Haberin İngilizcesi için tıklayın
“Davanın özüyle ilgili değerlendirme yapmayan Mahkemeler, yapılan itirazları gerekçesiz reddeden Bölge İdare Mahkemesi ve tarafını kararıyla açıkça belli eden Danıştay, siyasallaşmış yargının somut örnekleridir. Bu kararların katliamlarla susturulmaya çalışılan halklar nezdinde hükmü yoktur.”
10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu, Danıştay kararlarıyla ilgili açıklama yaptı.
Açıklamada, Danıştay kararlarının, maddi zararın tazmin edilmemesi sonucuna yol açabileceği de ifade edildi.
Danıştay, ailelerin açtığı tazminat davalarında, İçişleri Bakanlığı ve Valiliğin kusurlu olduğu yönündeki iddialarını değerlendirirken, Bakanlık savunmasında yer verilen bilgileri esas aldı ve kurumun herhangi bir kusuru olmadığına karar verdi.
Danıştay “kusur yok” dedi
Ailelerin İçişleri Bakanlığına karşı açtığı tazminat davalarında, katliamın gerçekleşmesinde hizmet kusuru olan Bakanlığın katliamdan maddi ve manevi olarak zarar görenlerin zararlarını karşılama sorumluluğu olduğu belirtilmişti. Bu görüş, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri raporuna ve Türk Tabipleri Birliğinin 10 Ekim Ankara katliamıyla ilgili hazırladığı iki ayrıntılı rapora dayandırıldı.
Ancak idare mahkemeleri Bakanlığın ve Ankara Valiliğinin hizmet kusurunun olmadığı kabulüyle davaları “sosyal risk” ilkesi kapsamında değerlendirerek tazminat kararları verdi. (Sosyal risk ilkesinde, ‘idarenin hizmet kusurunun olmadığı terör eylemleri sonucunda’ zarar görenlerin zararlarının bir kısmının karşılanması öngörülüyor.)
Bu kararlara yapılan itirazlar, Ankara Bölge İdare Mahkemesince gerekçesiz olarak reddedildi. Dosyalar Danıştay’a taşındı. Danıştay da bugüne dek verdiği kararlarda, idarenin kusurlu olmadığı tespitinde bulundu.
“Ceza yargılamasında olduğu gibi…”
Danıştay’ın bu yöndeki kararlarına dair yazılı açıklama yapan 10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu, mahkemelerin tarafsız olmadığını ifade etti:
“10 Ekim Ankara katliamında hayatını kaybedenlerin aileleri ve yaralananlar adına davaların adalete hizmet eden, yaşanan yıkımı tazmin eden bir başvuru yolu olabilmesi için Bakanlığın çok açık olan kusurunun yargı yoluyla tespit edilmesi önemliydi.
“Başka katliamların gerçekleşmemesinin koşulu da katliamın gerçekleşmesinde Bakanlığın kusurlarının tespiti, kabulü ve ardından bu kusur nedeniyle oluşan zararın giderilmesi idi.
“Ancak tıpkı ceza yargılamasında olduğu gibi idari yargıda da devletin, idarenin kusuru yok sayıldı, Bakanlığın hizmet kusuru bulunduğuna ilişkin iddialarımız yönünden değerlendirme dahi yapılmadı. Danıştay da Bakanlığın herhangi bir kusuru olmadığına karar verdi.”
“Bilimsel raporlar dikkate alınmadı”
“Mülkiye Müfettişleri raporunda yer verilen somut tespitler bu kararla yok sayılırken, TTB’nin ayrıntılı inceleme sonucu oluşturduğu rapor ve avukatlarca hazırlanan raporlar tarafsız olamayacağı gerekçesiyle değerlendirmeye dahi alınmadı.
“Bilimsel raporları tarafsız bulmayan Danıştay, davanın tarafı olan Bakanlık ve Valilik verilerini karşılaştırma gereği dahi duymadan doğru kabul etti. Böylece Danıştay dosyadaki tüm verilere rağmen “ben devlete kusurlu dedirtmem” demiş oldu.
“İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri, dönemin Ankara Emniyeti yetkililerinin kusurlarını tek tek tespit etmişken, hekimler bilimsel verilerle kimyasal gazların yaralılar üzerindeki etkisini açıklamışken, Türk Tabipleri Birliği Sağlık Bakanlığının verilerini inceleyerek nasıl acil sağlık hizmeti sunulmadığını ortaya koymuşken verilen kararın hukuki olduğunu söylemek mümkün değildir; karar siyasidir.
“Danıştay tarafsız değildir, Bölge İdare Mahkemesi tarafsız değildir, idare mahkemeleri tarafsız değildir. Tarafları hukuk değildir, haklar değildir. Ceza yargılamasında olduğu gibi idari davalarda da elbirliği ile devletin sorumluluğunun üstü örtülmek istenmektedir.” (AS)