Diyarbakır’da, merkezine çocukları koyan bir sivil toplum örgütü olarak 10 yıl kadar önce kuruldu ÇAÇA.
ÇAÇA ya da kısaltmayı açıp tam adıyla söylersek Çocuklar Aynı Çatının Altında, bugüne kadar çalışmalarını Diyarbakır’ın en dezavantajlı mahallesi kabul edilen Benusen’de gerçekleştirdi.
10 yıl, hatta ÇAÇA’nın kurucu ekibinin önceki çalışmalarını da katarsak daha uzun bir süre varlığını koruyabilmek, belki daha da önemlisi bağımsızlığından taviz vermeden ayakta kalabilmek, haydi adını koyalım, 2000’li yılların Türkiye’sinde Diyarbakır’da bunu yapabilmek hiç de kolay değil.
Büyük çoğunlukla zorunlu göç mağduru çocukların yaşadığı Benusen’de faaliyetini sürdüren bir çocuk merkezi var ÇAÇA’nın. İçinde bulunduğu mahallenin çocuklarıyla dolup taşan, çocukların kendi evleri gibi benimsedikleri bir merkez.
ÇAÇA Yönetim Kurulu’ndan Emin Sarıkaya’nın ifadesiyle, gerçek yaşamlarıyla uyumlu, kendilerini var edebilecekleri bir yer.
Merkeze dair bu basit ama sihirli formül kurumun Benusen tarafından benimsenmesinin anahtarı belki de. Bu durum Azize Leygara’nın vurgusuyla daha da anlam kazanıyor.
“Benusen mahallesi kente çok yakın ama kentle ilişkisi en zayıf olan bölge. Çok dezavantajlı durumda. Mahallede sosyal servisler çok yetersiz.
“Okul, çamaşırhane ve ÇAÇA var sadece. Bu nedenle oradaki bir sivil toplum örgütünün kabullenilmesi çok zor.
“Ama biz aynı bölgenin insanlarıyız. Hepimizin geldiği yer aslında oralar. O hassasiyetleri unutmadığınız zaman içeriden bakabiliyorsunuz.”
Leygara ÇAÇA’nın kuruluşundan beri içinde. Bugün kurumun başkanlığını üstlenmiş durumda.
Abdullah Karatay’ın vurguladığı bir noktayı hatırlatıyor: Her şeyden önemlisi çocuklarda iyi anılar bırakabilmek.
Tabii iyi anılardan çok daha fazlasını gerçekleştiriyor ÇAÇA. Sanat atölyelerinden gönüllü abla-ağabey programlarına varıncaya kadar bir dizi programı yürütüyor yıllardır. Eğitime destek, çocuk hakları, annelerle yapılan çalışmalar ve aile ziyaretleri...
Leygara kendileri için öncelikli olanın merkeze gelen çocukların ve kadınların kendini güvende ve kendini ifade edebileceği bir alanın içinde hissetmesi olduğunu söylüyor.
“Çocukluğuma dönüp baktığımda bana iyi ve kötü davrananları unutmadım. O güvenli alanın varlığının önemine inanıyorum.
“Çocuklar için, ki kadınlar da aynı şeyi yaşıyor, çaresizlik hissi çok kötü. Psikolojik dayanıklılığı bitiriyor bu his.
“Tek başına çözüm değilse bile o merkez çaresizlik hissini biraz aşağı çekebiliyorsa ne iyi; bizim amaçlarımızdan biri bu.”
Çocuklar için, kadınlar için nefes alabilecekleri, bir şeyleri paylaşabilecekleri bir alanın varlığının önemini anlatan Sarıkaya, Benusen’in kendilerini benimsediğini söylerken anlatırken “komşuluk ilişkisi” ifadesini kullanıyor.
“Öğretmen ilişkisi değil. Bu nedenle belki de bir sempati var.”
Zamanında ÇAÇA’da çalışan çocuklar, gençler bugün hala kurumun faaliyetlerinde gönüllü olarak görev alıyor veya destek veriyor. Aralarında ÇAÇA’nın hizmetlerinden faydalanmış olanları da var.
Bu durumu ÇAÇA’nın kişilerden bağımsız yürümesine bağlıyor Leygara.
“Gönüllüler çalıştıkları dönemde kömür de taşıdılar temizlik de yaptılar; hepsi çocuklarla çalıştı, yeri geldi panellerde konuştular yeri geldi mahallede kar temizlediler, hatta komşularınkileri de temizlediler.”
Sarıkaya bu tavrının sırrını ÇAÇA’nın benimsediği çalışma yönteminde ve yaklaşımında arıyor.
“Oraya bir üst pedagojiyle giderseniz duvara toslarsınız, ama dinamik bir pedagojiyle orada olursanız, karşılıklı bir öğrenme sürecinde iç içe çalışırsanız, bu hem sizi geliştirir hem de eşit ilişki oluşturur.
“O zaman hiyerarşik yapıdan uzaklaşıyorsunuz, karşılarında komşularını görüyorlar. Bu da onların bir aidiyet hissetmesini getiriyor sonunda ve bu gönüllülere de yansıyor.”
Çoğaltılabilir bir deneyim
ÇAÇA’nın çalışmalarına bakmak, sonuçları itibariyle bugün bir değerlendirme yapmak mümkün gözüküyor. Dahası, işleyen, başarılı sonuçları belirlenmiş bir model olarak kurumun çalışmasının yaygınlaşmasından söz etmek de mümkün.
Daha doğrusu, mümkün mü?
Leygara ve Sarıkaya’ya sorduk...
Bu deneyimin aktarılabileceği yeni bir yer olabilir mi, yaygınlaştırmak mümkün mü?
AL: Yeni araştırmalar yaptığımız üç mahallede, Bağlar, Suriçi ve Aziziye’de, üç yıl için pilot çalışmalar öngörüyoruz. Gerçi hep söylüyoruz, bölgede üç yıllık plan yapılmaz. Ama şu an biraz daha rahatlayan ortam üzerinden belki geliştirebiliriz.
Benusen’de haftanın altı günü yapıyoruz çalışmalarımızı, oralarda da belki haftanın iki günü çalışılabilir. En azından bir başlangıç için, bu zemini hazırlayabilmek için...
Yerel yönetimlerin yerleri var. Onlarla işbirliği üzerinden Benusen’de gerçekleştirdiğimiz yöntemleri uygulayabilirsek bu kez daha az bir kaynakla gerçekleştirebiliriz.
Yerel yönetimlerle işbirliği gerekebilir o halde...
AL: Benusen’de yaptığımız işi ve etkisini, sonuçlarını çok iyi biliyoruz. Bu yöntemleri geliştirerek uygulamak, çok daha fazla insana ulaşmak o mekanların kullanılabilmesi açısından çok iyi olur diye düşünüyoruz.
Zaman zaman işbirliği yapıyorsunuz belediyelerle ve STK’larla ama bağımsızlığınızı korumayı da becermişsiniz...
ES: Zor oldu ama becerdik.
ÇAÇA gönüllüler temelli kurulmuş bir sivil toplum merkezi ve başından beri odağında olan çocuklardı.
Farklı görüşlerde insanların beraber yürüdüğü bir yerdi ve böyle devam etti. Çocuklar için çalışıyor olmak, politikaları onlar için oluşturmak ortaklığı sağladı.
Biraz zor oldu ama belli bir zaman sonra her yerden saygı görmeye başladık. Gerçekten çocuklar için bir şeyler yapmamız bunu sağladı.
Diğer kurumlarla da ilişki bu noktada gelişti. Israrcı olmak önemliydi ve bize bunu sağladı.
AL: Bir de sahada olmak kabul edilebilirliği arttırıyor. Benusen gibi bir mahallede yıllarca çalışıyorsunuz. Başlarda duyulmuyorsunuz ama bir süre sonra doğrudan sahadan veriler üzerinden konuşmak sizin duyulmanızı sağlıyor.
Kabul edilebilirlik noktasında sahada olmanın, çocuklar ve aileleri tarafından benimsenmenin ciddi etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bence STK’lar sahadan kopmamalı. Kağıtta kalarak da iyi savunuculuk yapılabilir ama bazen o duyguyu kaybetmeyi getiriyor beraberinde. Saha o duyguyu ve kabul edilebilirliği destekliyor.
ÇAÇA’nın kuruluşunda nereye evrileceğini kestirebiliyor muydunuz?
ES: ÇAÇA öncesi bir gönüllülük dönemi vardı, o ekip kurdu ÇAÇA’yı zaten. Sonra da devam etti bu grup.
AL: Biz ÇAÇA’nın bu temel ilkelerle süreceğini öngörüyorduk. Zor dönemlerimiz oldu, özellikle bürokrasinin üzerimize geldiği dönemler, ama çok inat ettik.
Ama bir özeleştiri olarak şu söylenebilir. Bölgenin dinamiklerinden kaynaklanan nedenlerle bu deneyimi yaygınlaştıramadık, yeterince paylaşamadık.
Sadece Diyarbakır değil çevre illerle; aynı kültür var oralarda da, bu model dönüşebilir, uygulanabilirdi oralarda. Bizi üzen noktalardan biri bu.
ES: Doğru. Ama bir dönem bölgeyi gezdiğimizde, korkunç bir tablo vardı. Benzer motivasyonlarla karşılaşmadık.
Her kurum ya da görüştüğümüz insanlar bunun çok hassas bir konu olduğunu, çocuklarla çalışmanın zor ve birikim gerektirdiğini söylüyor, altından kalkamayız, siz gelin yapın, diyordu. Bu olacak şey değildi tabii.
Ekonomik olarak da kritik bir dönem var. O sırada birçok kurum kapandı. Bizim de en azından kirayı ödememiz gerekiyordu, kurumun günlük giderleri vardı... O sırada gösterilen direnç, motivasyon bizi onuncu yıla getirdi.
Şu anda ekonomik olarak bir desteğiniz var mı?
AL: 2006’dan beri Bernard van Leer Vakfı’ndan fon alıyoruz. Onlar da sahaya inanıyorlar.
Onlardan sadece fon almadık, birçok şey öğrendik, farklı deneyimleri aktardılar, ama asla müdahale etmediler ve bizim yöntemlerimize inandılar.
ÇAÇA’nın bütün fonu uluslararası fonlardan sağlanıyor. (YY)
Fotoğraflar: ÇAÇA'nın Benusen'de gerçekleştirdiği atölye çalışmalarından...