımladığımız değerleri anımsamakta gerek var diye düşünüyorum. Üstelik yalnız Birgün Gazetesi için değil. Yaşamımızın her alanı ve içinde yer aldığımız her türlü birliktelik ve beraberlik için. (MS/BB)