*Görsel: bianet arşivi.
"Sahaflar Çarşısında artık eski canlılık, eski hayat kalmamış. Eskiden yüzlerce kitap tiryakisi sahafları doldurur, gelen kitapları durdurmazlarmış dükkânlarda. Alıp götürürlermiş. Şimdi üç tane tiryaki kalmış."
Yaşar Kemal, 1954'te sahafları anlattığı röportajında böyle yazmış.
Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısında 1950 yılında çıkan yangında onlarca ahşap dükkân ve içindeki el yazması, eski basım eser kül olur.x
Çarşıyı yeniden diriltmek için inşa edilen betonarme yapılara yerleşen sahaf esnafının kiralarının artmasına mukabil kitaplar da pahalanmaya başlar. Okurun sahafların merkezinden uzaklaşmasında bu olayın etkisi yadsınmaz.
Edebiyatçı Yaşar Kemal'in durum tespitinin üzerinden tam 67 yıl geçti. Siyasal, kültürel, toplumsal, ekonomik; pek çok açıdan dünya değişti.
Yayıncılık ve kitap satıcılığı kervanına yayınevleri ve mağazalarıyla holdingler de katıldı.
Basım, dağıtım, reklam ve satışta sermaye gruplarının tekel hâline gelmesiyle okurun kitaba doğrudan ulaştığı yerler de 2000'li yıllarla birlikte sayısı hızla artan "AVM"lerdeki zincir mağazalar olmaya başladı.
Zamanında kitapçı ile okur arasındaki kültürel ilişkiyle; yazarlarla, romancılarla okurun rasgele karşılaşıp fikir alışverişinde bulunmasıyla bir kamusal alan konumundaki sahaflar ise hem eski meslek erbaplarının ölümüyle hem de tüketim kültürünün hayata egemen olmasıyla dönüşüm geçirdi.
Peki sahaflık öldü mü?
Türkiye'de kökü 15. yüzyıla kadar gittiği tahmin edilen sahaflık öldü mü? Hâlâ müdavimleri var mı? E-ticaret ile gerçekleşen "dijital sahaflık" ne ifade ediyor? Ekonomik kriz, Kovid-19 salgını bağımsız kitapçıları nasıl etkiledi? Okura nasıl ulaşıyorlar?
Hermes Sahafın sahibi ve Sahaflar Derneğinin Başkanlığını yürüten Ümit Nar; Yerdeniz Kitapçısının kurucularından Nuray Önoğlu ile konuştuk.
Beyoğlu Sahaflar Çarşısında 12 yıl faaliyet gösteren Hermes Sahaf şimdilerde İzmirli kitapseverlere kapılarını açıyor.
Tarihî İstiklal Caddesi'nde ekonomik ve ideolojik "baskılar" ile sosyal/kültürel hayatın tahrip edilmesiyle, Pera'nın Gezi direnişinden sonra hemen her sokağına, köşesine konuşlandırılan resmî araçlarıyla "güvenlik bölgesine" dönüştürülmesiyle keyfi iyiden iyiye kaçan esnafın; oradan uzaklaşmaya başladığı süreçte Ümit Nar'ın yolu da İzmir'e düşmüş.
Küçükyalı'da Hermes Sahafın açılışını geçen yıl yapmışlar.
İçeri adım attığımda yüzlerce kitabın arasında buluverdim kendimi. Bir yanda kitaplar, plâklar; öbür yanda eski tarihli gazete, dergi ve çeşitli mecmualar... Sarı yaprakların arasından gelen kitap kokusunu duymamak mümkün değil.
Ümit Bey içeride korsan kitapları ayıklıyordu.
Eski meslek erbapları "nüsha-i nadirat" derlermiş, bir kitabı eşsiz kılan özelliği tanımlamak için. Hatırlıyorum, henüz internetin bu kadar egemen olmadığı dönemde yıllar önce filmini izlediğim bir kitabı bulmak için kitapçı kitapçı gezmiştim.
Bedii Faik'in (Akın) "Yalancı" romanıydı bu. 1954'te basılmış ve yeni baskısı yapılmamıştı bugüne kadar. Kitabı bulduğumda dünyalar benim olmuştu, eski basım bir kitapla ilk karşılaşma heyecanımdı... Ümit Beye soruyorum, sahaflığın önemi nereden geliyor?
Merdivanaltı yayınevleri
"Günümüzde merdivenaltı yayınevleri var. Hattâ çok bilinen yayınevleri bile kitapları kısaltarak ya da sansürlü basabiliyor. Eskiden çok daha az olan bir şeydi bu. Eski basım kitaplarda orijinal metne ulaşabilmek daha mümkün. Bir de tabiî kitabın kapağı önemli.
Bugün meselâ Münif Fehim Özarman, İhap Hulisi Görey gibi ressam ve illüstratörler yaşamıyor artık. Az önce bahsettiğin Yalancı romanı gibi kitapların kapağı çizimdir, zamanında sanatkârlar o romana has çizmişlerdir.
Bugünkü gibi internetteki dijital imaj stoklarından alınarak yapılmıyordu kitap kapakları. Büyük bir emek verilerek yayımlanan kitaplardı. Eski baskılar o anlamda da kıymetli. Dolayısıyla kitapla bağ kurmuş olan insanlar eski baskıları tercih ediyor.
Şu örnekle açıklamaya çalışayım: 1950 senesinde 5 bin tane basılmış bir kitap nadir olmayabilir ama 2020'de 100 tane basılmış bir kitap nadirdir. Bizim işimiz de esasen onları bulup muhafaza etmek ve ihtiyacı olan kişiye aktarmak yönünde."
"Çok insandan kitap öğrendim"
Ümit Nar, Hermes'i İzmir'in kültürel meclisi yapma idealinden bahsediyor.
Sahaf açılınca akademisyenler, öğretmenler, gençler; duyanlar uğrar olmuş. Kitapların arasında çalışmaktan, okurun ilgisinden memnun, "Önce kitap önerirsiniz. Ondan sonra o kitaplara benzer kitaplar önerirsiniz.
Üçüncü seferde kitaplar üzerinde konuşmaya başlarsınız. Bir iki sene sonra da o gelen kişi size kitap önermeye başlar. Bu şekilde çok insandan kitap öğrendim. Sahaflık veya ikinci el kitapçılık o nedenle okurla birlikte gelişen bir kültür" diyor.
- Yaşamınızı idâme ettirebiliyor musunuz buradan; verginizi, kiranızı nasıl ödüyorsunuz?
- Sürekli koşturuyorum, kitaplara ulaşmaya çalışıyorum. Hem kitap aldığım yerler hem de sattığım okur açısından kitâbiyet bilginizin olması insanların güven duymalarını sağlıyor. Kitabı üç kuruşa kiloyla almak yerine hakkını vererek alırsanız o insan da sizi eşine dostuna önerir. Böylece alanınız daha da genişler. İş bilinci ve iş etiği olarak mesleğin kültürel yanının ticarî tarafa yansıması var ki, bu da para kazanmanızı sağlar. Ayrıca lüks bir evim, arabam olsun gibi dertlerim olmadı hiçbir zaman ama yaptığım işten de para kazanabiliyorum.
Son yıllarda ekonomik kriz iyiden iyiye arttı. Buna ek olarak salgınla birlikte kapanma dönemleriyle sosyal hareketlilik durma noktasına geldi. Kültür-sanat da bundan en çok nasiplenen alanlardan.
Konser ve tiyatro salonları günlerce kapalı kaldı. Bu durumun ikinci el kitap piyasasına yansıması ise pasajların kapatılmasıyla yaşandı.
Sahaflar Derneğinin Başkanlığını da yürüten Ümit Nar, kendi dükkânının müstakil olması nedeniyle pek bir sorun yaşamadığını ama özellikle İstanbul ve Ankara'da durumun vahim olduğunu anlatıyor.
Beyoğlu'ndaki Aslıhan Pasajı'nda 30 dükkândan altısının kapandığını söylüyor üzülerek:
"Geçen haziranda pasajlar açıldıktan sonra insanlar doğaldır ki tedirginlik yaşadığı için girmek istemediler. İkinci el kitap olduğu için 'kirli' gibi bir algı da oluşabiliyor bazen. Ama kitaplarını zamanında internete yükleyerek e-ticaret olanaklarını değerlendirmiş olanlar daha az hasarla atlatmaya çalışıyor."
Mağaza kitapçılığının yarattığı tekelleşme
Nar, artık herkesin sahaflık yapar hâle geldiğinden bahsediyor. "Yarın öbür gün basılacağını bildiğiniz kitaba yüksek fiyatlar biçmek etik değil ama sadece ticarî olarak bakan insanlar bunu böyle düşünmüyorlar" diye ikinci el piyasasının durumunu anlatıyor.
Ona göre kitapçılık işinde en büyük sorun bağımsız kitapçıların karşısında sermaye gruplarının mülkiyetindeki yayınevi, dağıtım, reklam zincirinin bir halkası olan mağaza kitapçılığının yarattığı tekelleşme...
Nar, oradaki sistemi eleştiriyor. Bu mağazaları kitaptan çok, ticarî bir ürünün pazarlandığı yerler olarak görüyor. "AVM'lerdeki zincir mağazaların çoğu bir holding çatısı altında faaliyet gösteriyor" diyor ve ekliyor:
"Büyük bir holding niye kitap işine girer? Prestij için tabiî... Esasında kâr etmek ve belki biraz da vergiden kaçırabilmek için... Kapitalist şirketler para kazanmadıkları yerlerden anında çıkarlar. Zira iki üç yıl önce dolar krizi başladığında İstanbul'da böyle iki yayınevi anında kapandı. Çünkü salt kâra dayanan işletmeler. Bir de şu var: Zincir mağaza kitapçılığında bağımsız yayınevlerine parasal koşullar dayatılıyor. Kendi mağazalarının kiralarını dahi yayınevlerine ödetiyorlar. Ya da yazar olarak 'en çok satanlar' listesinde olmanızın bir bedeli var. Dolayısıyla siz aslında böyle bir mağazaya gittiğinizde arzu ettiğiniz kitabı değil yönlendirildiğiniz veya mecbur bırakıldığınız kitapları alıyorsunuz. Allanıp pullanmış parlak kapaklı ticarî ürün çünkü bunlar. İçlerinde çok değerli olanları da var ama genelde ilk onda bunlar epeyi bir yer işgal eder."
"Çok satanlar" değil "Satması gerekenler"
Başka bir gün ikindi vakti Alsancak'ta faaliyet gösteren Yerdeniz Kitapçısının yolunu tutuyorum.
Eskiden bu saatlerde Kıbrıs Şehitleri Caddesi kalabalıktan geçilmezdi; okul sonrası soluğu burada alan gençler, iş koşuşturmasında çile dolduranlar, sohbetin koyulduğu kafeler, akşam için hazırlanan meyhane masaları, sokak sanatçılarıyla cıvıl cıvıldı...
Salgın ve ekonomik buhran tatsız bir yere dönüştürmüş şimdi burayı. Soğuk bir kış günü daha da kasvetli bir hâl alıyor sanki...
O caddeye paralel sokaklardan birine giriyorum. İşte az ileride Yerdeniz Kitapçısı... Nuray Önoğlu, eşi Ergun Tavlan'la birlikte işletiyor burayı.
Küçük ama sıcak bir kitapçı Yerdeniz! İlk olarak girişte sol yanda "çok satması gerekenler" köşesi gözüme çarpıyor. Önoğlu, köşenin hikâyesini şöyle anlatıyor:
"İstanbul'da bir kitapçıda arkadaşımız, öykü yazarı Ahmet Büke'nin imza etkinliği vardı. Ahmet'in o dönem yeni çıkan 'İnsan Kendine de İyi Gelir' kitabını rafa dizmişler ve önüne de 'çok satması gereken' diye yazmışlar. Onu görünce henüz gün yüzüne çıkmamış, nasılsa bir kıyıya sürülmüş kıymetli kitaplar olduğunu hatırladık. Bu kitapları okurun ilgisine sunmak istedik. Dizili duran kitapları değiştiriyoruz sürekli. İçlerinde daha uzun kalanlar da var."
Kendilerini "bağımsız edebiyat kitapçısı" olarak tanımlıyor Nuray Hanım. "Bağımsız" derken neyi kastettiğini soruyorum. "Sermaye gruplarından bağımsız!" diyor.
Zincir mağazalardaki grift ilişkiler
Daha kısıtlı şartlarda kendi yağıyla kavrulan bir kitapçı burası.
Önoğlu, "İyi edebiyat dışında hemen hemen başka bir tür yok. Bizim ebatlarımızdaki bir dükkân için Türkiye'de en zengin şiir bölümüne sahip kitapçılardan biri olduğumuzu söyleyebilirim. Kitapları sadece nasıl bir kitapçılık yapmak istediğimize göre seçiyoruz. Kimin ne zaman yayımladığına, fiyatına ve çok 'popüler' olup olmadığına bakmıyoruz. Bazı büyük kitap mağazalarında 'çok satanlar' sırasına girmenin çeşitli yol ve yöntemleri olduğunu duyuyoruz hep... Zincir mağazalardaki grift ilişkiler burada yok" ifadesini kullanıyor.
Jeoloji Mühendisi Nuray Önoğlu, Dokuz Eylül ve Fırat Üniversitelerinde 12 yıl boyunca öğretim üyesi olarak çalışıp erken yaşta emekli olma kararı alınca kitap çevirmenliğine başlamış on yıl önce.
Dünya yazarlarından pek çok güzel kitap kazandırmış Türkçeye.
Son çevirilerinden ikisi Antropolog Mirian Goldenberg'in "Salla Gitsin" ile çevre ve doğayı işleyen "eko-direnişçi" yazar Edward Abbey'in "Sabotaj Çetesi" adlı romanı...
Bir de masal derlemesi bulunuyor Önoğlu'nun. Yerdeniz Kitapçısı için onu yola çıkartan ise çok şey borçlu olduğunu söylediği kitaplara karşı tutkusu olmuş:
"Ne öğrendiysem kitaplardan öğrendim. Aslına bakılırsa talihsiz sayılabilecek koşullarda, Doğu Anadolu'nun bir köyünde doğdum. Benim için beklenen erken yaşta evlenip çoluk çocuğa karışmaktı. Ama şansım yaver gitti, okuma olanağı buldum. Babam çok okuyan birisiydi. Üzerimde mutlaka onun etkisi olmuştur. Sonra iyi öğretmenlerle karşılaştım. Kitap bütün dünyaya açılan bir pencere oldu benim için, hattâ birçok pencere... Hâl bu olunca emeklilikte küçük bir kitap dükkânı açma fikri hep vardı. Tek başına cesaret edememiştim. Sonra Ergun'la tanıştık. Onun da böyle bir hayali olunca beş yıl önce emeklilikte burayı açtık."
Kargo emekçilerine yük olmamak için...
Son dönemde bir hayli zorluk yaşamışlar. Salgının hayatî tehlikesinin ilk anlaşıldığı günlerde, geçen yıl mart ayından ağustosa kadar kapalı kalmış dükkân. Bu sürede kargo emekçilerine aşırı yük olmamak için internet satışı yapmamışlar.
— Nasıl ayakta kalabildiniz?
— Karı-koca emekli olduğumuz için yaşamımızı idâme ettirebildik ama dükkânın masrafları ağır. Mülk sahibi biraz anlayışlı davrandı, üç aylık kiramızın bir kısmını almadı. Ama beş ay sonra geldiğimizde birikmiş kira, vergi, elektrik, su, internet; her birini ödemek mecburiyetindeydik. Herhangi bir destek görmedik. Fakat geçen ay esnafa destek adı altında bir miktar nakit hesabımıza geçti. Ne kadar süreceğini bilmiyoruz tabiî...
(SE/PT)