Başka Şiir Dergisi ve sosyal medya üzerinden insanların bir araya gelmesiyle dergicilikten yayınevine evrilen sürecin başrol oyuncusu Kadir Aydemir, Yitik Ülke’yi çocukluğunda okuduğu Ritsos, Kavafis, Neruda ve Lorca şiirlerinden etkilenerek kurduğu hayallerden oluşturmuş.
Bu hayaller zamanla büyüyerek Yitik Ülke Yayınevi’ne dönüşmüş. Kendisinin de söylediği gibi Yitik Ülke biraz da Kadir Aydemir ve onun hassasiyet gösterdiği şeyler yayınevinde vücut buluyor. Bunlardan biri sosyal sorumluluk ve edebiyat projeleri. Kendisiyle bu projeler hakkında konuştuk.
Size göre kitaplar ve yayınevleri ne için var?
Kitaplar dünyayı değiştirmek için var, yayınevi de bunun arka planındaki uygulayıcısıdır. Çağdaş düşünce, insanın evrimi, insanın kendini geliştirmesi, devrimler, bütün dönüşümler ve bilim kitapları sayesinde olmuştur. Kitaplar bilgi taşıyıcısıdır ve kimilerine göre tehlikeli bir şey olsa da bence düşüncenin somut halidir kitap. Yayınevi aslında kitabın süt annesidir. Düşünceyi bir kabuğa büründüren yer yayınevi. Editörler, genel yayın yönetmeni, tasarımcı, matbaa; hepsi bir bütün.
Projeleri hazırlarken insanlara nasıl ulaşıyorsunuz ve katılım nasıl oluyor?
Yitik Ülke projelerine katılım daha çok sosyal medya üzerinden oluyor. Twitter ve Facebook hesaplarımızdan ve yayınevinin kendi sitesinden katılıma açık kitaplar için çağrılar yapıyorum. Bunun için yazmayı, edebiyatı çok sevmek, bizim daha önceki benzer projeli kitaplarımızı okumuş olmak gibi kriterlerimiz var. Bu kitaplarda aradığımız bir dil var ve böylece projeye katılacak olanların bu dili anlamasını bekliyoruz. Bu projeler sayesinde yeni yazarlara destek olmuş oluyoruz ve aynı zamanda bunlar da kolektif, komünal çalışmalara dönüşmüş oluyor.
Kafasında projesi olan bir kişi kendine Yitik Ülke’de yer bulabilir mi?
Bize pek çok kişisel dosyalar geliyor. Örneğin şu an yayın planımızda 2014 için yer yok; ancak 2015 için okumalar yapabiliyoruz. Gelen her dosyayı inceliyoruz; ama hemen cevap veremiyoruz tabi ki. Yayıncılık geleneğinden gelen biriyim, Cağaloğlu’nda yetiştim. Biz orada bir ay ile üç ay içinde eser sahibine geri dönülmesi gerektiğini öğrendik. Eğer üç ayı geçmişse eser sahibi eserini başka yerlere iletebilir. Herkese açık projeler yapıyoruz zaten. Genel olarak derleme yani çok yazarlı kitaplara öncelik veriyorum.
Neden peki?
* Yitik Öykü (Geliriyle fidan veya tohum alınıp ekilecek) * Eski Sevgililerinizden Kurbağa Yapılır – Özlem Kumrular (Geliri Soma’ya bağışlanıyor) * Çarşı Ulan – Erk Acarer (Geliri 1 Umut Derneği’ne bağışlanıyor) * İmza: Kızın – Selgin GB (Geliriyle Esenyurt’taki bir ilkokula çocuk kitapları bağışlandı) * Tekrarı Olmayan Öyküler – Tülin Dursun (Geliri Cumhuriyet Üniversitesi öğrencilerine burs olarak veriliyor) * Prens Ali’nin Macerası – A. Zeynep Leyla Gündoğar (Geliri LÖSEV’e bağışlanıyor) * İsmi Lazım Değil – Erdinç Mutlu (Telif geliriyle her baskıda tekerlekli sandalye bağışlanıyor) |
Çünkü bizim yayınevi böyle güçlenen bir yayınevi ve böyle kitaplarla daha çok yazara kucak açmış oluyoruz. Önceki soruya dönecek olursak, daha çok kendi çevremizden, tanıdığımız kişilerin önerileriyle gelen dosyaları değerlendirmeye öncelik veriyoruz. Çok fazla eser gelebiliyor ve kimseyi incitmemeye çalışıyoruz. Eğer biz yayınlayamayacak durumdaysak onları başkalarına yönlendirmeye çalışıyoruz. Yeni fikirlere açığız çünkü hiç ummadık birisi çok güzel şeyler yazmış olabiliyor. Günümüzde internet çok kavrayıcı zannediliyor ama edebiyatın okulu hala dergiler ve kitaplar. O tezgahtan geçmek lazım. Yazarlık sadece internet üzerinden sahip olunabilecek bir şey değil, çok büyük emek istiyor. Çok hızlı bir zaman dilimindeyiz, okunmadan düşünmeden konuşulan bir çağdayız. Şiddet kültürü ve kaba bir dil ortalıkta dolaştığı için bireylerin de hiçbir şeyi umursamadan, her şeye hemen sahip olmak istemeleri gayet anlaşılabilir bir durum aslında.
Geçenlerde Twitter hesabınızdan geliri LGBTİ sığınmaevlerine bağışlanacak bir proje planınız olduğunu söylediniz. Nasıl bir proje olacak bu?
O kitabı düşünmekteyim. Onlara ait bir tane sığınmaevi var İstanbul’da ve gelirleri de yok. Aralarında durumu iyi olanlar destek oluyor sadece. Onlarla ilgili bir haber okumuştum ve ondan etkilenerek bu projeye karar verdim. Onların yazacağı bir kitap olacak bu. Bunun için yakında çağrı yapacağım ve geniş bir zaman vereceğim yazarlara. Bu Yitik Ülke için de bir açılım olmuş olacak ve aynı zamanda yayıncılığa da bir renk katmış olacağız.
Bir arada yaşamayı savunan bir insanım. Bu toplumda pek çok düşünceden insan yaşıyor. Bu kitap bunları destekleyecek ve bizlere bir arada yaşamayı biraz daha öğreten bir proje olacak. Aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesi olarak da görüyorum bunu. Çevremizdeki her şeye duyarlı olmalıyız. Umarım çok okunur da çok destek görür bu kitap.
Bazı projeleriniz yeni yazarları gün yüzüne çıkarıyor. Bu hem bir yazar hem de yayınevinin sahibi olarak size neler hissettiriyor?
Ben mutlu oluyorum. Birine destek olmak çok büyük bir mutluluk benim için. Yüksek egoları olan, kıskanç biri değilim, herkesin emeğine saygı duyarım. Ben kendi yolumu okuyarak, yazarak açtım. Herkes de bunu yapabilir.
Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok sevdiğim, o paylaşma duygusuyla büyütüldüğüm için, alt kültürümde de bu hümanizma olduğu için arkadaşlara destek olmak, onları yönlendirip, onları bir eserde bir araya getirmek veya kitaplarını yayınlamak, tanınmalarını sağlamak benim için de hoş bir süreç. Asla kimseyi kimseyle kıyaslamam, herkes kendi yolunu bulur. Yitik Ülke’nin mentalitesi bu: dayanışma ve paylaşım üzerinden ilerleyen bir yayınevi. O nedenle kitlelere ulaşmaya devam ediyor. Daha çok üretip daha çok paylaşmaktan yanayım.
Yayınevi olarak ve kendi kişisel çabalarınız sosyal ve edebi projelerde bu kadar yoğunken okuyuculardan beklentiniz var mı?
Okurdan sosyal dayanışma kitaplarımıza destek bekliyoruz. Onlar bizim için çok önemli. Bizim gibi kendi yağında kavrulmaya çalışan Alef ve Labirent gibi yayınevleri var. Bunların desteklenmesi lazım. Bizim arkamızda bir sermaye veya bir kuruluş yok. Bilgisayarlarla evimizde, gittiğimiz kafelerde, tatilde, çadırda, hayatımızın her anında bu işi sürdürmeye çalışıyoruz. Aslında bu iş bizim için hobi.
Okurlar sosyal medyadan destek oluyorlar; ama kitapçılardan kitaplarımızın sorulması, alınması çok önemli. Aynı zamanda Potkal diye bir alt yayınevimiz var. Yitik Ülke’nın yayın planına sığdıramadığımız eserleri orada yayınlamaya başladık. Yitik Ülke kitaplarının kitapçılardan alınması hem yayınevinin itibarını yükseltiyor hem dağıtım şirketinde olumlu sonuç yansıyor hem de yazar için kitapçılarda tanınması da çok önemli. İnternetten de alınır kitaplar tabii ki. İyi yazar okurunu bulur. İnternet çağında bunu hızlandırmak için okurla iletişimizi sıcak tutup onlardan öneri ve eleştiriler alıp kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle sosyal medyayı en aktif ve en yaratıcı şekilde kullanmaya çalışıyoruz.
Kitaplar, kitap ayraçları, tohumlar hediye ediyoruz. Aynı zamanda kütüphaneler kuruyoruz, kitaplıkları destekliyoruz, değişim ve takas kütüphanelerini destekliyoruz. Her şeyi Twitter’a sığdırmak mümkün değil. Alternatif bir yayıneviyiz ve muhalifiz. Umarım okur daha çok bizi destekler ve bizi güçlendirir.
Bu durumda var olan etkin katılımcıların yeterliliğine ek olarak “Sen yoksan bir eksiğiz” anlayışına inanıyorsunuz.
Bence yeterli değil asla, çünkü dayanışma bu şekilde ilerliyor. Biraz hayata bakış açısıyla ilgili. Kimisi var evinden çıkmıyor, kimisi var ki eve girmez. Biz gecekondulardan gelen bir yayıneviyiz ve belli bir altkültüre, belli bir politik bir bilince sahibiz.
Dayanışmanın ve paylaşmanın önemine inanan birisi zaten bencil davranmaz ve daha çok büyümek, gelişmek ve kendi gibi düşünen insanlarla bir araya gelmek için insanların katılımını ister. İnternetin olanaklarını kullanmaya çalışıyoruz ama yola çıkıştan bugüne bir yazar grubuyuz, katılım ve paylaşıma açığız. Neden daha fazla insana ulaşmayalım ki? Kitaplar bir köprüdür çünkü. (BK/EKN)