Her şey bir arkadaşımın arayıp "bu diziyi izlemelisin" demesiyle başladı. Televizyon ile ilişkisi evde ses olsun kıvamına bile gelemeyen benim için bölüm bölüm bir diziyi internetten takip edecek olmak büyük başarıydı gerçekten.
İşte o gece, kıramayacağım kalbe olan gönül borcum büyüktü. Başladım. Zamanında çok satan listelerinden inmeyen üçleme kitaptan uyarlanan Fi dizisi ile tanışmam böyle oldu. Azra Kohen'in Fi-Çi-Pi kitaplarını hiç okumamış ve hatta hiç okumayacak olan ben, anlatıdan ve karakterlerinden habersizdim.
Yönetmen Mert Baykal'ın yarattığı o gizemli ve değişik dünyaya, Nüket Bıçakçı ve Özlem Yücel'in senaryosuyla giriverdim. İki sezon Puhu Tv üzerinden yayınlanan Fi, yakın tarihte sona erdi. Azra Kohen'in müdahalesi -kitaplarının konusundan uzaklaşıldığı düşüncesini açıklamasıyla- dizinin erken final yapmasına neden oldu.
Serenay Sarıkaya dizide balerin Duru Durulay karakterini, Ozan Güven psikiyatr Can Manay'ı canlandırıyor.
Tutkunun peşinden koşanlar
Sebeplere ilişkin tartışmalar yapıldı, yazarın haklılığından haksızlığından dem vuruldu. Başlangıç ve bitiş arasında geçen sürede kuşkusuz dizinin karakterleri ve o karakterleri canlandıran oyuncuları -kimi zaman diziden daha çok- konuşuldu. Can Manay'ın (Ozan Güven) Duru'ya (Serenay Sarıkaya) duyduğu aşk ve ona ulaşabilme cesaretinin acımasızlığı, tekinsizliği, sınır tanımazlığı ve tutkusu yirmi iki bölüm boyunca dizide herkesin bildiği şu cümleyle özdeşleşti: "Tutkunun peşinden koşanların, yanma pahasına ateşe uçanların ve acıdan geçerek kendi gerçeğine ulaşanların hikâyesi..."
Sinematografik özellikleriyle Fi, ülke izleyicisi için daha önce karşılaşmadığı niteliklere sahipti. Dizinin bölüm süreleri, anlatı, senaryo, kurgu, kullanılan müzikler, kostümler, renkler, mekânlar, eşyalar bu niteliklerin başlıcalarıydı. Bunun yanı sıra diziyi diğerlerinden ayıran belirgin özellik ise ruhlarının trajik yanlarıyla karakterleriydi.
Birbirini tamamlayarak kullanılan imgeleri, konu ve karakterler arasındaki bağlamsal çerçeveyi ve insan denen vahim varlığın hakikatine ait ruhsal temsillerin simgelerini zamansal ve uzamsal gerçeklikleri ile detaylandıran Fi; doğruları yanlışları, eksiklikleri, mantık hataları olsa da insan nedir, neden sevilmek ister, bencilliği, hırsları ve gücü için hangi kötülükleri yapar, her insanın ait olduğu yer neresidir sorularını sarsıcı ve net bir biçimde sordu.
Tıpkı, ilk sezonun son bölümünü ve bu sezon, finali tamamlarken fonda çalan şarkının sözlerindeki gibi: "İnsan insan dedikleri/ İnsan nedir şimdi bildim." Gelgelelim dizinin kendi bütünlüğünden ve aktarmak istediği meselesinden ziyade varlığıyla ve tavrıyla her bölüm hakkında en çok konuşulan tek bir karakter vardı: Sadık Murat Kolhan.
Benim gibi diziyi sadece kendisi için izleyenlerin sayısı azımsanamayacak kadardır diye düşünüyorum. Osman Sonant'ın başarılı oyunculuğuyla hayat verdiği Sadık Murat Kolhan, bu yazının da esas konusu.
Dizide Özge karakterini Berrak Tüzünataç, Sadık Murat Kolhan karakterini Osman Konant oynuyor.
Aşık olduğu kadına, Özge'ye (Berrak Tüzünataç) ölmediğini, hayatta olduğunu sedir ağacı tohumu göndererek gösteren bu farklı erkeğin hikâyesi merakla beklendi. İzlenen bölümler sonrasında yorumlar yapıldı, yer almadığı bölümlerin eksik kaldığı dillendirildi. Neydi onu diziye başlı başına konu eden hayatı ve hakikati? Neydi kadınlar arasında hayal edilen erkek konumuna yerleştiren cazibesi?
Yaşamak şu anlama gelir der Cioran*: inanmak ve ümit etmek- yalan söylemek ve kendine yalan söylemek. Yalanlar birbirini doğururken çeşit çeşittir. Her aldatmacanın ulaştığı bir zafer vardır ve o zaferden doğanlar birbirlerinden farklıdır. Böylece hayat yorulmadan, bitmeden, tükenmeden bir şey bulur ve yaratır.
Çünkü hayat, maddenin romanıdır. Hayaletlere meftun toz zerresi insan, karmaşık ve değişik konumunu ıstırap ve mutluluk araçlarıyla, kendisine bir başka vekil bularak, yalan içindeki diğer yalana ekler: aşk. Ve o, yalanlar hiyerarşisinde hayattan sonra gelir. Bir suç ortağının terinde boğulmak, hayatın, içinde debelendiği yalancı kurguyu unutmak içindir. Sadık Murat Kolhan, hakikati ve kötülükleriyle, gücü ve karanlığıyla bir yandan hayat yalanlarının zahmetini çekerken, diğer yandan vicdanını geri kazanacağı hayat amacını kusurlarının kurgusundan kurtarmak isteyendi.
"Oraya gittiğimde hissettim. Ya şimdi dönerim ya da cehennemin kapısından girerim. Dönmedim..." diye söze başladığı itirafı Sadık Murat Kolhan'ın travmalarını, sıkıntılarını, kötülüklerini, karanlığını, acımasızlığını, gücünü ve kaybettiği vicdanına tekrar ulaşmak için yaptıklarını örten o kalın, ışık geçirmez perdenin ardıydı. "Kucağıma aldım. Kuş gibiydi. Öyle hafif. Öyle ağır. Küçücük beden. Bir serçenin ölüsü.
Dünyanın bütün kötülüklerini, bütün acılarını sırtlanmış. Ne ilk ne de son." Eski kayınpederinin bir çocuğa tecavüz edip öldürmesiyle işlediği suça, o çocuğu bir ağacın dibine gömerek ortak olan, bu ortaklığı ile içinde hapsolduğu cehennemin kapısını sıkı sıkıya kapatan, çorak ve yoksul kalbini kendi yalnızlığının denizinde boğan Sadık Murat Kolhan, bize, hepimize yalanlarımızı ve gölgelerimizi hatırlatan bir insanlık envanteriydi: İstediği zaman istediği yerde aklından geçeni yapabilen, diğer insanlara hükmeden, hepimiz kadar acımasız; ulaşmak istediğimiz gücün öznesi; kadın veya erkek olmamızdan bağımsız bir insani fiiliyat hali; insanın kötülükle lanetli tarafı; vicdanı geri kazanmak için bir diğerinin varlığına muhtaçlığın çaresizliği...
Bütün dizi boyunca Özge'de cisimleşen iyi insan olabilme utkusu; ruhunun derinliklerindeki tuhaf hiyerarşiyi yıkan, duygularındaki mesafeyi bölen, ıstırabını maskelerinden kurtaran bir inancı ve adanmışlığı tanımladı.
Ruhundaki pelteleşmiş ağırlık ve çöküntü, karanlıklar içinde kalan uzun uykusuzluğu, lanetli sırrı, günahlarının tahammül edilemezliği Sadık Murat Kolhan'ın hiçliğinin ve endişesinin varoluşuydu.
Hem kendisine mağluptu hem diğerlerini alt etmeye çalışandı. Muktedirliğini bekleyişi ve sabrı, anlayışı ve özeni ile törpüledi. Bu nedenle özdeşlik kurabileceğimiz tuhaf bir yakınlık duygusu hissettirdi. Öte yandan bir erkek olarak aşık olduğu kadın karşısında gücünden ve tahakkümünden uzaklaşan duyguları ile yetersizliklerini, zaaflarını, hayatın içindeki belirsizliğini, ruhunun boşluğunu, karanlıkta avunduğu mutsuzluğunu bertaraf etti.
Her an, "buradayım" diyendi. Hiçbir bahanenin ardına saklanma gereği duymadan, tek bir detayı unutmadan, utanmadan, aşkına ve arzusuna ait olan hislerini yadsımadan, kaybedeceğinin değerinin farkında ve istediğinin ulaşılmazlığının ayırdında söylediği her söz, aşkın iki kişilik sihirli alanını kuşattı. Bir araya gelmesi imkânsız görülen iki insanın bir hayali gerçekleştirebileceğine dair samimi ve lirik evren yarattı. "Daha seni hak etmedim" cümlesi aşkın kederle sevincini birleştirdi.
Ortak olduğu suçun acımasızlığı elbette ki yadsınamaz. Ödeyeceği bedeli göze alıp aşık olduğu kadının dizlerine kapandığı andaki pişmanlığına karşı savunmasız hali, erkek izleyicilere tuhaf gelen bu alışılmadık, coşkun romantizm, kadınlar için aranıp bulunamayan cevher gibi oldu. Keskin bir yüzleşmenin kurgusal öznesi Sadık Murat Kolhan, sadece bir dizi karakteri değil; dünyanın kötülükle hemhal, iyilikle ikircikli kapısındaki eşikte mevcudiyetimizi işaretleyendi. O yüzden, dizi bitmiş olmasına rağmen hakkında düşünülen, söz üretilen, sanki gündelik hayatımızın içinde ansızın karşılaşabileceğimiz bir insan hayali olarak konumlandı. (FD/PT)