YOL’CU’nun yolcusu bir süredir İstanbul’da. Ya da şöyle diyeyim: Yolculuğumun uğrak yerlerinden birisi de “İstanbul” oldu.
İstanbul’daydım ama yolculuğum sürüyordu.
Hem de Yeni Melek Gösteri Merkezi’nin bir koltuğuna oturduğum halde bir uçtan bir uca tüm coğrafyayı dolaşıyordum.
Sekiz saat sürdü bu yolculuk. Ama Anadolu’nun, Trakya’nın neredeyse tüm kültürleriyle birlikte oldum.
* * *
Yenimelek’te bundan yaklaşık 30 yıl önceki bir başka yolculuğum aklıma geldi, koltuğuma oturduğum anda.
O yolculukta Ruhi Su vardı, Sümeyra Çakır vardı, Rahmi Saltuk vardı, Timur Selçuk vardı.
Bir 14 Mart Sağlık Haftası etkinliğiydi, orada bir araya gelme nedenimiz. Sinop Kalesi’nde Yemen Çöllerine, Sarıkamış Allahüekber dağlarından, Çanakkale sırtlarına, Serez’e, Drama’ya, Diyarbakır’a kadar tüm yurdu dört dolanmıştık. İzleyen yaklaşık iki bin kişiyle.
Bu kez de yine farklı kökenlere sahip bir o kadar insan vardı.
Ama sekiz saat boyunca art arda sahne alan yüzlerce sanatçı, aydın, düşün insanı, şarkıcı, türkücü, müzisyen, oyuncu, ozan, aşık vardı orada...
Onların bir araya toplanmasının tek nedeni “koşar adım yol aldığımız bir çatışma ortamından” uzak olma isteğiydi.
* * *
Anadolu’nun farklı yörelerindeki kültürlerin bir arada varlığını herkese göstermek için yıllardır yayıncılık yapan bir aydın Sevgili Özcan Sapan ve arkadaşlarının oluşturduğu “Halkların Dostluğu Girişimi”nin; “Bizler farklılıklarımızla yan yana, kardeşçe, barış içinde, insanca ve onurumuzla yaşamak isteyen ‘çoğunluğuz.’ Anadolu, halkların kardeşçe yaşadığı bir cennet olabilecekken bizi cehennemde yaşamaya mahkum etmek istiyorlar. Bunun için önce halkların kardeşliğine, dostluğuna saldırıyorlar. Zenginliğimiz olan farklılıklarımızı kullanarak aramıza kin ve nefret tohumları ekiyorlar” diyerek buna karşı duruşlarını, sanatla, kültürün çok renkliliğiyle, barışın evrensel dili müzikle göstermek isteyenlerin düzenledikleri bir etkinlikti “Dansları, müzikleri, renkleri, sesleri, sözleri ile Halkların Buluşması”.
Ben de özellikle orada onlarla birlikte olmak, içinde bulunduğumuz bu çok renkli, çok kültürlü coğrafyayı bir kez daha tüm güzelliğiyle yaşamak istedim. İyi ki de öyle yapmışım.
Bir önceki gece İstanbul Barosu’nun “Sağlık Hukuku Sempozyumu” sonrası yediğimiz akşam yemeğinde, baronun yönetim kurulu üyelerinden ikisiyle yaptığım “küçük tartışma”da söylediklerimden ve savunduklarım “en canlı haliyle” karşımda duruyordu.
“Keşke onlar da burada olsalardı ve sahnede olanı görüp, düşüncelerini bir kez daha sorgulasalardı” diye geçirdim onları izlerken.
“Herkesin farklı, ama herkesin eşit” olduğunu anlamak için insan aklının yeterli olması gerekir. Ama bazılarının bunu sanırım somut olarak yaşamaları, görmeleri gerekiyor. Ne yazık....
* * *
Sizlere o geceyi tüm ayrıntılarıyla anlatmam olanaksız. Orada olanların, o renkleri, o farklılığı bize gösterenlerin özelliklerini de burada sıralayamam. Ama; hem o çok kültürlülüğü somutlamak, hem de onların emeklerine duyduğum saygının gereği onların adlarını onların sahne alışlarına göre burada sıralamak istiyorum:
Serdar Keskin, Keops, Hasan Sağlam, Dalepe Nena, Domane Dersim, Aka-Der Hasret Semah Ekibi, Birol Topaloğlu, Ali Nafile, Grup Nidal, Vova, Kaf Dağı Müzik Topluluğu, Havva Karadaş, Nurettin Güneş, Aka-Der Mozaik Dans Topluluğu, Grup Helesa, İlknur Yakuboğlu, Nevzat Karakış, İsmail Karaca, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu...
Onlar hem tek başlarına, hem gruplarıyla, hem de zaman zaman birlikte sahne aldılar. Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Lazca, Gürcüce, Megrelce, Adigece, Abhazca, Ermenice, Rumca, Pontus Rumcası, Hemşince, Arapça şarkılar, türküler, bozlaklar, ağıtlar, kılamlar söylediler.
Rengarenktiler: Hem söyledikleriyle, hem görünümleriyle, hem de tarzlarıyla... Çoktular: sazları, davulları, gitarları, flütleri, adlarını bilmediğim bir dolu müzik aletleriyle... Ama dile getirdikleri hep aynıydı: Çilerlerini, sıkıntılarını, yaşamlarını anlatırken bile aslında bir arada olmayı, dostluğu, kardeşliği, ayrılmazlığı anlatıyorlardı.
* * *
Eve gelince aklıma bu coğrafya da kaç tane böyle rengin yaşadığını merak ettim. İnternet'ten taradım. Karşıma 660 sayfalık dev bir çalışma çıktı: “Türkiye’deki Etnik Gruplar”.(1) Yazarı bir “Alman”: Peter Alfrod Andrews.
Bu yayının bir bölümü 1992’de Tüm Zamanlar yayıncılık tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. Kitaba dair nette çok sayıda tartışma var, ama bunun olması bile çok güzel.
Yazılanlara göre bu coğrafyada 47 farklı etnik yapı bulunuyormuş.
ABD’nin sanırım elliden fazla eyaleti var. Bilmiyorum bu eyaletlerde yaşayan farklı etnik yapıların sayısı bizdekine yaklaşıyor mudur? ABD dünyanın maddi olarak en zengin ülkesi sayılıyor. Peki 47 farklı kültürün bir tek ülkedeki varlığı sizce önemsenmeyecek ya da tersten söylersek, övünülmeyecek bir zenginlik midir?
Onların bir arada kardeşçe, dostluk içinde ve mutlu yaşamaları, kendi varlıklarını, dilleriyle, kültürleriyle, sanatlarıyla sürdürmeleri, demokrasinin işlemesi için her düzeyde varolmaları “kötü” müdür sizce? Bunlardan söz etmek ve etkinlikte sevgili Ragıp Zarakolu’nun dediği gibi bu ülkeyi bunların içinden yalnız birine aitmiş gibi gösteren ve “Türkiye Türklerindir” diyenlere karşı çıkmak sizce “bölücülük” ya da bu ülkenin “parçalanmasını istemek”, “birilerinin oyununa gelmek” midir acaba?
* * *
Sonra üşenmedim bulduklarımı en azından “kayda geçsin” diye alt alta yazdım. İşte sonucu; eksikleri varsa tamamlamanız dileğiyle:
Türkler (Kendi içinde farklı dinsel ve kültürel özelliklere sahip gruplar şeklinde de tanımlanıyor: Sünnî Türk, Alevî Türk, Sünnî Yörük, Alevî Yörük, Sünnî Türkmen, Alevî Türkmen ve Avşar, Yörük, Abdal, Pallık, Efe, Nalcı, Elçi, Çepni, Karapapak, Terekeme, Rumeli göçmeni Türkler, Azeriler, Kızılbaşlar, Tahtacılar, Dadaşlar, Manavlar, Uygurlar, Kırgızlar, Özbekler, Balkarlar, Karaçaylar, Kumuklar, Kırım, Nogan Tatarları gibi); Kazaklar, Kuban Kazakları, Pomaklar, Boşnaklar, Tatarlar, Gagavuzlar, Arnavutlar, Lazlar, Gürcüler, Megreller, Hemşinliler, Adigeler, Abhazlar, Çerkezler, Kürtler (Kırmançi, Zaza, Dımılli); Ermeniler, Rumlar (Pontus Rumları, Yunanlar, Kıbrıslılar); Museviler(Yahudiler, Ladino, Seferad, Aşkenazi); Araplar, Nusayriler, Ezidiler, Süryaniler, Keldani, Nasturi, Bahailer, Polonezler, Almanlar, Estonlar, Molokanlar, Sudanlılar, Habeşler, Kıptiler, Romanlar...
Bunların her birinin diğerinden veya yakın benzerlerinden farklı olup olmadığı üzerine yapılan kimi bilimsel, kimi siyasi tartışmaları bir yana koyuyorum. Ben kendini “farklı gören ve sayan” her kimliğin bunu böyle değerlendirmenin kendi hakkı ve ortaya çıkanın da bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Bu zenginliği “tekleşmeye” çevirmenin de en başta insana ve onun varlığına, sonra da bir arada yaşamamız için zorunlu olan “hoşgörüyle kabul”ün modern ifadesi olan “demokrasi”nin bir gereği olduğunu düşünüyorum.
* * *
Söylenecek çok söz var. Ama sanırım bu noktada hepimizin birlikte söylememiz gereken cümle, “Halkların Dostluğu Girişimi”nin İnternet sitesinin üzerinde yazılı olan şu taahhüttür: “Çocuklarımıza farklılıklarından arınmış bir gelecek değil, tarihi ve kültürüyle barışık bir dünya bırakacağız.” (MS/TK)
(1) 1989, Ethnic Groups in the Republic of Turkey, with the assistance of R. Benninghaus. Beiheft Nr. B 60, Tübinger Atlas des Vorderen Orients. Wiesbaden (L. Reichert). 659 pp. plus maps. ISBN 3-88226-418-7 (vol.1)