Fotoğraf: Knutte Wester'in "Piç" yapıtından
Yetişkinler bugünü kurtarmanın peşinde koşarken çocuklar nerelere savrulur? Kamplaşmayı, ötekileştirmeyi, nefret etmeyi öğrenerek büyüyen çocukların geleceğe dair umut ışıkları nasıl canlı tutulabilir? Kasa Galeri'de "Başka Gün Başka Hayat" sergisi bu sorular üzerinden "çocuk olma" durumunu, sosyal, kültürel ve fiziksel etkiler çerçevesinde tartışmaya açıyor.
İsveç Kültür Ofisi ve Avusturya Kültür Ofisi'nin katkılarıyla M. Kıvanç Gökmen'in küratörlüğünde düzenlenen sergi 23 Şubat'a dek görülebilir.
Sergide üç farklı ülkeden sanatçının üç yapıtı yer alıyor. Dejan Kaludjerovic'in işi bir piknik ortamında çocukların birbirlerine uyguladıkları şiddetten hareketle Yugoslavya'daki şiddet ve parçalanmaya gönderme yapıyor.
Ferhat Özgür'ün hazır ve tahta kasa (kullanımdan kaldırılan ahşap oy sandıkları) gibi artık ürünlerden oluşturduğu "Hiçlik Ülkesi" yerleştirmesi sizi gri bölgeye davet ederek, kaybolan, silinen belleğe işaret ediyor.
Serginin en dramatik ve dikkat çekici yapıtı "Piç" ise İsveçli sanatçı Knutte Wester'e ait. Sanatçı kendi anneannesinin çocukluk hikâyesi üzerinden fotoğraf, desen ve arşiv görüntülerini kullanarak belgesel-animasyon formatında bir video çalışması üretmiş. İsveç'te 1900'lerde evlilik dışı doğan bir çocuğun yetimhane yılları, annesiyle birlikte savruluşu ve yüzleştiği önyargılarla hayatta kalma öyküsünü izliyoruz.
Küratör Gökmen, serginin ismiyle ilgili ziyaret edende pozitif bir etki bırakmak istediklerini söylüyor: "Tek bir kavrama atıfta bulunmasından veya belli bir odağı işaret etmesinden ziyade, ziyaret edenlerin zihninde pozitif bir 'değiştirme' fikrine dair her türlü çağrışıma el vermesini sağlayacak bir isim vermeye çalıştım" diyor.
"Kabülleri alt üst eden işler"
Türkiye'den, Sırbistan'dan ve İsveç'ten üç sanatçının eseri yer alıyor sergide. Zamanlar, ülkeler ve şartları değişse de çocukluk travmaları ya da çocuğa yüklenen anlamlar değişmiyor diyebilir miyiz?
Sergide Türkiye'den Ferhat Özgür, Sırbistan'dan -Avusturya'da yaşayan- Dejan Kaludjerovic ve İsveç'ten Knutte Wester'in eserleri yer alıyor. Bu üç sanatçıyı benim açımdan yakın kılan, kendi pratikleri ve kavramsal yaklaşımları açısından toplumsal konulara sıklıkla eğilen üretimleri.
İlk bağımsız küratörlüğümde yola "çocuk" konulu bir sergi ile çıkarken bunun samimi, net ve ajitasyondan uzak bir noktada konumlanmasını istedim. Diğer yandan bir o kadar gerçek, reddedilemez ve aslında ne kadar ortak bir yükümlülük taşıdığımıza dair bir anıştırma yapabilmeyi umdum. Bundan hareketle tarih çizelgesinde bugünden geriye doğru, 20. yüzyılın başına dek uzanan bir düzlemde coğrafyalara ve toplumlara ilişkin bugünün kabullerini alt üst eden işlerle sergiyi oluşturdum.
"Güçlü argümanlar içeren bir izlek"
Soruna bağlarsam, 20. yüzyılın başındaki İsveç, bugünkü standartlarıyla karşılaştırılamayacak kadar tutucu ve modern anlamda gelişmişlikten uzak bir çizgide görünüyor. Knutte Wester'in "Piç" isimli işinden hareketle, o yıllarda İsveç'te babasız bir kız çocuğu olarak doğmanın geleceğinizi nasıl etkileyeceğine dair cevaplar belli ve umutsuz. İsveç örneğinden hareketle bu video, toplumsal duyarlılığın ekonomik göstergelerle birlikte yükselişe geçtiğinde nelerin değişebileceğine dair güçlü argümanlar içeren bir izlek.
Fotoğraf: Dejan Kaludjerovic'in "1 Mayıs 1977" yapıtından
30 yıl sonra farklı gerçeklik ve anekdotlar
Dejan Kaludjerovic'in işi ise Türkiye tarihi için de tartışmalı bir başlık olan 1 Mayıs 1977 günü Yugoslavya'da iki ailenin gittiği bir pikniğe odaklanıyor. Bu piknikte küçük bir oğlan ve kız kavga ediyorlar. Hatta piknik hastanede sonlanıyor, neyse ki çocuklara ciddi bir şey olmuyor. 30 küsur yıl sonra Dejan piknikteki herkesi bulup onlara o güne dair hatırladıklarını soruyor. Piknikteki sekiz kişi de o güne dair farklı gerçeklikler ve anekdotlar sunuyorlar. Geçmişteki bir olumsuz anıyı kendi zihinlerinde kendi gerçekliklerine uyarlıyorlar ve bazı kısımları tümden hafızalarından siliyorlar. 1980'de ölen Tito'nun ardından paramparça olan bir coğrafyanın birlikte yaşama, hatırlama, öz eleştiri ve sorumlulukları paylaşma gibi konularda gösterdiği iradeyi irdeleyen bir işi, bolca ironi ve hicivle vücuda getiriyor. Ki, bu sayede bu denli acı veren bir konuyu zihinsel bir aktivite olarak savunma mekanizmalarınızı harekete geçirmenize imkân tanımadan konunun içerisine dalmak üzere sizi davet ediyor.
"Erk ile sivil irade arasında..."
Ferhat Özgür'ün "Hiçlik Ülkesi" isimli işi ise erk ile sivil irade arasındaki bağların zayıf olduğu, türlü sebepten çıkan fiziksel çatışmaların ve toplumsal patlamaların -hatta son zamanlarda göçlerin- önlenemez bir sarmal halinde süregeldiği coğrafyalarda eğitim, sağlık, beslenme ve sosyal haklardan öte, hayatta kalmak amaç halini alabiliyor. Bir noktada sulh ortamı sağlansa bile hakim güç/erk bir statüko ile durumu kontrol altında tutmak üzere hep tetikte bekliyor. Böyle bir statükocu süreçte yetişen çocukların aldıkları ideolojik, psikoljik ve kültürel altyapı ile toplumsal barışı veya geleceği nasıl inşa etmelerini bekleyebilirsiniz?
Yani bir bakıma lokal veya küresel farketmeksizin yetişkinlerden sebep yaşanan çalkantılar bugünün çocuklarının kuracağı geleceği derinden etkiliyor; bugünün çocuklarının kuracağı geleceği, hem psikolojik hem de fiziksel olarak zedeliyor.
Fotoğraf: Ferhat Özgür'ün "Hiçlik Ülkesi" yapıtından
Jean Luc Godard'ın "Bütün çocuklar siyasi tutuklulardır" sözü serginin ana çatısını oluşturuyor. Sergi ve yapıtlar bu noktada izleyiciye neler söylüyor?
Aslında ilk soruya verdiğim yanıttan hareketle, insan soyunun bencilliğini ve bugüne dair bitmek bilmez isteklerinin ve günü kurtarmaya ilişkin aksiyonlarının ve hatalarının yükünü hep pasif konumdakiler çeker. Bu pasif konumdakilerin büyük çoğunluğu da çocuklardır. Dahası her şeyin görece normal işlediği hemen hemen tüm topluluklarda yetişkin olanların buyrukları çocuklar üzerinde otonom olmanın önündeki engel olarak, toplumsal örgütlenmenin kendisi olarak karşımıza çıkar. Sergiye ilişkin metinde 'seçimsiz bir varoluş' derken aslında çocuk açısından bu karşı koyamama ve mecburi entegre olma durumuna dikkat çekmeye çalışıyorum.
"Hayat herkese güzel bir çocukluk bahşetmiyor"
Sergi metninde de söz edilen, 'Duvarlar arasına sıkışan, savrulan, sürüklenen çocuklar...' Sergiyi gezen bir kişi genelde güzel, mutlu bir çocukluk geçirmiş olsa da yine de kendi çocukluğuyla bağdaştırıyor izlediklerini. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? Aynı deneyimler olmasa da özellikle "Piç" bu empatiyi çok güçlü kılan bir yapıt.
Hayat herkese güzel bir çocukluk bahşetmiyor. Knutte Wester'in "Piç" isimli işi bunu 56 dakikalık video ile duru bir görsellikle aktarıyor. Bu videoyu bir belgeselden veya bir yaşanmış hikâye temelli kurgudan ayıran, Knutte'nin özdeşleşme ya da katharsis gibi araçlar kullanmaksızın izleyiciyi toplumsal edimlerin yüküne ortak edecek görsellikle aktarması. Videonun gücü bence buradan geliyor. Öylece söylüyor-gösteriyor, bilhassa yetişkinlere, 'bir zamanlar çocuktuk' diyor.
İçimi en çok acıtan şeylerden birisi, çocukların ayrışmayı, ayrıştırmayı -hatta ileri götüreceğim- nefret etmeyi öğrenmesi, bunun onlara öğretilmesi. Knutte'nin işinde çocuğun çocuğa zulmüne ilişkin de önemli göstermeler var. Toplum belli yöntemlerle henüz çocuklukta ekilen bu öfke tohumlarını özenle besleyebiliyor. Aslında sergi toplamda basitçe, "çocuktuk" diyor, "çocuklar var" diyor... (AÖ)