"Beni çok sıkmazsın değil mi? Karışanım edenim olsun istemem bundan sonra. Alışmışım özgür yaşama."
Kasap Havası filmi ile tanıdığımız Çiğdem Sezgin, anlatmayı sevdiği kadın hikâyelerine bir yenisini daha ekliyor: Suna.
Bu yıl Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde gösterilen film, derin yoksulluğun kadınları nasıl etkilediğini, sevmediği bir adamla evlenmek zorunda kalan Suna karakteri üzerinden anlatıyor. Şartlar onu bir eve hapsolmaya yöneltse içindeki özgür kadını kaybetmeyen Suna’nın düşe kalka geçirdiği bir kışını izliyoruz.
Başrolde Nurcan Eren, Tarık Papuççuoğlu ve Fırat Tanış’ın yer aldığı filmin yönetmeni Çiğdem Sezgin ile Suna’ya dair söyleştik.
Görsel:Çiğdem Sezgin
Suna filminde eve kapanmak zorunda kalan, istediği hayatı yaşayamayan yoksul, yalnız ama bir o kadar da özgür ruhlu bir kadının hayatını izliyoruz. Suna’nın hikâyesini yazmaya nasıl karar verdiniz? Yaratım süreci nasıl gelişti?
Tam da tarif ettiğiniz gibi bir kadın karakter yazdım ve adını Suna koydum. Sonra onu sevmediği bir adamla evlendirdim. Bana bu filmi yazdıran, Suna’nın sadece yalnız ve yoksul bir kadın tiplemesi olması değil, aynı zamanda renkli ve derinlikli bir karakter olması.
Film, aynı zamanda yüksek lisans tezim. Marmara Üniversitesi GSF Film Tasarımı Bölümünde lisans yaptıktan sonra başladığım yüksek lisansıma 22 yıl sonra ‘Suna’ filmi projesi ile geri döndüm. Tez çalışmalarım senaryoyu, senaryo yazım süreci de vizelerle final sınavlarını olumlu yönde etkiledi. Ders çalışırken veya ödev hazırlarken filme de hazırlanıyordum aynı zamanda.
"Suna özgür ruhlu olmasaydı bu film yazılamazdı"
Senaryo yazım süreci uzun oldu. Filmde olan biten her şey benim seçimim. Karakterlerin hepsi bazı değerleri ve normları temsil eder. Film doğru okunursa kişiler ve olaylar anlaşılır diye düşünüyorum.
Suna özgür ruhlu olmasaydı bu filmi yazılamazdı zaten. Veysel’le mutlu mesut yaşayıp giderlerdi.
Suna’ya kafes olan ev, Veysel için tüm gün hoşlanmadığı onunla dalga geçtiğini düşündüğü insanlardan kurtulup özgür olduğu alan. Filmin genelinde de ev büyük bir alan kaplıyor. Bu bağlamda evi filmin üçüncü ana karakteri olarak yorumlayabilir miyiz?
Evlerimiz kafeslerimizdir. Kimimizin kafesinin kapısı aralık kimimizin yarı açık kimimizin de kapalı. Fakat ben, kapısı sonuna kadar açık kafes görmedim. Herkesin geri dönüp girmek zorunda olduğu bir kafesi var.
Filmin muhabbetsiz kuşları olan Suna ve Veysel’den sonraki en önemli rol Veysel’in vefat etmiş olan karısı. Rahmetlinin bir defa vesikalık fotoğrafını gördük. Ama Suna evin her yerinde her zaman gördü onu.
"Suna o evin kadını değil. O ev Suna’nın evi değil"
Veysel işten eve evden işe biri… Emekli… Fazla parası da yok. Nereye gidecek? Kızına damadına… Gittiler bir defa zaten. Bir defa da onlar geldi.
Veysel Suna’ya göre değil. Sıkıldı Suna ondan sevmedi, sevemedi, istemedi onu. Tek tek hepimiz iyiyiz zaten, problem bir araya gelindiğinde başlıyor.
Suna o evin kadını değil. O ev Suna’nın evi değil. O da biliyor kaçıp kaçıp gitmek istiyor.
Derin yoksulluğun en çok kadınları ve çocukları etkilediği bir dünyada Suna için tam bir Türkiye portresi diyebiliriz. Çaresizlikten, yoksulluktan bir eve ihtiyacı olan ama o evin sınırlarına tahammül edemeyen bir kadın. Ancak, Suna o evin sınırlarından çıktığın anda bir noktada ‘cezalandırıldı’. Öyküde böyle bir kırılma yaratmayı neden tercih ettiniz?
Hayat acımasız ben ne yapabilirim? Siz cezalandırdığımı düşünüyorsunuz. Ben gerçekçi sinema yapmayı seviyorum. Kadınlar sürekli tacize, tecavüze uğruyor. Her ay en az yirmi kadın erkek şiddetine maruz kalıp hayatını kaybediyor. Bunlar korkunç sayılar.
‘Suna evden çıktığı için cezalandırıldı’ tam doğru bir okuma değil. Ben kimseye ahlak dersi vermiyorum. Sinema yapıyorum, kurmaca öyküler ve karakterler yaratıyorum. Evde de sokakta da Suna’nın başına kötü şeyler gelsin istedim.
Kadınlara devamlı istemedikleri şeyleri yapmaya zorlanır. Evde kendi kocasından gördüğü taciz asıl en büyük cezadır Suna’ya. Yalnız ve yoksul olmanın cezasını sevmediği arzu etmediği bir erkeğe karılık etmek zorunda kalarak çeker. Hayat Suna’ya iyi davranmaz. Suna yaralı biri. Orada daha da yara alsın istedim, ondandır. Suna gibi kadınların karşısına çıkan erkekler onlara sadece acı verir.
Kadın olduğumuz için daha az itibar görüyoruz. Bekar ve çocuksuz kadınlara neredeyse zavallı gözüyle bakılır oldu memlekette. Evlenmemiş ve çocuk yapmamış olmak onların seçimi değil de ukdesi gibi görülüyor. Suna, bıkmış usanmıştır bütün bunlardan. Bir de yoksulluk… Zaten evini kapattı bir daha da açamadı gitti. Suna’nın canı burnundadır yani. Suna sevdiği biriyle evlenmiş olsaydı bunlar olmazdı.
Filminizi 2019 yılında kaybettiğimiz gazeteci, film eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan’a adadınız. Fırat Tanış’ın canlandırdığı Can karakteri için Cüneyt Cebenoyan’dan esinlendiğini düşünebilir miyiz?
Can, evet Cüneyt Cebenoyan’dan esinlenerek yazılmış bir karakter. Cüneyt, filmin senaryo yazım ve fonlanma evrelerinde bana yardım etti, akıl fikir verdi.
Çevirilerimi düzeltti. Can’ı sevmişti. Oynamaya heveslendi. Okuma ve oyun provası dahi yapmıştık hatta. Çok parlak geçmedi. Biraz üzüldük. ‘Olmayacak galiba.’ dedik. Bir ara verdik. Ben de rolü ona yazmıştım. Başka birine vermeye kıyamıyordum oysa B planları yapıyordum ama bir yandan da Cüneyt’le yeniden denemek istiyordum. Rolü Ercan Kesal’a teklif ettim. Reddetti.
“Fırat Tanış, ruhen ve bedenen Cüneyt Cebenoyan’a benzemeyi başardı”
Cüneyt’i kaybettikten sonra rolü bir kez daha Ercan Kesal’a teklif ettim. Cüneyt’i tanıyan ve seven biri oynasın istiyordum. Bir de ses getiren bir isim oynarsa Cüneyt’i anmalar da daha sesli olur diye düşünmüştüm açıkçası. Ama olmadı. Ercan Kesal artık oyunculuktan haz almadığını ve bundan böyle sadece yönetmenlik yapmak istediğini söyledi. Sevdiğim ve saydığım biridir Ercan Kesal. ‘Peki’ dedim.
Yine sevdiğim ve saydığım bir başka aktör olan Fırat Tanış’a teklif ettim Can rolünü. Hemen senaryoyu okumak istedi ve ardından kabul etti. Cüneyt Cebenoyan’ı yakından tanımak ve anlamak için onun yaşamına odaklandı. Onunla ilgili yazılanlar, onun yazdıkları, fotoğraflar, filmler, müzikler…
Fırat Tanış, ruhen ve bedenen Cüneyt Cebenoyan’a benzemeyi başardı.
Başta Suna karakterini canlandıran Nurcan Eren, Veysel karakteri ile Tarık Papuççuoğlu ve yan karakterler Ezgi Coşkun, Erdem Akakçe oldukça başaralı bir performans sergilemişler. Hepsinin büyük bir emek ve özveri ile filme hazırlandıklarını izleyici koltuğunda hissedebiliyoruz. Oyuncu seçimine nasıl karar verdiniz?
Teşekkür ederim. Oyuncularım adına da teşekkür ederim. Salgının en yoğun yaşandığı günlere denk geldi çekimler. Çekimlerin hemen öncesinde birkaç defa ofisimde bir araya geldik. Hepsi bu. Onlar zeki ve yetenekli insanlar, ne yapmaları gerektiğini bildiler. Rollerine dair biraz sohbet etmek yetti. Erol Babaoğlu da uzun zamandır çalışmak istediğim, hatta kendinden önce adını rolüne verdiğim biriydi. O da Erol’u eti kemiğe büründürmekte hiç fena değildi bence.
Görsel: Suna ekibi
Ben yönetmenleri olarak oyuncularımın rollerine çok yakıştıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Gerisine izleyici karar verir. Bunun bir film olduğunu unutmalarını ve o anı yaşamalarını isterim oyuncularımdan. Bir de hiçbir şeyden utanmamalarını… Utanç fena çelme takar insana. Düşersiniz, başkaları koşar gider.
Oyunculukta da aynı, hayat gibi işte: Siz iyi bir kompozisyon çizmeyi başaramazsanız, başaranlar alır yürür ve sizi geçip gider.
Suna hem ev içinde hem ev dışında istismara maruz kalıyor. İstanbul Sözleşmesi için mücadelenin hala devam ettiği bugünlerde toplumsal gerçekçi ve kadın temalı filmlerin öneminden bahsedebilir misiniz?
Suna’nın evde kocadan gördüğü tacizin sokakta maruz kaldığından farkı yoktur. Taciz tacizdir.
Kadınlar hep istemediği şeyleri yapmak zorunda kalıyor. Yoksul kadınlar daha fazla maruz kalıyor buna, yoksulun ses çıkarmaya hakkı yokmuş gibi. İtilip kakılıyor yoksul kadınlar. Ne hissettikleri, nelerden hoşlandıkları kimselerin umurunda değil.
Veysel’in Suna’ya ettiği zulüm bilerek yapılmış kötülük de değil. O öyle davranıyor. Çünkü bildiği evlilik biçimi bu. Suna’ya zarar verdiğinin farkında değil. Böyle evlilikler çok. Kadınlar da erkekler kadar kanıksamış bu eril düzeni, bu zorba ve hoyratlığa varan davranış biçimini. Pişmanlık ve keder içinde akıp gidiyor yıllar. Evlerde odalarda yenen neşesiz akşam yemekleri, yatak odalarında aşksız şefkatsiz birleşmeler… Kim hak eder ki bunu?
İstanbul Sözleşmesi; kadının güçlendirilmesi, şiddetin önlenmesi, önlenemediği durumlarda etkin soruşturma yürütülmesi, destek ve koruma mekanizmaları sağlanması ve ikincil mağduriyetler oluşturulmaması konularında devlete yol haritası çizer ve denetlenmesini sağlar. Ne yazık ki Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çekildi. Ne oldu? Kadın cinayetleri arttı. Daha birkaç gün önce Tahran’da saçı göründü diye 22 yaşındaki Mahsa Amini, komaya sokuldu ve hayatını kaybetti. Film yapmak yetmez artık. Başka bir şey yapmak lazım... Bana bir kaldıraç verin dünyayı yerinden oynatayım demiş Arşimet. Afganistan’da Taliban eziyeti devam ediyor. Kadın protestocular gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, işkence görüyor ve zorla kaybediliyor. Minicik kız çocuklarını koca koca adamlarla evlendiriyorlar. İçim yanıyor düşündükçe… |
Filmin bundan sonraki festival yolculuğu nasıl ilerleyecek, Suna’yı vizyonda ya da bir dijital platformda görecek miyiz?
Suna, uluslararası prömiyerini Kasım ayında Bir Kuzey Avrupa ülkesinde yapacak. Vizyona da girecek elbet. Biraz festival yolculuğu belirleyecek vizyon ve dijital platformların gösterimini.
Suna, Kasap Havası(2015) ile başlayan “Evlilik Üçlemesi” serisinin ikincisi. Üçüncü film ile ne zaman buluşacağız?
‘Bir Mart Günü’ üçlemenin sonuncusu… Senaryo bitti. Proje ‘Mostra de Valensiya Cinema Del Mediterrani – Co-Production Forum’a seçildi. Ekim ayı ortasında projeyle İspanya’ya gideceğim. Filmi 2023‘ün kışında çekmeyi hedefliyorum. Mutsuz evliliklerini kurtarmak için kentten köye geçen bir çiftin hikayesini anlatacağım. (YK)