1908 yılında kurulan, İstanbul'un yaşayan en eski gazetesi Jamanak'tan, dünyanın Ladino dilindeki tek haftalık yayını olan El Emaneser'e, Hemşinlililerin dergisi Gor'dan, Çerkeslerin sesi Jineps'e, Kürtlerin 25 yıllık edebiyat dergisi Nûbihar'dan, İstanbul'un yaşayan en eski Rum gazetesi Apoyevmatini'ye dek geniş bir medya yelpazesi Tütün Deposu'nda 24 Şubat'ta (yarın) başlayıp 18 Mart 2018'e kadar sürecek olan sergide olacak.
İstanbul Bilgi Üniversitesi bünyesinde yürütülmekte olan proje kapsamında düzenlenen sergiyi ve detaylı araştırma sürecini serginin koordinatörü Prof. Dr. Bülent Bilmez'e sorduk.
Prof. Dr. Bülent Bilmez
90'lı yıllardan itibaren azınlık medyasına ulaşma fikri nasıl doğdu?
Böyle bir projeyi gerçekleştirmek için her şeyden önce Türkiye'de konuşulan çok sayıda dili bilmek gerekiyor. Çünkü bildiğiniz gibi "Çoğul İstanbul Medyası" ile yapmak istediğimiz şey 1990'lardan beri yayınlanmış olan ve/veya yayınlanmakta olan değişik dillerde ve alfabelerde dergi ve gazetelerin kendilerinin ve onların mutfaklarının bütün zorluklarıyla, güzellikleriyle, mücadeleleriyle, hayal kırıklıkları ve kazanımlarıyla sergilenmesi. Bu dilleri bir kişinin bilmesi nerdeyse olanaksız.
Böyle bir şeye kalkıştığınızda araştırma anlamında en büyük engel dil. Bunu aşmak için geniş bir ekibe ve uzmanlar grubuna ihtiyacınız oluyor. Alternatif olarak bu konuda daha önce yapılmış çalışmalardan yararlanabilirsiniz, ama burada ikinci sorunla karşılaşıyorsunuz: Bizim yola çıkarken dert ettiğimiz şey, İstanbul'da farklı kültürel grupların gerçek yaşamda birbirinden kopuk kompartımanlarda yaşıyor olması gibi, o gruplar veya onların medyaları üzerine yapılmış çalışmaların da genellikle birbirinden kopuk olması veya her birinin kendisine odaklanarak çalışmış olması.
Yani bir topluluğun medyasıyla ilgili çalışmış olan birilerini bulursunuz ya da bir toplumun bir yayınıyla ilgili çalışmış olan birini bulursunuz ama dediğim gibi bir bütün olarak İstanbul'un farklı dil ve alfabelerinde yayınlanmış veya yayınlanmakta olan çalışmaların incelenmesi ancak bir ekip işi olabilir. Aynı anda bunların hepsi bir yana birkaçı üzerinde aynı anda çalışan birini bulmak pratik olarak olanaksız.
Sonuç olarak, bunun üzerinde benim çalışıyor olmam şahsen bunun farkındalığından kaynaklanıyor. Böyle bir şeye kalkışmış olmanın ne anlama geldiğini bilmekle ilgili.
Öyle olduğu için de bunu uzun süreli bir çalışmanın ürünü olarak düşündük.
Bu noktada kimlerle iletişim kurdunuz, nasıl bir portföy çıktı önünüze?
Burada yıllardır bir şekilde ilişki kurduğumuz, İstanbul'un çeşitli kültürleri üzerine çalışan araştırmacılarla ilişkilerimiz sayesinde bunu yapabildik. Şunu söyleyeyim: Bir kere İstanbul'da bırakın Osmanlı'dan bugüne, 1990'lardan itibaren yayınlanmış süreli yayınların tam listesini hazırlamak bile şu anda mümkün değil.
182 yayına ulaştık. Burada bunun çok küçük bir parçası sergileniyor. Hepsi sergilenemeyeceği için haklarında en güvenilir bilgiye sahip olduklarımızı burada sergiliyoruz. Bu haliyle bile bugüne kadar kesinlikle bir araya gelmemiş farklı kültürel grupları ve yayınlarını belki de ilk olarak bir salonda bir araya getirmiş oluyoruz.
Bu bağlamda, bu çeşitlilikte bir ayın portföyünü bir şekilde bir arada sergilemek, varlıkları konusunda kamuoyunu duyarlı kılmak veya en azından haberdar etmek önemli bir işlevi bu serginin. Ancak bununla yetinmeyerek, bunların yayınlandığı, üretildiği, tüketildiği dünyaları da bilmek önemliydi: Kimler yayınlar, nasıl yayınlar, bunu da o dergilerden 10 tanesine odaklanarak yaptık.
Onların ofislerine, basıldıkları yerlere ziyaretler, video çekimleri yaptık. O çekimlerden oluşan bir video gösterisi de olacak sergide.
Ayrıca şunu söylemek isterim. Bizim projemiz aslında daha uzun vadeli bir proje, yani bunun devamını gerçekleştireceğiz.
Mevcut proje, yani 1990'lardan bugüne değişik toplulukların yayınları, İstanbul'un değişik topluluklarına ait olan veya onlara hitap eden süreli yayınlar projesi, aslında daha kapsamlı bir projenin parçası. Mevcut proje uzun vadeli projenin zaman olarak, janr olarak ve coğrafya olarak sınırlandırılmış hali.
"1990'lar 'Öteki Medya' için ikinci kırılma noktası"
1990'lardan bu yana nasıl bir skala var, neden 1990'lardan yola çıktınız?
Zaman olarak 1990'lardan bugüne başlatmak aslında gerçekçi olmak adına sonradan verdiğimiz bir karar. Projemizin bir sonraki aşaması Osmanlı'dan bugüne zamanı kapsayacak.
İkincisi, janr sınırlamasıyla ilgili: Üst başlığımız "Medya", alt başlığımız "Süreli yayınlar", ancak medya deyince akla gelen radyo televizyon ve günümüzün önde gelen bianet gibi internet yayın organları mevcut projede dışarıda tutuldu.
Üçüncü olarak, İstanbul dışındaki süreli yayınları da kapsamıyor bu proje. Her üç kısıtlamanın tek nedeni aslında pratik: Osmanlı'dan günümüze tüm Osmanlı ve Türkiye'de tüm medyanın organlarının bu kadar kısa sürede araştırılması geniş bir ekip için bile olanaksız ve bir salonda hepsinin sergilemesi de zor. Bu nedenle bir yandan çalışmalara devam ederken diğer tandan bu daha geniş kapsamalı araştırmanın sonuçlarını yakında hizmete açılacak olan çok kapsamlı bir internet sitesinde aşamalı olarak ortaya koymak istiyoruz.
Kısaca, zaman, janr ve coğrafyayla ilgili bu kararı verirken üzülmedik çünkü bu daha geniş bir projenin ilk ayağı olarak düşünülüyor ve daha geniş bir ekibin katkısıyla ve daha uzun vadeli bir araştırma ile bunu yapacağız.
Serginin künyesinde bile göreceksiniz bu sergiye katkı sunanların sayısı çok çok fazla. Tam da bu sayede bu sergi düzenlendi. Değişik medya organlarıyla ilgili, farklı dillerde, alfabelerde bize katkı sunabilecek, ilişkimiz olan arkadaşlarımız sayesinde bunu gerçekleştirdik.
Şunu eklemek isterim ki bu sefer janr anlamında kısıtlamayı aşacak bir şey yapamadık ama zaman anlamındaki kısıtlamayı gidermek için girişte oldukça büyük bir panoda tarihsel arka plan olacak. Tarihsel arka planda şu var; aslında biz 1990'lardan başlıyoruz ama orada göreceksiniz bu hikaye çok daha eski ve inişli çıkışlı... devamlıklar ve kopukluklarla dolu...
Mesela orada görüleceği üzere 1923 ile 1990 arası birden bire kesilmiştir. Cumhuriyet dönemi bir kuraklık dönemidir. 'Lozan azınlıkları' olarak kabul edilen Gayrimüslimlerin çıkardıkları farklı dillerde dergiler, gazeteler bu dönemde var ama onun dışındaki Türkiye dillerinde süreli yayınlar yayınlanmamıştır. Yasaklar vardır, baskı vardır, asimilasyon vardır.
Bu, aslında 1968'den sonra 70'lerde yavaş yavaş değişmeye başlıyor ama orada da kültürel bir kaygının siyasi kaygıyla iç içe geçtiği bir durum var. Sol dergilerin içinde bir sayfa-iki sayfa olarak çıkabiliyor sadece.
Daha sonra, daha çok siyasi içerikli de olsa farklı dillerde yayınlar da çıkmaya başlıyor. Mesela ilk olarak Gürcüce bir dergi 1977 yılında yayınlanıyor, daha önce 50'lerde 60'larda Kürt aydınlarının, Kürt öğrencilerinin yayınladığı yayınlar var, 1970lerde Kürtçe yayınların sayısı çok artıyor Ama öyle bir Türkiye'den bahsediyoruz ki işte Kürtçe olarak yayınlanan bir dergide Musa Anter'in kısacık Kürtçe şiirinden dolayı kovuşturma olabiliyor, baskı, zulüm uygulanıyor. Ayrıca 1970lerde başlayan canlanma askeri darbeyle bıçak gibi kesiliyor tekrar...
Kısaca, 1990'lar değil de 1923 deseydik, aslında kapsanacak yayın sayımız çok artmazdı! Dolayısıyla en kaba hatlarıyla zaman çizelgesi gösterecek ki Osmanlı'da inanılmaz bir çeşitlilik, 1923'te kesilme, 70'lerde canlanır gibi olurken askeri darbeyle karanlık döneme girme söz konusu. Zaten 1983'teki bir kanunla –o da sergide yer alıyor- resmi diller dışındaki dillerde yayınlar yasaklanıyor. Ondan sonra 1991'deki TMK'ya eklenen bir maddeyle bu kaldırılıyor Özal döneminde. Sergide zaman çizelgesinden ana salona geçerken bu da yer alıyor... O tarihin ardından gerçek bir patlama ya da açılma olacak.
Basın tarihinde 1908 için de "basın patlaması" tanımı kullanılır. Çünkü birdenbire mecralar artmıştır, çeşitlenmiştir. Sadece değişik kültürel gruplar için değil, bu toplumsal cinsiyetle ilgili de öyledir, siyasi olarak da öyledir. Ona yetişmekten uzak ama onu hatırlatacak bir ani değişimle karşı karşıya kalıyoruz 1990lardan itibaren, yani bizim bu sergide ele aldığımız dönemde...
"İstanbul'da hiç Alevi yayını yok"
Yani 1991 için ikinci bir açılım dönemi demek doğru mu "öteki medya" için...
Medya araştırmalarında kullanılan bir kavramdır "topluluk medyası" dediğimiz, farklı kültürel grupların yayınları, "öteki medya", "alternatif medya" gibi kavramlar da kullanılıyor. Bu anlamda topluluk medyasında bir patlama yaşandığını, böyle bir açılımın söz konusunu söylemek mümkün… Ancak topluluk medyasının farklı dillerde olması gerekmiyor; mesela Alevi medyası Türkçe de olabilir, Kürtçe de...
Dil temsiliyeti üzerinden değil de topluluk temsili üzerinden de yayınlara bakmak mümkün. Aslında bu ön araştırma bize iki şey gösterdi. Bir tanesi hala yayınlanmakta olan dergilere odaklanmak istediğimizde, mümkün olduğunca orantısal dağılım sağlamaya çalıştığımızda, çok çarpıcı şekilde Türkiye'nin sayıca en ağırlıkta olan inançsal azınlık grubu olan Alevilerin şu anda düzenli yayınlanan bir gazete veya dergisi yok İstanbul'da. İstanbul dışında Alevi dergileri var, ancak İstanbul'da şu anda Alevi süreli yayınına ulaşamadık. Bu çarpıcı bir şey.
İkincisi, 1990'larda başlayan medya çeşitliliğindeki artış 2016'da inişe geçiyor. Hızlı bir azalma görülüyor.
"Neden Çoğul İstanbul Medyası"
En temel nedeni?
OHAL.
Dediğim gibi ilk başta bir tarihsel arka plan veriliyor ve sonra ana salona giriyorsunuz. Ana salonda asıl konumuz olan 1990'lar ve sonrasını ele alıyoruz. Burada kültürel, dilsel veya inançsal gruplar üzerinden değil, kronolojik olarak süreli yayınlar üzerinden gidiyoruz. Mesela Miras diye bir dergi var, o kendisini ekümenik Hristiyan olarak görüyor ama Türkçe yayınlanıyor.
Şimdi teker teker süreli yayınları sergilerken daha kolay bizim işimiz, orada bu şudur, bu budur tasnifine gitmedik. Ama serginin son bölümünde şunu yaptık: Özcülük tuzağına düşme riskinden dolayı sakıncaları olan bir işe girişip topluluk yayınlarına yer verdik. Orada 8 tane topluluk medyasını tanıtmaya çalıştık kısaca.
Yani "Ermeni medyası", "Yahudi medyası", "Laz medyası" olacak. Ama girişte şunu söyledik, bu kategorilerin mutlaklaştırılan bir şey olmaması gerektiğini söyledik. Herhangi bir bireyin olduğu gibi herhangi bir yayının da aynı anda birden fazla gruba, kültüre ait olması söz konusu olabilir. Birincisi, çoğulluk (çok kültürlülük veya kültürel çeşitlilikten farklı olarak) bu aidiyet meselesinin çok katmanlılığına, çok anlamlılığına vs. işaret ediyor. İkincisi de - bu daha dolaylı bir şey - başlıktaki çoğulluk kavramı siyasi olarak da çoğulluğu çağrıştırıyor. Üstelik başlıktaki çoğul sıfatı hem medyanın hem de İstanbul’un çoğulluğu anlamına geliyor… Dünyada çoğunlukçuluğun giderek hakim olduğu günümüzde bu daha da önemli hale geliyor.
"Çoğul"un bu şekilde sıfat olarak kullanılması çok alışıldık bir şey değil ama sanıyorum şu 2-3 yıl içerisinde Türkiye "çoğul"u sıfat olarak kullanmaya alışacak. İstanbul'un çoğul bir kent olduğunu göreceğiz, İstanbul kültürünün çoğul olduğunu göreceğiz, İstanbul medyası deyince hep olduğu gibi ana akım medya akla gelmeyecek sadece. Aslında böyle olmadığı biliniyor ama inkar ediliyor, görmezlikten geliniyor, buna alternatif olarak, bir tepki olarak "Çoğul İstanbul Medyası" kavramsallaştırılmasına gidildi.
Nitekim "çoğul" hem İstanbul için hem medya için bir niteleme olarak anlaşılabilir. Biz aslında tam da bunu yapmak istiyoruz, İstanbul'un da çoğul olduğunu, medyanın da çoğul olduğunu söylemek istiyoruz, nasıl bianet bir şekilde ana akım medya dışındakileri bir araya getiriyor, başka anlamda bir çoğulluğu yakalamaya çalışıyorsa, kültürel anlamda da böyle bir çoğulluk söz konusu. Hayatın kendisinde var zaten bu çoğulluk.
Bir adım daha derine inecek olursak, biz şimdiye kadar bu serginin hep çoğunluğa yönelik amaçlarından bahsettik. Çoğunluk olan şey belli aslında Türkiye'de. Dili Türkçe olan, inancı suni Müslüman olan çevreler… ancak bir şekilde onların görmedikleri ya da görmek istemedikleri bir dünya var. O dünyayı gösteriyoruz. Mesela denediğimiz bir şey var, bu sergide göreceğiniz yayın organlarının 3'ünün 5'inin bile ismini sayamıyor çevremizdeki aydınlar.
Bu çoğulluğu bir şekilde çoğunluğa göstermek, işimizin biraz daha kolay tarafı aslında. Daha zor olan şu: Araştırmalarımız bize gösteriyor ki bu "ignore edilen", görmezlikten gelinen "öteki"lerin birbiriyle ilişkilerinde de aynı şey söz konusu. Her birisi kendinin çoğunlukla ilişkisinde görülmezlikten veya bilinmezlikten yakınıyor ama birbirleriyle ilgili de böyle bir bilgisizlik veya görmeme söz konusu. Siz bunları çalıştığınız zaman görüyorsunuz ki neredeyse aynı dertleri, aynı sevinçleri, aynı kazanımları, aynı güzellikleriyle paylaşıyorlar, aynı yöntemleri kullanarak sorunlarla mücadele ediyorlar ama birbirlerinden habersiz bir şekilde.
Şimdi bu o farklı kompartımanlarda yaşayan yayın organlarını bir araya getirmek belki de ilk olarak gerçekleşecek, bir mekanda bir araya gelmiş olacaklar. Bu ikinci katman bizim için.
Üçüncü katman olarak, daha derin olan, şu anda yayınlanmakta olup ana salonda odaklanılan on yayını görüyorsunuz… Gidiyorsunuz Jamanak'ı görüyorsunuz, iki adım gidiyorsunuz Apoyevmatini'yi görüyorsunuz, Dersim Gazetesi’ni ya da Nubîhar'ı görüyorsunuz. Onları yayınlayanlar ve okuyucuları da gelip diğerlerini görüyor, birbirini görüyor. Mesela Lazlar geliyor "bizim dergilerimiz"i görelim diyor, onun hemen yanı başında Boşnak yayınını görüyor…
Üçüncü katman, "bu yayınların bilinmeyen dünyası". Dedik ki biz bu dergileri sergilemek ve duvara içindekileri yansıtmakla, ilk iki amaca ulaşabiliriz ama üçüncü amaç bunların nasıl üretildiğiyle, sorunlarıyla ilgiliyse sergiyi gezenleri bu yayınların mutfağına götürmek gerekir. Bunu yapmak için de halen yayınlanmakta olan10 tane örnek yayın organı seçtik. Gidip ofislerini, hazırlama süreçlerini görmek istedik. Hepsine sonradan çapraz okuma yapabilmek için aynı soruları sorduk. Böylece, sergiyi gezerken sadece görseller ve dergilerin kendileri üzerinden kafanız karışabilir, ama arada videolar sizi o bilinmeyene götürecek. Derinleşme olanağı olacak. Yani siz o yayını bir bayide, bir kitapevinde gömüş olduğunuzda veya ilk olarak bu sergide gördüğünüz anda varlığından haberdar olabilirsiniz, ama kim yayınlar bunu, nasıl hazırlar, nasıl dağıtır, bunu oradaki videolarda görebileceksiniz. (PT)
Adres: DEPO / Tütün Deposu, Lüleci Hendek Caddesi, No.12, Tophane / İstanbul