Yeni öğrenim döneminin ilk haftasında yapılan okul boykotu, anadilde eğitim meselesini Türkiye'nin gündemine soktu. Daha önce sadece belli akademik çevrelerde tartışılan bu konu, bu eylemden sonra basın - yayın organlarında geniş bir biçimde tartışıldı.
Türkiye'de akademik çevreler ve belli sivil toplum kuruluşları tartışıyor, ancak hükümetin gündeminde böyle bir konu yok. Almanya'daki Türkler için anadilde eğitim isteyen ve "asimilasyon bir insanlık suçudur" diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konu Kürtçe olunca tam karşıt bir tutum alıyor. En son yaptığı konuşmada "Kimse bizden anadilde eğitim beklemesin. Türkiye'nin resmi dili Türkçedir" dedi. Daha sonra Kızılcahamam konuşmasında ise şunları söyledi:
"Almanya'da Türkler azınlık, o nedenle anadilde eğitim gibi haklarındann yararlanabilirler. Türkiye'de Kürtler azınlık değil kurucu unsur, o nedenle Kürtçe eğitim olmaz."
"Asli Unsur" mu "mahkum unsur" mu?
Bu mantıkta diğerinden daha ağır bir çelişki var. Kürtler gerçekten kurucu unsur ya da asli unsur olarak görülüyorsa, Kürtçenin resmi dil olması gerekir. Asli unsur olmak bunu gerektirir. Ama aslında onların kafasındaki anlayışa göre Türkler "Millet-i Hakime", Kürtler ise "Millet-i Mahkume"dir. Kürtçe eğitimin kabul edilmemesinin gerçek sebebi budur.
Türkiye'nin 87 yıllık devlet eliyle ulus yaratma projesi yolun sonuna gelmiştir. Bu konsept içinde kalarak Türkiye'nin hiçbir sorunu çözülemez. Türkiye toplumu dilsel ve Kültürel anlamda hem de dinsel inanç bağlamında çoğuldur. Bu çoğul toplum realitesinin çoğulcu bir anlayışla ele alınması gerekir. İşin içine İttipat ve Terakki dönemi de katılırsa yüzlılı aşkın bir süredir yaratılmaya çalışılan homojen ulus yaratılamadığı gibi, sorunları ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Dünyadaki deneyimlere baktığımızda da klasik ulus devletin merkezi olan Fransa bile 21 Temmuz 2008'de Anayasa'nın 75. Maddesini değiştirerek bölgesel dilleri "Fransa'nın değeri" olarak kabul etmiştir.
Diğer Avrupa ülkelerinin çoğunda birden fazla resmi dil, bazılarında ise bölgesel resmi diller bulunuyor. Örneğin İsviçre'de, Fransızca, Almanca ve İtalyanca resmi ve ulusal dil olarak kabul edildi. İspanya'da ise Anayasa'nın üçüncü maddesi Kastilya dilinin resmi İspanyolca olarak tanındığını karara bağlıyor, ancak özerk bölgelerin dilleri bölgenin resmi statüsü gereği resmi dil olarak tanınıyor. Bu özerk bölgelerde yaşayan kişilerin bu bölgenin resmi dilini öğrenmeleri zorunludur.
İsveç'te 32 dil grubuna anadil öğrenim hakkı tanınmıştır. İsrail'de ilk ve orta öğretimde Arapça eğitim hakkı mevcuttur. Kanada'da Fransızca ve İngilizce ülkenin resmi dilleridir. İlgiltere'de Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda'da anadilinde eğitim veriliyor (2).
Tüm bu örnekler ışığında meseleye bakılacak olursa, çokdilli eğitim bu ülke haklarını bölen değil birliğini güçlendiren bir etkendir.
Türkiye'nin sorunlarının çözümünü zorlaştıran bir diğer etken ise katı merkeziyetçi yapıdır. Bu sistemde bütün sorunlar tek merkezden çözülmeye çalışılıyor, yerel telepler ve dinamikler hiçbir şekilde dikkate alınmıyor.
Türkiye'nin demokratikleşmesi için bu katı merkeziyetçi sistemin değimesi gerekiyor. Bunun olması için de daha demokratik, yerele yetki devrini sağlayacak bir sisteme ihtiyaç var.
Sadece Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler değil, Türkiye geneli için böyle bir sisteme ihtiyaç var. Yapılacak yeni anayasanın böyle bir sisteme imkan tanıması, bunu içermesi gerekiyor.
Ancak Kürtlerin yaşadığı, Osmanlı döneminde "Kürdistan" diye tabir edilen bölge açısından bakacak olursak, Kürtlerin Osmanlı döneminde de özerk bir statüde olduğu açıktır. Bu dönemde var olan beylikler yarı - bağımsız bir statüye sahiptiler.
Ayrıca Cumhuriyet'in ilk yıllarında Cumhuriyet'in kurucularının ilk açıklamalarına ve bazı belgelere baktığımızda, Kürtlere özerklik meselesinin gündemleştiğini biliyoruz. Ancak hemen bu özerklik konusu da Kürtlerin varlığı ile birlikte gündemden kaldırılarak, katı inkarcı bir sistemin tercih edildiği görülüyor. Bugün ciddi bedeller ödenen Kürt sorunu bu inkarcı sistemin bir sonucudur.
Demokratik Kürt Hareketi'nin tartıştığı demokratik özerklik klasik özerklik anlayışından farklıdır. Bu sistem farklı toplum kesimlerinin örgütlü bir tarzda toplum yaşamına katılımını örgörüyor. Demokratiklik özelliği buradan gelir.
Bu sistemde bütün toplum kesimleri aşağıdan yukarıya doğru bir örgütlenme ile toplum yaşamına katılır. Bu sistem komünal bir sistemdir. Bu sistemde halk, köy ve sokaklarda komün ve ocaklar biçiminde, mahalle ve ilçelerde ise meclisler biçiminde örgütlüdür. Bu meclisler yerelde toplum yaşamına dönük tüm sorunlarla ilgili kararlar alır, bunların yerelde çözülebilecek olanları yerel inisiyatifle çözülür, geneli ilgilendirenler ise genel meclise temsilciler üzerinden taşınır. Genel mecliste her konu ile ilgili (ekonomi, sağlık, eğitim vb) komisyonlar bulunur, bu sorunlarla o komisyonlar ilgilenir.
Yeter ki istek ve niyet olsun
Eğitim sistemi ve müfredatı da yerelin kültürel ve inançsal özellikleri dikkate alınarak oluşturulur. Örneğin, toplumun çoğunluğunun Kirmancki (Zazaki) konuştuğu bir yerde, anadilde eğitim Kirmancki olur, eğer bir bölgede insanların çoğu Arapça konuşuyorsa o bölgede Arapça eğitim dili olur.
Eğitim sisteminde hedeflenen çok dilli eğitimdir. Bu eğitim sisteminden geçen insanların çok dilli olarak yetişmesi ve bu dillerde okur yazar olması hedeflenir. Eğitim çocuğun en iyi bildiği ilk dili ile başlar, sonra devreye ikinci dil girer, daha sonra üçüncü dil devreye girebilir. Süreç içinde iki ya da daha fazla dilin birlikte kullanılması hedeflenir.
Bu gün uygulanan "Milli Eğitim" sistemi yerine her bölgenin özgünlüklerini dikkate alan bir eğitim sistemi ve müfredatı uygulanırsa hem kültürel hem inançsal çeşitlilik korunmuş, hem de farklı toplum kesimlerinin birbirini tanıması, empati kurabilmesinin imkanları yaratılmış olur.
Örneğin Türkiye'de konuşulan Türkçe dışındaki diller (Kürtçe, Arapça, Lazca, Ermenice, Rumca, Çerkezce vb) Türkiye'nin her tarafında seçmeli dil olarak öğretilebilir. Var olan talep doğrultusunda Kürtlerin ve diğer hakların birlikte yaşadıkları yerlerde de sorunun çözümü için çeşitli formülasyonlar bulunabilir.
Bu dillerin güçlü olduğu (İstanbul Kanarya Mahallesi, Mersin Şevket Sümer Mahallesi, Adana Dağlıoğlu Mahallesi vs) yani eğitim talebinin olduğu yerlerde anadilde eğitim, diğer bazı yerlerde ise anadil öğretimi olur. Türkçe dışındaki diller, sadece o dilleri konuşan halkın mensuplarına öğretilmekle sınırlanmamalı, devlet, isteyen herkesin bu dilleri öğrenmesinin imkanlarını yaratmalıdır.
Sonuç olarak, sorunun çözümü çok zor değil aslında, yeter ki çözüme dönük bir anlayış ve yaklaşım olsun. Eğitim sisteminin kendisi nasıl bir toplum olmak istediğimiz ve nasıl insanlar yetiştirmek istediğimizle doğduran bağlantılıdır.
Eğer özgür ve örgütlü bireylerden oluşan çok dilli, çok kültürlü, ahenk içinde bir toplum istiyorsak buna uygun bir eğitim modelini oluşturabiliriz. Yeter ki bu konuda istek ve niyet olsun. İstek ve niyet olmadıktan sonra düyanın en güzel modelini de birilerinin önüne koysan ipe un sermeye devam eder. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti'nin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı da budur. (ST/SP)
*Sami Tan: İstanbul Kürt Enstitüsü Başkanı
*Makele Tiroj dergisinin Kasım -Aralık tarihli son sayısıdan alınmıştır.