Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Japonya'ya birkaç yıl önce seyahat ettiğimde, mevsimlerden bahar, aylardan nisandı. Tokyo'da bulunan Ueno Parkı'nda Japonlar, sakuraların (kiraz çiçekleri) tadını çıkarıyordu. Çünkü sakuraların Japon kültüründe, samuraylara değin giden manevi bir anlamı var. Bu yüzden her yıl meteorolojinin ilk sakuranın hangi kentte, hangi tarihte açacağı tahmini bile heyecana neden olur. Ne var ki bu yıl, sakuralar yalnız açtı, Ueno Parkı sakindi. Çünkü Covid19 (Koronavirüs) salgını, Japonya'da da varlığını hissettiriyordu.
Çin'den sonra virüsün en erken görüldüğü ülkelerden biri Japonya. İlk vaka kayıtlara geçtiğinde tarih 16 Ocak'tı. Japonya'nın buna nasıl tepki vereceği görülmeden virüsün merkez üssü önce Avrupa, sonra da ABD oldu. Dolayısıyla mart ayının ortalarında dikkatler tekrar Japonya'ya çevrildiğinde iki ay geçmişti. Ama ilginç bir şekilde vaka ve ölüm sayısı çok azdı. Bu nedenle Japonya, uyguladığı stratejiyle öne çıkmaya başladı. Kimilerine göre bu açıkça bir "Japon modeli" idi. Tam "Çin işi Japon işi. Bunu yapan iki kişi" tekerlemesinde geçtiği gibi.
Abe'nin virüsle yüzleşmesi
Salgın sürecinde Japonya, agresif bir tutum benimsemedi, ülkeyi kilitlemeyi aklından bile geçirmedi. Oysa çevre ülkelerden Güney Kore, yüksek test sayısı ve sıkı izolasyon politikasını benimsemişti. Singapur, Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarını beklemeden ülkeyi kapatıp sıkı test ve takip uyguladı. Vietnam'ı da dahil ettiğimizde her ülke başarısını 2003 yılında görülen SARS'tan edindikleri tecrübeye bağlıyordu. Ama Japonya'da dünyanın anlamadığı, bazen de yanlış yorumladığı bir yaklaşım sergilendi. Şaşırtıcıydı; çünkü 127 milyonluk ülkede vaka ve ölüm sayıları gayet düşüktü. Tabii bu, Liberal Demokrat Partili Başbakan Shinzo Abe'ye karşı bir kuşkunun da büyümesine neden oldu. Öyle ki Abe'nin 2020 Yaz Olimpiyatları'nın ertelenmemesi için Japonya'yı virüse karşı güvenli bir yer gibi göstermeye çalıştığı ifade ediliyordu. Bir diğer eleştiri ise hükümetin sıkı tedbirler almayarak ekonomiyi ve dış ilişkileri Japon halkından daha önemli gördüğü şeklindeydi.
Söz konusu eleştirilerin kaynağı, agresif bir tutumun benimsenmemesi. Çünkü Tokyo'da bulunan Narita Havaalanında, mart ortalarına kadar herhangi bir önlem bile alınmamıştı. Virüsün, Hokkaido adasından yayılmayacağı düşünülmüş de olabilir. Çünkü bir ada olan Hokkaido'ya giriş-çıkışlar pekala kolaylıkla kontrol altına alınabilirdi. Bugün "kümelenme" denilen, yani virüsün bulunduğu alanda izole edilmesiyle Hokkaido'da mart ayı başında vakalar neredeyse sıfıra indirildi. Bu da erken bir rehavete neden oldu ve virüs Tokyo, Osaka, Chiba, Kanagawa, Saitama ve Fukuoka gibi kentlerde çift hanelere ulaştı. Hatta Hokkaido adasında ikinci bir salgın dalgası da başlamıştı. İşte bu, Abe Hükümeti'ni Nisan başında koronavirüs ile yüzleşmeye mecbur bıraktı denebilir.
Japonya'da son durum
Yazının yazıldığı saatlerde Japonya Sağlık, Çalışma ve Refah Bakanlığı'nın sayfasında 7 Mayıs tarihli veriler şu şekildeydi: Toplam test sayısı 190.030, vaka sayısı 15.463 ve ölü sayısı 551. Japon gazeteci arkadaşım Chisato Tanaka, açıklanan sayıların üç gün öncesine ait olduğunu, dolayısıyla birçok gazetecinin devlet televizyonu NHK'nin verdiği sayılara güvendiğini belirtiyor. Bunun belki de insan kaynağı eksikliğiyle açıklanabileceğini belirten Tanaka, vaka sayılarının düşük olması konusunda ise hiç kimsenin buna bir açıklama getiremediğini ifade ediyor. "Bu bir Japon mucizesi mi?" diye sorduğumda ise Tanaka, "Bu tamamen bir muamma" cevabını veriyor. "Olağanüstü hal daha erken ilan edilebilirdi" diyen Tanaka şunu belirtiyor: "Sonuç olarak komşumuz Güney Kore'de okullar açılmaya başlarken biz daha yeni olağanüstü hali Mayıs sonuna kadar uzattık."
Bu tablo karşısında Başbakan Abe, birtakım adımlar atmaya başladı. İlk etapta hane halkına yardım ve üreticilere teşvik amaçlı 1 milyon dolar civarında bir teşvik paketi açıklandı. Bununla birlikte hane başına ikişer maske dağıtımı yapılacağı açıklandı. Tabii bu, üç kişilik haneler düşünüldüğünde ciddi bir mizah konusu oldu. Öyle ki çokça izlenen Sazae-San animelerinde karikatürize edildi. Bir diğer eleştiri ise ekonomik teşviklerin, küçük esnafı değil de büyük şirketleri gözettiği şeklindeydi. Bununla birlikte önce 7 Nisan'da yedi kentte ilan edilen olağanüstü hal, 16 Nisan'da tüm ülkeye yaygınlaştırıldı. Tabii belirtmek gerekir ki Japonya'nın OHAL'i, hiçbir ülkenin OHAL'ine benzemiyor. Çünkü işyerlerinin kapatılması, toplu taşımanın durdurulması ve sokağa çıkma yasağı gibi uygulamalar söz konusu değil.
Japon OHAL'i nasıl işliyor?
Her ne kadar hükümet, OHAL ilan etse de bu, şehirlerin valilerine halka ve işyerlerine öneri ve uyarıda bulunma hakkı tanıyor sadece. Çünkü 2'inci Dünya Savaşı sonrası hazırlanan Anayasa, sivil özgürlükler konusunda katı bir korumayı esas alıyor. Dolayısıyla insanlara yönelik bir cezalandırmayı esas almıyor. Bu, koronavirüse karşı sıkı tedbirler alınması gerektiği çağrısıyla birleşince Anayasa'nın değiştirilmesi tartışmaları da başlıyor. Ki Abe Hükümeti zaten yıllardır bunu yapmak istiyor. Sohbet ettiğim bazı Japonlar, Abe'nin salgını fırsat bilerek buna yönelik adım atabileceğini de ifade ediyorlar.
Şu an başkent Tokyo'da banka, market, eczane, posta hizmetleri vb. yerler açık. Restoran ve barlar da açık veya akşam 8'e kadar çalışabiliyorlar. İnsanların birlikte yemek yedikleri fotoğraflar da görmek mümkün pekâlâ. Kamu etkinlikleri bir süredir iptal edilmiş durumda, okullar ise marttan beri tatil edildi. Japonya, salgının hayatın bir parçası olacağını düşünüyor. Bu nedenle virüsle yaşamanın yolunu bularak daha sürdürülebilir bir mücadele modeli oluşturmaya çalışıyor. Bu nedenle Başbakan Abe de sıkı ve uzun kısıtlamalarla hayatlarını devam edemeyeceklerini, bunun yerine virüsün her zaman olacağını varsayan yeni rutinler edinilmesi gerektiğini belirtiyor.
Sazae-San animesi
Üstte yanda: Japonya Sağlık Bakanlığı sayfası.
Japon modelinin özü
Japonya'da test sayısının az olması nedeniyle vaka sayılarının daha yüksek olması varsayılabilir. Ama her halükarda ölüm oranının düşük olması, Japon modelinin bir başarısı olarak değerlendirilebilir. Bu model, kısaca büyük oranda vakanın kümelendiği alanın tespit edilerek sıkı bir izolasyona tabi tutulması, yani "virüsün çevrelenmesi" üzerine kurulu. Tabii bu model, tek başına başka bir ülkede olumlu sonuç vermeyebilir. Çünkü bunun diğer sosyal alışkanlıklarla desteklenmesi gerekiyor. Dolayısıyla Japon modelinin Japonların yaşam biçimleriyle yakından bir ilişkisi var. Bunu özellikle çevirmen ve yazar Kayoko Isobe'ye sordum. Isobe, Japonların bizim kadar fiziksel yakınlık içinde olmadığını hatırlattıktan sonra "Japonlarda yakından sarılma ve öpüşme alışkanlığı yok. Zaten mesafeli bir toplumuz. Bu yüzden sosyal mesafe konusunda zorluk çekmiyoruz. Süpermarketlerin kasalarında çizgiler çizildi, plastik perdeler takıldı. Herkes büyük bir uyumla sıraya giriyor ve herkesin ağzı maskeyle kapalı" diyor.
Salgında dayanışma çabaları
Salgında ülkelerin dayanışma duyguları da önemli bir performans testi oluyor. Japonya konusunda Isobe, kendi yakın çevresinden baktığında bile bir çabanın olduğunu belirterek şunları ifade ediyor: "Maske olmadığı ifade edildiğinde iyi dikiş yapabilenler hemen maske yaparak arkadaşlarına dağıttılar. Mesela benim maskemi bana arkadaşım postayla gönderdi. Bazı işyerleri ise çok ucuza satmaya başladılar. Yine küçük üreticiler için sosyal medyada büyük bir kampanya başlatıldı. Amaç Japonya genelinde zor durumda olan üreticiye, alışveriş yaparak destek olmaktı. Ben de Kyoto'daki bir restorandan alışveriş yaptım mesela. Çünkü çay, yumurta, sebze ve et gibi ürettikleri birçok şeyi satacak yer bulmakta zorlanabiliyorlar."
Kadına yönelik erkek şiddetinin arttığı haberlere yansıdı
Isobe, koronavirüs sürecinde Japonya'da da kadına yönelik şiddetin arttığı ve boşanmaların fazlalaştığı haberlerinin kamuoyuna yansıdığını belirtiyor. Özellikle hükümetin kişi başına vereceği 100 bin Yen'in hane içinde tek bir hesaba yatırılacak olmasının kadınların bu yardımdan mahrum kalacağı eleştirilerine neden oluyor. Diğer bir gündem ise Japonya'nın gıda alanında kendine yeter bir ülke olmaması. Bu kaygıyla bazı Japonların kendi bahçe ve teraslarında sebze ektiğini ifade eden Isobe, mevsimin de etkisiyle "Acaba çiftçi mi olsaydık?" sorusunun sıklıkla sorulduğunu söylüyor.
"Meğer virüs eşitmiş, ama..."
Yine her ülkede olduğu gibi Japonya'da da dezavantajlı kesim, mülteciler. Ama bu konuda Japonya parlamentosunda ve kamuoyunda ciddi bir duyarlılık olduğu söylenebilir. Tokyo'nun hemen dibinde yer alan ve vaka sayısının yüksek olduğu Saitama, Türkiyeli Kürtlere ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık 2 bin civarında Kürt'ün yaşadığı Saitam'a ilk etapta OHAL ilan edilen bir bölge. Bunun üzerine içinde Kayoko Isobe'nin de olduğu bazı Japonlar, Kürt mülteciler için hemen işe koyulmuşlar. İlk etapta internet üzerinden bir bilgilendirme sayfası oluşturmuşlar.
Japonların koronovirüsle ilgili mülteci Kürtler için oluşturdukları sayfa.
Isobe, Japonya'da yaşanan 2011 depreminde Kürtlerin gönüllü olarak arama-kurtarma çalışmalarına katıldıklarını hatırlattıktan sonra şöyle devam ediyor: "İlk başta en çok çocukların okulu için uğraştık. Çünkü mart ayında Japonya'da eğitim dönemi sona eriyor ve nisan ayında başlıyor. Bu nedenle Japonca bilmeyen ailelere yönelik bilgilendirmeler hazırladık. Yine hükümetin vereceği 100 bin Yen için bireysel başvuru gerekiyor. Buna benzer konularda yardımcı olmaya çalıştık. Her ne kadar vizesi ve çalışma izni olanlar bundan yararlansa da vize başvurusu olmayan veya henüz sonuçlanmamış olanlar var. Onlara da bu paranın verilmesi için dilekçeler yazdık, bir milletvekili Meclis'te konuyu dile getirdi ama bakanlar hiç ilgilenmedi. Oysa herkese yönelik eşit derecede bir virüs tehdidi var. Ama anlıyoruz ki meğer virüs eşitmiş, ama insanlar eşit değilmiş."
Sonuç olarak; Japonya'da bir başarıdan bahsetmek için çok erken. Çünkü Japon kamuoyunda cevapsız birçok soru var. Aynı şekilde kapsamlı ve planlı tedbirler almamakla eleştirilen bir hükümet söz konusu. Dolayısıyla koronavirüsün bir ilacı bulunamadığı gibi kesin bir başarıyı getiren bir çözüm modeli de bulunmuyor. Buna karşın Japon halkının yaşam biçimi, disiplini ve dayanışma çabaları dikkate değer bir ayrıntı olarak öne çıkıyor. Ama ne olursa olsun, tecrübeler bize her ülkenin ikinci bir virüs dalgasına karşı teyakkuzda olması gerektiğini öğretiyor. (İG/AÖ)