Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğündeki maddelerden biri böyle tanımlıyor çocukluğu. Soğuk yüzlü bir sınıflandırma şüphesiz bu. İnsan hayatında, adı belirlenmiş iki çağ arasında kalan bir ara dönem. Büyümenin atlama tahtası. Bir an evvel hazmedilmesi beklenen ağır bir yemekten önce alınan bir aperatif gibi basit ve hafif.
Sorumlu birer yetişkin olma yolunda ardımızda bıraktığımız geçmiş zaman pratiği. Hatırlamak istemediğimiz, bilinç altına itilen binlerce ayrıntı, travma, acı, yarı karanlık veya bir gölge süreç ya da belki de nostaljik göndermelerin içinde küçümsenen hoşluklarla pış pışlanan uzak hatıralar.
Her ne şekilde olursa olsun, çocukluğun bugünkü hali, biyolojik tanımını başka bir yere taşıyan, içinde bulunduğumuz yüzyıl içersindeki tüm dönüşümlerin belirlediği bir kavram olarak ele alınmasını meşru kıldı.
Baktığımız ve durduğumuz yer ve zaman, çocukluğun daha çok yoksunluk ve yoksulluklarla hemhal olduğu tarihlere rahmet okutacak şartlara sahip değil; bu doğru. Göreceli olarak kavramlar daha esnek; toplumsal, kültürel ve kıtlıkla terbiye olan ekonomik değerler de değişti.
Bir an evvel yetişkinlerin dünyasına giren çocuklar
Ancak üzeri sağlam bir yapı malzemesiyle değil eğreti kurulan bir çatının himayesinde modernize oldu yaşamlar. Bu kat kat ve tuhaf değişimlerin içinde geniş ve kalabalık ailelerin büyük bir bölümü birkaç kişilik aile adacıklarına dönüştüler.
Elbette çocuklar ve çocukluk halleri de değişti. Eskilerin kendi çocukluklarına dair özlemleri, belirgin ve sürekli bir itaati vurgulayan değerlere yapılan atıflar, şimdinin çocuklarına yapılan eleştirilerin başlangıç sözlerine dayanaklık ediyorlar.
Harekete, tanımaya ve öğrenmeye yönelik oyunlar, el yapımı oyuncaklarla kurulan dünyalar, sokaklarda geçirilen onca zaman, yalnız büyümeyen sosyal çocuklar.
Evet belki de burada sayılamayacak pek çok şey özlemlere konu edilebilir. Haklılık payı da vardır.
Tüketimin salgın bir hastalık gibi yayılmasıyla günümüzdeki teknoloji harikası oyunlar ve oyuncaklar, çocukları kendi çocukluklarından çıkarıp bir an evvel yetişkinlerin dünyasına sokuyor. Bir yandan da yetişkinleri tüketime, yani daha çok çalışıp, daha çok zamanı, harcamaya yöneltiyor.
Bir çocuk kitabı, yazıldığı ülkenin topraklarından çıkıp milyonlarca çocuğa ulaşabilmişti. Ama doğal olan bir yolla değil promosyonlarla, senaryolaştırılıp birbirinin türevi şeklinde çoğaltılan filmlerle, ticari yöntemlerin göz bağlayıcıyla yayılmıştı bu kitap başka kıtalara.
Toplumsal bilinçle donatılmamış olan, çocuklara has o denetimsiz hayal gücüne aslında hiç de dokunmadan uçup giden bu tip piyasa ürünleri gibi tüm teknolojik karnavallar çocukları ve dolayısıyla ilerideki yetişkinleri tehdit ediyor.
Çocukların kibirsiz ve derin hayal güçleri
Ancak bu ülkede çocukluğun yitip gittiğine, yani eskide kalan tüm o çocukluk hayallerinin bugünkü sistemde erimesine dair yazılanlar çocuklara biraz haksızlık ediyor gibi.
İddialı genellemelerin o tanıdık homojen dilinden bahsediyorum.
Büyük kentlerde plazalara sıkışmış oyun alanlarına, küçük parklara sığınan, sokaklardan evlerine, kreşlere çekilen, tepeden inmeci oyunlara, basit ve zorunlu olarak ucuz oyuncaklara tıkıştırılan, televizyonun hipnotize eden tabiiyetindeki çocukların olduğu gerçeğini yadsımamakla birlikte, bilincin dışındaki o alanda çocuklar hala kendi özgürlüklerini yaşıyorlar.
Şöyle bir etrafımıza bakarsak, bunu rahatlıkla görebiliriz. Buralarda bu soğuk günlerde bile, güneş azıcık yüzünü gösterdiğinde çocuk sesleri yükselir hemen dışarıdan. Teknolojinin nimetlerinden(!) faydalanmayan, oyun biçimleri değişse de koşup oynayan arkadaşlarını arayan çocukların sesleri.
Hem zaten eskinin o simgeleşmiş bir tekerlemeye dönüşen oyunlarını oynamak zorunda da değil artık çocuklar. Belki bunları oynamak da istemiyorlardır.
O her şeyi anlayabilen küçük kafalarından neler geçtiğini, neleri, nasıl yaratabileceklerini tahayyül etme yolu, kendi yetişkin değerlerimiz ve eski oyunların referansları eşliğinde gidebileceğimiz bir yol değildir belki de. Bunu düşündük mü acaba?
Velhasıl çocuklar değişen tüm dünya ve ülke koşullarına uyumlaştırılırken bizim gibi zayiatlar veriyorlar. Ama her şeyi değil. Bizim artık sahip olamadığımız, gerçeği yadsımayan o kibirsiz ve derin hayal güçlerini değil mesela. Çevreleri elektronik duyargaları olan tüketim ve yanılsamalar halesiyle kaplı olsa da.(TBÖ/EÜ)