Nicos, her hafta Pile'de yapılacak iki toplumlu ya da çok-kültürlü etkinlikleri sıraladığı, hangi gün, hangi saat, hangi etkinliğin yapılacağını anlattığı mailler atar yıllardır gruplarımıza...
Kıbrıs'ta çok-kültürlü yurttaş diplomasisinin en zor koşullarda dahi sürdürülebilmesi için bu maillerde mutlaka bir paragrafçık da olsa Nicos'tan bir mesaj vardır: Umuda, barışa, insana dair...
Yeşil Hat üzerinden milliyetçiliği aşmak
Beş yaşındaki Kıbrıslıtürk çocuğu, lösemi hastası Jale'ye uygun ilik bulunabilmesi için açılan ve Yeşil Hat'ta sürdürülen adamızın iki tarafından kan örneği toplama kampanyası esnasında Nicos, Omorfo Piskoposu'nu aramış, ondan da destek istemişti. Neophytos, hemen Ledra Palace'a giderek kan örneği vermiş, Omorfo göçmeni Kıbrıslırumlara da çağrıda bulunarak, Jale için yürütülen kampanyaya katılmalarını sağlamaya çalışmıştı... Nicos, mail'inde bunları yazıyordu...
Onunla konuşmak mümkün müydü acaba? Kıbrıs Gazeteciler Birliği'nin organizasyonuyla, Omorfo Piskoposu Homeros Massuras Neophytos'u Evrigu köyünde ziyaret ediyoruz. İlk kez bir Kıbrıslıtürk gazeteciyle röportaj yapıyor Omorfo Piskobosu Homeros Massuras Neophytos. Röportajımızın başında, "Massuras" adının Arapça "güçlü adam" demek olduğunu anlatıyor...
"Mimar olmak istiyordum"
Sayın Piskobos, nerede doğdunuz, kaç yaşındasınız?
Pano Zodya'da doğdum (Yukarı Zodya), bu Omorfo yakınında, şimdi işgal altında olan bir köydür... 42 yaşındayım...
O günlerde piskopos olmayı mı düşlüyordunuz yoksa başka bir şey mi olmak istiyordunuz?
O günlerde gelecekle ilgili herhangi bir kaygım yoktu... Yalnızca mimar olmayı özlüyordum ama bu güçlü bir istek değildi... Bunu söyledim ya, önce papaz, sonra da piskopos olduğuma göre, bazı şeyleri "kuruyorum", ve bazı şeyleri "yıkıyorum"!... Ya da aslında önce "yıkıyorum", sonra "yapıyorum"! Atina'da hukuk ve teoloji eğitimi gördüm...
"Milliyetçilik bir günahtır ve Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi bu günahı işlemiştir" derken neyi kastettiğinizi öğrenmek istiyorum...
Orta Doğu'da milliyetçilik Fransız Devrimi ardından ortaya çıkar, Yunanistan'da ise bu 1821 Yunan Devrimi ardından ortaya çıkar. Yalnızca teolojik bakımdan değil, aynı zamanda hukuki ve tarihi bakış açısıyla okuduklarımdan öğrendiğim milliyetçiliğin ulusa tapınma olduğunu söyleyebilirim.
Ancak tüm dinlerde biz ancak Tanrı'ya tapınırız. Elbette ülkemizi severiz ama ülkemize tapınmayız. Milliyetçilik Kıbrıs'a çeşitli akımlardan geldi - Yunanistan'dan gelen milliyetçilik akımı 1922'lerde başlıyor. Ve öyle inanıyorum ki yaşayan, canlı bir organizma olan Kıbrıs Kilisesi, bu milliyetçilik macerasına bir tür yoldan sapmayla, ayartmayla (temptation) katıldı.
Bu süreçte kilise, çevredeki "akımlardan" ve tarihten gelen çeşitli akımlardan da etkilendi. Daha doğru bir analiz yapacak olursak, şu soruyu sormalıyız: Neden Kıbrıs Kilisesi ve Kilise'nin kendisi olan Kıbrıs insanları bu akımlardan etkilenmişlerdi? Kendilerini ifade edebilecekleri başka yollar var mıydı?
Örneğin neden 1922'den önce, Kıbrıs'ta milliyetçilik yoktu ve neden milliyetçilik Yunan Devrimi'nin üstünden 100 yıl geçtikten sonra Kıbrıs'a vardı? Bana göre bu süreçte Orta Doğulu komşu çevre hala işlevseldi. Yani Yunan Devrimi'nden ancak 100 yıl sonra, "Küçük Asya felaketi"nden sonra Kıbrıs "milliyetçiliği"ni geliştirebildi çünkü hala Orta Doğu etkisi ağır basmaktaydı.
Şunu önemle vurgulamak istiyorum: Kıbrıs, İzmir, Beyrut, İskenderiye gibi Orta Doğu bölgesinin parçasıydı. Biz bu bölgeye "Anatoli" diyoruz, yani "Doğu"... Kıbrıs'taki tüm piskoposlar ve başpiskoposlar, Fener Patrikhanesi'yle yakın ilişki içindeydi. Fener, Antakya ve Kudüs, bağlantıda oldukları esas merkezlerdi. 1922'den sonra Kıbrıs bu bağlantıyı yitirdi ve tek bağlantısı Yunan bağlantısı oldu, o da Atina'daki Yunan devleti idi. Ve papazlarımız eğitimleri için Yunanistan'a gitmeye başladılar. Oysa bundan önce İstanbul, İzmir, Küçük Asya, Suriye'de eğitim görmekteydiler.
Buralarda Ortodoks Kiliseleri vardı ve bu Kiliselerde eğitim görmeye gitmekteydiler. Ancak Yunanistan'da eğitim görmeye başladıktan sonra, Kıbrıs'a dönüşlerinde etnosentrizm özelliği taşıyan yeni bir etos'u da (yeni bir dünya görüşünü, yeni bir ruh ve değerler sistemini birlikte getirmeye başladılar. Ve aynı dönemde Cezayir'den Hindistan'a dek pek çok sömürgecilik karşıtı mücadeleler de başlıyor. Ve böylece bu ikisi "evlendiriliyor" ve Kıbrıs'taki kilise de ne olduğunu ve her zaman için ne olması gerektiğini unutuyor...Kendini unutuyor...
"Ortodoks teolojiyi bilen milliyetçilik yapmaz"
Kilise, yaşama ve ölüme anlam verendir... Ama bu konular ikincil oluyor ve kilise açıkça siyasi bir karaktere bürünüyor. Bu "yoldan sapmayı" (temptation) kiliseye bilinen nedenlerle ilk verenler 1453'te Türkler oluyor. Ve bu sömürgecilik karşıtı, milliyetçi ruh, Ortodoks kilisesi ile Kıbrıs halkına hakim oluyor.
19ncu yüzyıl sonunda Kiliseleri Birleştiren (Ecumenical) Patrikane milliyetçiliği bir günah olarak lanetliyor ve bunun kilise için bir sapma, baştan çıkarıcı bir şey olduğunu, milliyetçiliğin bölgedeki halkları korkunç maceralara ve tehlikeli durumlara sürüklediğini duyurur. Ancak o dönemde Patrikhane'nin sesi çok zayıftır, insanlar bu sesi dinlemek istemez. Bu sesin zayıf çıkmasından pek çoğu sorumludur: Yunanlılar ve Türkler... Bu, çölde bağıran ancak kimsenin duymak istemediği bir sestir...
Ortodoks teolojisini bilen herkes, milliyetçiliğin hem bir günah olduğunu, hem de baştan çıkarıcı bir şey olduğunu bilir. Bu günahın sonuçlarını yaşıyorum ben, bir göçmen olarak... (NK/BB)
*Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.