Sevde Tuba Okçu'nun Suriyeli küçük Ahmet'in kayıkla yaptığı yolculuğu anlatan "Kayıktaki Çocuk" kitabını geçen yıl okumuştum. Kosta Rika'da Barış Eğitimi üzerine yüksek lisansını yaparken sınıf arkadaşları Japonyalı Maya Mizuno ve Hollandalı Vonne Hemels ile yazmışlardı bu kitabı. Çocuk edebiyatı kalıpları içinde kaleme alınmıştı ama bana sorarsanız aslen kitabı çocuklarına okuyan anne babalara sesleniyordu hikaye. Ardından çocuklara yönelik iki kitabı daha yayınlandı. Çocuk edebiyatının sınırları, dili, temaları ve nasıl olması ve nereye doğru evrilmesi gerektiği üzerine bir yandan kafa yoruyordu. "Öteki" kavramı üzerine yoğunlaşan "Kartopu Panda"nın yayınlanmasını vesile ederek çocuk edebiyatı hakkında Sevde Tuba Okçu ile bir söyleşi yaptık.
"Kayıktaki Çocuk", "Ponpon Kediye Ne Oldu?"dan sonra "Kartopu Panda" çocuklara yönelik üç kitabın kısa denilebilecek aralıklarla çıktı. Üç kitabı değerlendirdiğinde, çocuklara neler aktardığını düşünüyorsun?
“Kayıktaki Çocuk”un macerası diğer kitaplara göre çok daha başka. Bir çocuğun doğduğu topraklardan ayrılıp kendine yeni bir ev arama öyküsünü kaleme aldık… Mülteci bir çocuğun öyküsünü… Kitabın çerçevesi, çocuk hakları, insan hakları ve mülteci hakları üzerine kurulu. Diğer iki kitap da insan hakları, hayvan hakları temellerine dayanıyor diyebilirim. Öğretici bir üsluptan kaçınmaya çalışarak, çocukların empati yetilerini artırmayı hedefleyen metinler oluşturmaya çalıştım. Hikayelerimde her bireyin kendine has özellikleriyle ne denli özel olduğunun ve bizden farklı olana önyargısız bir şekilde bakabilmenin öneminin altını çizdim. Ve “hoşgörü” kelimesinden ve getirdiklerinden kaçınarak daha kapsayıcı bir tema oluşturmaya çalıştım.
“Hoşgörü” duymanın sorunu nedir peki?
Hoşgörü karşındakine senin benden farklı olduğunu görüyorum ve bu konuda çok rahat değilim ama seni idare ediyorum demek. Oysaki kapsayıcı yaklaşım, karşındakinin milliyeti, dini, ırkı, cinsiyeti, cinsel yönelimi, engel durumu ve yaşı ne olursa olsun kendinden görmektir. Kendi alanını karşındakiyle gönül rahatlığıyla paylaşabilmek, sahip olduğun hak ve hürriyetlere bize ‘öteki’ kalan kişilerin de sahip olduğunu görmek ve bu konudaki sorumlulukları yerine getirmektir. Kitaplarımda bu yaklaşımın peşinden gitmeye çalıştım diyebilirim.
Çocuklar için yazmak fazladan bir sorumluluk hissi yüklüyor bence. Senin bu konuda düşüncen nedir?
Elbette fazlasıyla büyük bir sorumluluk yüklüyor. Çocuklar yetişkinlerin fark etmediği ya da daha zor farkettiği ayrıntıları görebiliyor. Bu ayrıntıları kafasında bizim her zaman anlayamayacağız şekillere sokabiliyor, hiç tahayyül edemeyeceğimiz yerlere götürebiliyor. Bu yüzden çocukken okuduğumuz metinler muhakkak belleğimizin bir köşesinde kalıyor diye düşünüyorum, kolay kolay unutulmuyor. Hatta hayatlarımıza ileriki yaşlarda etki bile edebiliyor. Kendi adıma küçük yaşlarda okuduğum iki özel kitap bugünüme kadar beni takip etti diyebilirim. Biri Jules Verne’nin “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah”, bir diğeri de Johanna Spyri‘nin yazdığı “Heidi”. Bu iki öykü çocuk yaşlarımda rüyalarıma bile giriyordu. Aslında “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” özellikle benim çocukluk dönemimde kız çocuklarının çok tercih ettiği bir kitap sayılmazdı, cinsiyetçi yaklaşımlar ve bu bağlamdaki dayatmalar bugün olduğu gibi o zamanlarda epey kuvvetliydi ama kitap kütüphanemizdeydi ve bir şekilde okudum. Tematik olarak bilimkurgu öğeleri vardı, bilimsel metinlere olan merakımı artırdı o dönemde… Bu türdeki kitapların ve sonraki yaşlarda da bilim ve gençlik dergilerinin peşine düştüm hep. Yahut “Heidi”yi okumuş olmam uzak ülkelerine olan merakımı küçük yaşlarda inanılmaz tetikledi diyebilirim. Ve seyahat etmeye, farklı olanı keşfetmeye olan merakım da o zamanlar oluştu. İstanbul’daki küçük mahallemizde yaşadığım daracık sokakların yerine, alabildiğince hür dağların olduğu ülkelerin, şehirlerin var olduğunu ve o dağlarda mutlu insanların yaşadığını ilk o zamanlar farkettim. Yine aynı kitapta engeli olan çocuk Klara ile engeli olmayan çocuk Heidi’nin dostluğu… Bunu o yaşlarda bir kitap aracılığıyla okumak çok iyi geldi. Çünkü maalesef ayrıştırılmış bir sistem içerisinde yaşadığımız için; gerek eğitim sistemimizde gerekse hayatın diğer evrelerinde engellileri görebilmek ve paylaşımda bulunabilmek çok da kolay olmuyor,.. Heidi ve Klara, küçük yaşlarda bu konuda bir algımın oluşmasına katkı sağladı diye düşünüyorum. Dolayısıyla yazılan her metnin her cümlenin çocuğun dünyasında nasıl bir etki yaratacağını öngörerek hareket etmek epey önemli.
Kitapları planlarken yaş aralıklarını nasıl belirliyorsun? Mesela senin kitapların arkasında 4 yaş üzeri yazıyor. 4’ün ne kadar üzeri? Ben çocuklarım küçükken üzerinde kaç yaş çocuklarına yazıldığının belirtilmediği kitaplarla çok boğuştum o yüzden soruyorum?
Açıkçası bence hiçbir kitabın arkasında kaç yaş grubu için olduğu yazmamalı. Ebeveynler kitabı alırken çocuğun okuma seviyesi, kelime haznesi ve algı gelişimini değerlendirerek çocuklara kitap seçmeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Nitekim “Küresel Kuzey”de yayınlanan birçok çocuk kitabında böyle bir şey göremezsiniz. Çok metinli az resimli bir kitabı 3 yaşındaki çocuk için yine alabilirsiniz; çocuk resimlerine bakar, çevresindekiler içerikten bir iki kelime okur, çocuk kitaba dokunur, isterse dişler, oynar. Kitapla arasında bir bağ illaki kurar… Türkiye’de aileler muhakkak bir yaş aralığı görmek istiyor, bunun birçok sebebi var ama bu başka bir röportajın konusu…
Benim çocukluğumda masallar ahlak dersi verirdi ya da Lafontene masalları gibi fablarda sorunlu hayat görüşleri ile karşılaşırdık. Modern çocuk masallarında böyle yaklaşımlar yok sanıyorum. Ancak illa ki modern yaklaşımda da sorunlar ya da düzeltilecek yanlar vardır. Ya da neler var?
Elbette her dönemin kendine has problemli yaklaşımları olabiliyor, edebi neşriyatta da bu böyle. Bugün de yine fazla didaktik olma eğilimi görebiliyoruz birçok metinde, çocuğun dünyasını ve hayalgücünü olması gerektiği gibi kuşatmayan hatta neredeyse çocuğu sınırlayan yaklaşımlar olabiliyor. Birçok kitabın konusuna bakıldığında çok fazla tekrar olabiliyor yani aynı kitabın farklı isimlerde onlarca versiyonunu bulabiliyorsunuz, çünkü çocuk kitabı pazarı gittikçe genişliyor bir yandan… Türkiye’deki bir diğer mesele ise çocuk kitaplarındaki görsellerle ilgili durum. Birçok ebeveyn alışık olduğu, klasik yaklaşımın dışında çizgiler gördüğü zaman zaman çocuğun o çizgileri anlamlandıramayacağı, çocuğu zorlayacağı hatta psikolojisini bozacağına dair bir varsayıma sahip olabiliyorlar. Oysa çocuk kitapları, çocukların erken yaşlarda estetik zevklerinin gelişmesi için çok önemli kaynaklar, hayal güçlerinin, algılarının güçlenmesi açısından önemliler… Çok iyi çizerlerimiz var, kendine yatırım yapan ve dünyada yapılan işleri takip eden iyi çizerler… Onların elini biraz daha kuvvetlendirsek, inanılmaz güzellikte görselleri olan çocuk kitaplarımız olur birkaç seneye…
Sevde Tuba Okcu İstanbul doğumlu. İstanbul’da edebiyat eğitimini tamamladıktan sonra ABD’de Cinsiyet ve Kültürel Araştırmalar bölümünde yüksek lisans yaptı. ABD’de yaşadığı dönemde insan hakları ve çocuk kitapları üzerine araştırmalar yaptı. Daha sonra Kosta Rika’da Barış Eğtimi alanında ikinci yüksek lisansını tamamladı. Sonrasında çeşitli uluslararası sivil toplum örgütlerinde çalıştı. Bugün Ankara’da yine bir uluslararası insani yardım örgütünde çalışmaya devam ediyor. Maya Mizuno ve Vonne Hemelile birlikte "Kayıktaki Çocuk" adlı kitabı Timaş Çocuk Yayınları'ndan 2017'de yayınlandı. Ardından "Ponpon Kediye Ne Oldu?" ve "Kartopu Panda" yine aynı yayınevinden çıktı. |