Doktor, sedyede yatan 10-12 yaşlarındaki çocuğa bakarak, ne olduğunu sordu.
Üzerinden yoksulluk akan kadından, "Damdan düştü", cevabını alınca, "Damdan düşme iğnesi yok ki!" dedi.
Saatlerdir acılarımı unutturan acılara tanıklık etmekten taşlaşmış bir halde oturuyorken güldüm.
Ve öyle bir iğnenin icat edilmesini diledim; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki düşmeleri hatırlayarak.
Kadının yüzündeki acı büyük harflerle yazıldığından, okumamak imkansızdı.
Bu yüzden damdan düşen çocuğun anne ya da babaannesi olduğunu varsaydım; sanırım bir de gözyaşları yüzünden.
Korku, endişe, panik de yer bulmuştu yaşlıca kadının yüzünde, acının yanı sıra.
Kendisinden daha genç olan kadın, elinden tutuğu 5-6 yaşlarındaki küçük kızın ağlamasını durdurmaya çalışırken; "Abin iyileşecek!" dediğinde ve yaşlıca kadına baktığında; gözlerindeki korku, çektiği acıları gölgede bırakınca, anneye baktığımı anladım.
Düşen çocuk için endişelenen babaanneydi ve o genç kadının da kaynanası.
Uzun yıllar yaşadığım gecekondu semtlerinde, kaynana yanında yaşarken, ağlayan diğer çocuğu susturmanın, hasta çocukla ilgilenmekten daha önemli olduğunu öğrenmiştim.
Doktor, çocuğun kaçıncı kattan düştüğünü sorduğunda, daha onlar "gecekondu" demeden anladım.
Belki de sedyede sessizce yatan çocuk için.korkmamam, çocuk sessizce yattığı için değildi de, gecekondu damlarından düşen sayısız çocuk tanıdığım, bildiğim içindi...
Birinci polis, gecekondunun boyunu soran ikinci polise, en fazla üç metre olabileceğini söyledi
Doktor, çocuğun kolundaki kanlı tülbendi çıkarıp, ilaç sürdü.
O zaman bile sesi çıkmayınca çocuğun, korktum; ama koluna bir şeyler sürülüp sargı beziyle sarılışına bakışından, önemli bir şeyi olmadığına kanaat getirip rahatladım.
Bu arada babaanne doktora, sürekli ne yapması gerektiğini söylüyordu.
İşi düşenler bilir, doktorlar nefret eder kendisine ne yapması gerektiğini söyleyen hasta ve hasta yakınlarından.
Doktor, babaannenin direktifleri arasında çocuğu özenle muayene ediyordu; gördüğüm en sabırlı doktordu.
Çocukluğumun doktorları böyle değildi.
"Şimdiki çocuklar şanslı!" diye düşünecek değilim sırf bu yüzden.
Ama doktorlar açısından şanslıydı o çocuk, o gün.
Çünkü, İstanbul'un en yoğun acil servislerinden birinde; durmaksızın gelip giden çeşitli tipte yaralılara; kim bilir kaç saattir hiç oturmadan müdahale etmekten yorulmuş olmasına karşın, canını acıtmaktan kaçınan bir doktor vardı yanında.
Hem de, feryat figan ve kendisine ne yapması gerektiğini söyleyen babaannesine, annesine ve diğer yakınlarına rağmen.
Hastanenin acilinde beklerken, doktorumun o olmasını istedim, ama olmadı. Bu bana da "iyi doktor" düşmediği anlamına gelmesin.
Doktorum iyiydi.
Tüm sorularıma cevap verdi. Sabırlıydı.
"İyi doktor" yazarken fark ettim; hastaların çoğu için, -tabii SSK ya da Devlet hastanelerine giden parasızlar için-,"iyi doktor", hastaya bağırmayan doktordur.
Hasta yakınlarını hastaneden kovmayan doktordur.
Hastaların sorduğu sorulara cevap veren doktordur.
Hastane kafeteryasında çay içip filmlerime bakacak doktoru beklerken sıkça duydum "iyi doktor" kelimelerini.
Doktorum, daha viziteden dönmemişti ki, kulak misafiri oldum yan masadaki kelime kargaşalarına.
İsteyerek kulak misafiri olduğum konuşmalardaki "iyi doktor" kavramı, çoğunlukla "sabır" kelimesiyle aynı cümlede, yan yana kullanılıyordu.
"Hiç bağırmadılar bize burada!" dedi bir kadın, "hemşireler bile!".
Evet haklıydı; doktorlardan çok hemşireler; onlardan da çok hastabakıcılar; onlardan da çok kapıcıların, bağırdığına tanık olmuş biri olarak, yürekten katılıyordum kafeteryada doktor, hemşire dedikodusu yapanlara.
"Valla, bağırmayan hemşireyi, ilk defa bu hastanede gördüm!" diyerek abartmaları da anlaşılırdı benim için.
Gerçekten, ben de bu kadar "iyi" doktor, hemşire, hastabakıcı ve polisi bir arada görüyordum.
Bir kez daha, "iyi" kavramını, ne kadar kolay kullandığımızı düşündüm.
Bir doktor bize bağırmıyorsa "iyi doktor" oluveriyordu.
Tıbbi bilgisine hiç bakmıyorduk.
Bize iyi davranmışsa,"iyi", benzer şekilde bizi azarlayan bir doktor da, alanında en iyilerden olsa bile, "kötü doktor" oluveriyordu.
Hasta arkadaşını getiren polis, benim için taksi bulmaya gittiği için, "iyi polis"ti!
Kaç doktor ya da hemşireye "kötü" dediğimi hatırlamıyorum kırk yıldır.
Ama "iyi" den fazla, "kötü" dediğimi biliyorum sadece.
Ve "kötü" denilenleri onayladığımı.
Şimdi düşünüyorum da, hep hastalardan yana olmuşum, haklı ya da haksız olduklarına bakmadan.
"Hasta daima haklıdır!" demem, ama öyle davranmışım.
Bunun anlamı ne?
Kim bilir kaç doktor ya da hemşireye haksızlık ettim hayatım boyunca?
Kim bilir kaç doktor ve hemşireye "kötü" dedim.
Kaç saattir nöbette olduğunu, kaç saat uykusuz kaldığını hiç düşünmeden.
Hep arkalarından konuşurdum
Onlar okumasa bile, bu yazı bir tür özür yazısına dönüştü.
Kendilerine haksızlık ettiğimi zaten öğrenememişlerdir.
Ki, hep arkalarından konuşurdum, hiç birinin yüzüne karşı gerçek duygularımı söylemezdim.
Şimdi kendimi biraz daha iyi hissediyorum.
Bu yazıyı yazarak, vicdanımı rahatlattığımdan değil.
Sadece, bundan sonra, kolayca haksızlık etmeyeceğim, edemeyeceğim için doktor ve hemşirelere.
Sanırım o gün, doktor ve hemşirelerin "iyi"liği, bana kendi "kötü"lüğümü gösterdi.(NG/AD)