Bir zaman sonra Missouri Zırhlısı'nın Boğaz'a demir attığında, genelev duvarlarını beyaza boyayıp, Amerikan düşleri kuranların, kaçık çoraplarıyla tezgah arkasında duran kızlara "Beyaz dizi" satanların, "Her mahallede bir milyoner" yaratma sevdasına düşenler arasında da hayattan dolayı değil de tarihin cilvesinden dolayı aynı havayı soludu.
Çiftefırınlar'da bir çocuk
Karşıyaka'nın Çiftefırınlar'ın da mobilyacılık tedrisatı almaktan çok, çorapla sıkılaştırılmış topun arkasında koşmaktan hoşlandı. Coğrafyadan, tarihten, en çok da iktisadi hayattan dışlanmış, çokça kahvehane köşelerinde anılarını azar azar harcayanların arasında, insanın kendisi için de bir şey olabileceğini ispat edercesine büyüdü.
Damlacıkspor'un 8 numarası Metin, çelimsiz, vücudu kafasına hükmedercesine uzayıp giden, kafası da vücuduna ayar verircesine hasis bir denklemin görüntüsü Metin. Azla yetinmenin, topun peşine beraberce koştuklarının hatırını hep kalbinde hissedenlerin evladı olarak büyüyün Metin.
Nasıl ki Baba Hakkı sağ haftan yürüdüğü zaman tribünlerdekiyle beraber hareket ederdi, nasıl ki Lefter her rövöşata yaptığında burnun direğinde Ege'nin öte yakasından esen tuzu hisseder., Metin de Karşıyaka'nın tozlu arsasından üzerine sinen kokusunu hiç unutmadı. O kendi hayatının öznesi olmaya çalışanlar için bir teklifti, mucize kabilinden bir kahraman değil, aynı tarihi, iktisadi ve coğrafyayı paylaşan, kendilerin için hayat kurmaya çalışanların arasında bir neferdi yalnızca.
O zamanlar 'ünlü' olmak diye bir şey yoktu
10 Haziran 1959'da Fenerbahçe tam 37. dakikada fileleri yırtan meşhur golünden sonra bile fazlaca sevinmedi, onun golünden sonra üzülenlerin olabileceği düşüncesiyle hafif buruklukla karşıladı tebrikleri. İzmirspor'a transfer olup da cebine 30 bin lira koyduğunda da, Yeşilçam'ın arka sokaklarına girip Taçsız Kral olarak tescillendiği günde hafif tebessüm çokça alçakgönüllülük sinmişti üzerine. Tarihten, coğrafyadan ve en çok da iktisadi hayattan nasibini alanların mağrur havası vardı.
O zamanlar 'ünlü' olmak yerine aynı mahallenin çocuğu olmaktı söz konusu olan. Evlerin kapıları insanların yürekleri gibi ardına kadar açıktı. Sokaklarda "Evet İsyan" diye yürüyenler de, Bebek Oteli'nden ince belli bardaklarda votka yudumlayanlarda aynı coğrafyayı paylaşıyordu. Yılmaz Güney'in "boynunu büküp" kırmızı atkısıyla perdeden göründüğünde insanların alkışladığı, mahalle aralarında çocuklar imrenir diyerek salçalı ekmeklerin ulu orta yenmediği dönemde aynı tarihlerdir.
Damlacıksporlu, sonradan Galatasaraylı Metin Oktay, aynı tarihin, coğrafyanın ve iktisadi ortamın içerisinde adı "Taçsız Kral" konduğundan değil, taç takmanın reddettiği için "kral" oldu. Onun gollerine bakın; emek tartışmasının, tarihin doğulu insanlara bahşettiği mağduriyetin ve kenara itilmişlerin derinden çığlığına dair emareler görürsünüz.
Bir de Tanju Çolak'ın Karşıyaka'ya (tarihin ironisi mi acaba?) gol kralı olmak için arkadaşlarının da yardımıyla boş kaleye attığı golü hatırlayın. Tanju Çolak gol kralı oldu, tacı taktı, kaybettiği ise "krallık"tı. Metin Oktay, yoksulluğun bir dayanışma vesilesi olduğu, "hor görülenlerin" mutlaka bir gün diyerek umutlandığı bir dönemin insanıysa, Çolak, zenginliğin bir gösteri haline dönüştüğü, umudun yerine kopkoyu bir karanlığa bıraktığı yılların insanıydı. Tarihi başka bir ironisi daha, alçakgönüllü, mağrur Galatasaraylı Metin Oktay ile "İmparator" olduğunu her vesileyle zikreden Fatih Terim aynı camianın içerisinde yer aldı, bu durumu tarihin, iktisadın ve coğrafyanın insan aleyhine değişimi olarak okuyup bir kenara kaydedelim, bir de; 2 Şubat 1936, Metin Oktay'ın doğduğu günün tarihini...Umut etmenin insanların içini ısıttığına inanlar için bir yere kaydedilmesi gereken tarih yani..