Başbakan Ahmet Davutoğlu, NTV ve Star TV ortak yayınında rehinelerin serbest bırakılması, IŞİD, Kobane'den göç ve başörtüsü ile ilgili konuştu.
Davutoğlu'nun açıklamalarından satır başları şöyle:
"Fidye vermedik"
Prensip olarak hiçbir zaman fidye ödemedik. Fidye ödemek bir vatandaşı kurtarırken başkalarını tehlikeye atar. Rehine tabiri kullanıldıktan sonra pazarlık başlar. Vatandaşlarımızın rehine psikolojisine girmelerini istemedik.
Musul halkı Türklere zarar vermeyi düşünmez. MİT müsteşarı ve ben etkili kişilerle görüştük. Günbegün nakış gibi işleyen bir strateji uyguladık. Libya'dan vatandaşlarımızı transfer ederken çok sayıda aşiretle iletişim kurmuştuk.
Musul bizim düşmanımız değil, Sünniler bizim düşmanımız değil. Irak'ın hiçbir halkı bizim düşmanımız değil. Bizim başkonsolosluğumuz tek yabancı temsilcilik olduğu için Musul halkının sevgisini kazanmıştı.
"Din adamlarını da devreye soktuk"
Din adamlarını da devreye soktuk. Suriye üzerinden bırakılmalarını da planladık. Evet, bu bir operasyondu, eğer tatmin edecekse burada söylüyorum. Diplomaside 'operasyona başlıyoruz' dediğimizde bu, bazen bir büyükelçiyi çağırıp nota vermek olabilir. Bazen bir tahliye operasyonu olabilir.
Bunların kafası hep polisiye kafa olduğu için, onların hep anladığı operasyon illa kan dökülecek, bu muydu arzuları.Önemli olan vatandaşlarımızın ülkeye dönmesidir.
Çok yaklaştığımız anlar da oldu. THY'ye iki uçağı hazır tutun diye söyledik, Temmuz ayında ama olmadı. Hangi spekülasyon yapılırsa yapılsın, kendi araçlarımız kullanılarak operasyon gerçekleştirilmiştir.
"IŞİD'in de üzmek istemeyeceği bir kesim var"
Herkesin saygı duyduğu, IŞİD'in de Musul'daki konumu gereği üzmek istemeyeceği bir kesim var. Çünkü halk tabanında zemini var. IŞİD'e 'Bu rehinelere zarar vermeyin, onlar bizim emanetimidir' diyecek herkes devreye sokuldu.
Rehinelerin tutulmamaları gerektiğine yönelik pazarlıklar tabii ki yapıldı. MİT'e ne gerekiyorsa yapın, talimatı verdim. Bunlar içinde fidye dışında her türlü temas vardır. Kimle temas kurmak gerekiyorsa kuruldu. Ayrıca başka temaslar da olmak zorunda.Bilinmeyen çok insanın emeği var. Yerel bir unsur olarak bir tanesini zikredeyim. Fark edilince infaz edildiği haberi geliyor. Bunları rahmetle anıyorum.
"PYD'nin talebine karşılık verildi"
Bizi Sünni politika takip etmekle suçlayanlar oluyor ama bir toplantımızda dahi etnik köken ve mezhep geçmemiştir. Suriye rejimi yanlıları da geldi Türkiye'ye. Sağ sağlim ülkelerine dönmeleri sağlandı.
Ana muhalefet partisi bu konuda bir suçlama yöneltti. BDP'liler de Rojova'ya ilgisiz kaldığımızı iddia etti. Bunların hiçbirisi doğru değil. Bir seferde en fazla mülteci 3 gün içerisinde girdi. Bizim sınırımız tarihin en anormal sınırlarından biridir. Sınırın karşı tarafı vatandaşlarımızın akrabalarıyla doludur.
Biz sınırımıza gelene bakmayız. 36 bin Yezidi var. Böyle bir ayrım hiçbir zaman olmadı. Onlara tek söylediğimiz; rejimle işbirliği yapmamaları, zulme ortak olmamaları oldu. PYD'nin insani yardım talebine karşılık verildi.
Ama Türkiye'nin içinde kamu düzenini kimse yok sayamaz. 138 bin kişiyi içeri alırken, içerden dışarı gidişlere izin verirsek kamu düzeni kalmaz.
"Türkiye bir şey ispat etmek zorunda değil"
Sayın Kerry buraya geldiğinde IŞİD ile mücadele konusu ele alındı. Son dönemde uluslararası basında sanki Türkiye sınavda olan bir tarafta bir şey ispat etmek zorunda. Türkiye bir şey ispat etmek zorunda değil. Bütün meseleyi rehinelerle ilişkilendirip rehineler bırakıldığında ne yapacaksınız diye soru Türkiye gibi bir ülkeye sorulmaz. Türkiye kendi kararını kendi verir.
Birileri bir şey ıspat edecekse uluslararası toplum kendini ıspat etsin. İnsanlar kimyasal silahlarla öldürüldü, bir tek BM kararı çıkarılabildi mi? Hükümetimizin IŞİD'e terör örgütü demediğini söylüyorlar. Biz 13 Ekim 2013'te Bakanlar Kurulu kararıyla IŞİD'i terör örgütü ilan ettik. Daha ortada Musul baskını yoktu. IŞİD'e karşı tutumumuz aşikar. Ama niyetleri başka. Rehinelermiz oradayken bize bir şey söyletip, bizi problemin parçası haline getirecekler. Bizim kaygılarımız ve ulusal çıkarlarımız var.
Rehineler bizim birinci önceliğimizdi. Şimdi esas meselemiz, bölgede huzur ve istikrarı sağlayacak yaklaşımın sağlanmasıdır. Türkiye'nin sınırda bir güvenlik kuşağı ve uçuşa yasak bölge oluşturmasını ilk defa 2 sene önce teklif ettik.
Her hava bombardımanı mülteci dalgası olşturuyor. Bunları Amerikalılarla konuştuk. Bu çevrede birkaç ülke dışında kendi ülkesinin bütününü koruyacak ordu kalmadı. Türkiye böylesine karmaşık coğrafyada güvenliğinin riske edilmesine izin vermez. Böyle bir coğrafyada güvenlik gözardı edilemez.
Lisede başörtüsü
Her alanda özgürleşme ve demokratikleşme çabası var. Bunu sadece başörtüsünün kaldırılması olarak görülmemeli. 10 sene önce memurlar arasında başörtü takılınca kıyamet kopacağı söyleniyordu. Şu anda hiçbir yerde gerilim yok. Böyle bir özgürlük anlayışı yok. Herkes kendi hayatını yaşar. İsteyen takar, isteyen takmaz. Başörtü nedeniyle kendi ailem baskı görürken, birisi çıkıp da Ahmet Hoca öğrenciler arasında ayrım yaptı diyemez. Karşımdaki sadece öğrencidir, kimseye baskı yapmadım. (NV)