Hepsi çok keyifli görünüydü. Bir diğeri, "artık devletin verdiği maaşa ihtiyacımız yok," dedi. Hepsi başlarını salladılar: "Yok."
Amir olan: "Ne yapacaksınız bu kadar parayı... Dikkatli harcayın. Biriktirmeyin, bir yatırım yapın."
Hepsi başlarını öne eğdiler.
"Maaşlarımızla burayı yenilemeye ne dersiniz. Duvarları boyatıp şu eski püskü eşyaları yenileriz. Hatta bilgisayar filan alabiliriz."
En kıdemsiz memur: "Bunun için maaşlara gerek yok ki, isteyin yeter ki, birisine nasılsa yaptırırız. Herkes ağzımızdan çıkan bir söze bakıyor. Hepsinin işlerini görüyoruz."
İçlerinden birisi sessizce "Daha doğrusu görmemiz gerekenleri görmüyoruz," dedi.
Okula yardım!
Amirin yardımcısı: "Kasabadaki okulun durumu içler acısı. Akşam benim kız söylüyordu. Oraya yardım yapalım. Fena mı olur?"
Diğerleri başlarını salladılar.
"Benim oğlan da anlatıyor; çok ihtiyaçları varmış. Onun saydıklarını birer aylık maaşımızla yapamayız. Birkaç ay biriktirmemiz lazım."
Bu sözler yeni tayin olan eski bir memurdan gelmişti.
En genci: "Kazandıklarımızdan da biraz katarız. İki derslikli okulun boya masrafından ne olur. Biraz da okulun diğer velileri yardım eder."
Bu fikir amirin kafasına yatmamıştı, gıcık olurdu o okulun müdürüne. Çocuğunun notları için yardımcı olmasını istemeye gittiğinde, eşitlik, adalet diye nutuk atmıştı.
"O beceriksiz adamın yapamadığını biz mi yapacağız. Boş verin."
Paralar merkeze
Devam etti: "Bence parayı merkeze gönderelim. 'Artık maaş vermenize gerek kalmadı. Biz kendi paramızı kendimiz kazanıyoruz' diyelim".
En gençten bir kaç yıl kıdemli memur yürekten bir tezahüratta bulundu: "Siz çok yaşayın amirim. Bu ancak sizin aklınıza gelirdi. Bizim başarımızı tüm teşkilat duyar böylelikle."
Amir, "bu iş tamam merkeze yolluyoruz maaşlarımızı," dedi ve çekmeceden ücret bordrosunu çıkardı. Her birinin maaşını okudu ve meblağı rakama en yakın yuvarlak değere yükselterek her memurun vereceği parayı belirledi.
Masanın üstünde kağıt banknotlardan küçük bir para yığını oluşmuştu. Amir toplanan parayı teker teker düzeltip saydı.
En kıdemsiz memura dönüp, "şimdi bunları alıp kasabaya git ve Genel müdürlüğün hesabına havale ettir, dekontu da bize getir" dedi.
İçlerinden birisi "Kusura bakmayın ama amirim ama bizim yolladığımızı nasıl anlayacaklar" diye sordu.
"Amirini salak birisi zannediyorsun değil mi? Tek akıllımız da sensin tabii. Bu soru ilk senin aklına geliyor.."
Dekontlu mektup
Eskiden beri hasta olurdu ona, "Doğrucu Davut" denilen cinstendi. Her şeye itiraz ederdi. Gerçi bu kez işin ucunda para olduğu için buldukları yönteme kuzu kuzu uymuştu ama, iş paraları yollama noktasına gelince huylu huyundan vazgeçmemiş yine itiraz etmişti. Belki de parayı vermek istemiyordu.
"Onu da düşündüm beyefendi; bir mektup yazacağız ve dekontu da içine koyup yollayacağız."
Hepi birden amirlerine bir daha tezahüratta bulundular. Amir, yazı çizi işi yapan memura döndü: "Hadi geç bakalım şu daktilonun başına" dedi.
Nasıl hitap edeceğini düşündü uzun uzun. Öyle ya bu resmi bir yazı değildi. Kafasından evirdi çevirdi ve aklına ilk geleni söyledi: "Sayın ve çok değerli Yüce Genel Müdürüm"
"Sözcüklerin baş harflerinin hepsi büyük harf olsun ha!"
Harç uygulaması
Sonra el birliğiyle mektubu bitirdiler. Önce keşfettikleri, daha doğrusu sağlık ocağında uygulandığını öğrendikleri "performans" yönteminin benzerini kendi işlerine nasıl uydurduklarını, hizmet verdikleri kişilerden, işin cinsine ve kazançlarına göre nasıl bir tür "harç alma" uygulaması başlattıklarını, bu yolla işlerin hem daha hızlı hem de sorunsuz çözümlendiğini, iş görmeye gelen vatandaşın da bu işten memnun kaldıklarını ve seve seve bu harcı ödediğini anlattılar.
Biriken harcı da hem hiyerarşiye, hem de çalışma biçimi ve süresini dikkate alarak memurlara hakkaniyetle bölüştürdüklerinden, bu nedenle tüm memurların sekiz saatlik mesaiye aldırmadan çalıştığından, aralarında hiç bir sorun olmadığından, bu yüzden de daha çok ve daha hızlı iş gördüklerinden söz ettiler.
Sonunda da bu yöntemi keşfedip, sağlık teşkilatına getiren sağlık bakanına, onu bakan yapan başbakana ayrı ayrı teşekkürlerini belirtiler.
Hatta mektubun sonunda bir de öneride bulunarak, örneğin adliye, askeriye, emniyet, eğitim, çevre, kısacası tüm hizmet birimlerinde bu uygulanmanın yararlı olacağını dahası gerektiğini savundular.
Mektubu bitirirken de, bu kazançları nedeniyle artık maaş istemediklerini, maaştan çok daha fazlasını kazandıklarını, bu nedenle de bu işe başladıktan sonraki ilk ayın maaşlarını başka ve zorunlu işlerde kullanılması için banka havalesiyle genel müdürlüğe gönderdiklerini, havalenin dekontunun da yazının ekinde bulunduğunu belirttiler.
Yazıyı yazan memur, bunlar tamamlanınca, amirden başlayarak herkesin adını alt alta yazdı; yanlarına da toplam para içindeki paylarını belirti ve her birine bir de imza yeri açtı.
Yazdıklarını hepsi de çok beğendiler, kendilerini alkışladılar ve mektubu imzaladılar.
Kutlanmanın keyfi!
Hepsi birlikte çalıştıkları küçük binanın önüne çıktıklarında gözlerine inanamadılar. Ne kadar çok kameraman, elleri mikrofonlu muhabir, boyunlarında makine asılı gazeteci vardı öyle.
Bir dolu da siyah takım elbiseli adam da binaya doğru geliyordu. İlerde de bir otobüs dolusu polis duruyordu. Robocop dediklerinden hem de .
Hepsi önce çok sevindiler. Akıllarına aynı anda Genel Müdürlüğe yolladıkları para ve mektup geldi. Kendilerini kutlamaya geldiklerini düşündüler. Hepsi çok keyifliydi.
Amir gelenlerden birini ilçe savcısına benzetti. Şaşırdı. Savcının ne işi olabilirdi ki burada! "Herhalde bizi kutlamaya geliyorlar" dedi paraları yatıran en genç memur. "Öyle olsaydı bando da olurdu" dedi amirin yardımcısı.
Bileklerinde kelepçe
On beş dakika sonra hepsi bileklerinde kelepçe sivil plakalı bir minibüste oturuyorlardı. Bir süre sonra arabalar hareket etti. En arkada polis otobüsü geliyordu. Onun önünde de bir kamyonette binanın içindeki tüm evraklar ve evrak dolapları vardı. Konvoy halinde gidiyorlardı.
Akşam amirin evinde TV önünde bir yandan ağlayan bir yandan da TV izleyen amirin karısının dizlerine sarılan iki üç yaşlarında bir kız çocuğu TV'ye doğru parmağını uzatıp "Ağlama annecik ağlama, bak babacık orada, şimdi babacık gelecek, bizi götürecek.." diyordu.
Çocuğun bu sözleri üzerine kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
"Babacık"ın görüntüsünün altından kayan banttaki yazıda "Büyük rüşvet çetesi çökertildi" yazıyordu.
Kapıkule'yi duyunca
Sevgili okur. Bu yazının nedeni BiaMag'da "yılbaşı" münasebetiyle "neşeli" bir yazı isteyen Sevgili Erol Önderoğlu'dur. Yoksa ben yine "kadınların sağlık hizmeti alırken yararlanmaları gereken haklarından" söz edecektim.
Bu arada geçen hafta, kamuoyunun gündemine düşen ve yankıları hâlâ süren "Kapıkule" operasyondan haberim oldu, yukarıdaki sahneler gözümün önüne geldi. Yeni yıla girerken olsa olsa böyle bir fantezi iyi gider dedim ve yazdım.
Durun yahu kafama fırlatmayın o domatesleri, o çürük yumurtaları... Tamam, ben yine "hasta hakları yazılarımı yazacağım." Öyle 301, 159 filan bilmem ben. Suçsuzum beni götürmeyin, yahu..
Fikret İlkiz beye haber verin ne olur... Yahu o madde Kürtler ve Ermeniler, bir de orduyla, Aşkın davası konusundaki yazılar hakkında değil miydi...Benim yazdığım bu yazıyla ne alakası var. Heyyyy en azından eve bir haber verseydim. Sürç-ü lisan ettikse affola... Mutlu ve sağlıklı bir yeni yıl diliyorum. (MS/BA)