Bernard van Leer Vakfı'nın yürüttüğü İstanbul95 programı bir yılını geride bıraktı.
Sultanbeyli, Maltepe, Beyoğlu, Sarıyer olmak üzere iki AKP'li iki CHP'li belediyeyle çalıştıkları İstanbul95, adını erken çocukluk döneminde sağlıklı bir çocuğun ortalama boyu olan 95 santimetreden alıyor. Bu yükseklikten görüyorlar dünyayı çocuklar.
Programın paydaşlarından Superpool'un kurucusu, mimar Selva Gürdoğan ve vakfın program koordinatörü Neslihan Öztürk "Günümüzün karar vericileri hâlâ kendi özgür çocukluklarının güzel anılarını hatırlayan bir kesim" diyerek belediyelerin çocuk politikalarını geliştirmeleri noktasında daha kolay yol alabileceklerinin altını çiziyor.
Belediyelerle dirsek temasında oldukları İstanbul95 kapsamındaki çalışmalarını anlatırken biraz da bu perspektiften baktıklarını aktarıyorlar.
Programın alt kolları var. Dezavantajlı ailelere beynin yüzde 85'inin geliştiği 0-3 yaş dönemi için ebeveyn rehberlik desteği verilen ev ziyaretleri. Diğeri ise parklar ve bahçeler çalışması. Ev ziyaretleri toplam 480 ailede doğumdan, çocuk 3 yaşına gelene kadar devam edecek. Yakın zamanda Antep ve İzmir de dahil olacak programa.
31 Mart Yerel Seçimleri öncesi belediyelerle de dirsek temasında olan projenin iki ismiyle bir araya gelip belediyecilik noktasında çocuklar, ebeveynler, bakımı üstlenenler ne ister diye sorduk.
TIKLAYIN - Çocukluğun İcadı ya da Çocuk Kime Denir?
Gürdoğan: Bebekler kamusal alanda yoklar
Belediyelerin çocuklara temas etmek istediklerini ve hatta temas ettiklerini ancak bunun dışında neyin önemli olduğu konusunda boşlukların olduğunu aktarıyor Selva Gürdoğan:
"O yüzden de harekete geçmeleri gerektiği yerlerin de farkında değiller çok fazla. Göremediğimiz, yaşamadığımız bir şeyi anlatmaya çalışıyoruz bir yandan da. Bebekleri görmüyoruz. Bebekler yoklar aslında. Bu kentte, kamusal alanda yoklar."
Çocukların, tüketici oldukları yerde son derece tanımlı olduğunu aktaran Gürdoğan, vatandaş olduğu yerde ise tanımsız kaldıklarını söylüyor.
Öztürk: Çocuklar yol alması kolay bir konu
Neslihan Öztürk ise belediyelerin çocuk politikalarını merkeze almalarını çok yakın bir zamanda oluşacağını düşünüyor:
"Çocuklar bizde ortak nokta, o yüzden yol alması kolay bir konu. Herkesin istediği bir şeyin daha görünür olması gerekiyor sadece."
Boş alan en büyük ihtiyaç
Çocuklarla çalışıyorsunuz. Çocuklar şehri nasıl algılıyor? Ne istiyorlar?
S.G.: Ben anne ve bu projenin içinden biri olarak şunları söyleyebilirim: Evet, yürümek mümkün değil şehirde. Özellikle bebek arabasıyla. İki çocuğumuzu kanguru ile büyütmüştük. Mesela orada bir park olsa bile, o parka ulaşamamak en büyük sorunlardan biri ve bunun altını sürekli çiziyoruz.
Yürüyebilme noktasına geldiğimizde, işin içine belediyelerle ilgili o kadar çok departman giriyor ki. Fen İşleri, Ulaşım, bazen Büyükşehir giriyor. Oradaki koordinasyonu hayata geçirmek zor.
Bir sonraki adım için de 'Haydi gelin, daha geniş bakalım. Kenti çocuk dostu yapmak istersek neler olabilir' diyoruz. Kreş ve oyun parkı arasında yürünebiliyor mu? Sağlık ocağına ulaşım yapılabiliyor mu? Bazı yerlerde trafik yavaşlatılabilir mi? Kaldırım genişlikleri ayarlanabilir mi?
Kent ve çocuk üzerine atölyeler yapıyoruz. Haritalar çizdirdik çocuklara mesela. Şehir içinde sürekli arabayla seyahat eden çocuklar bağırsak gibi yollar çiziyorlar. 'Burada şu AVM, burada bizim ev, şurada okul.' Çözünürlüğü çok düşük haritalardı.
Yürüyerek ya da toplu taşıma ile seyahat eden çocukların algı ve çözünürlüğü çok daha yüksek. Bakkaldaki Ayşe Teyze, sokaktaki kedi, komşu gibi sosyal olarak kurduğu ilişkileri anlatabiliyorlar. Sokakta gezen ve gezemeyen çocuklar arasında da ciddi bir bilme, benimseme, aidiyet duygu farkı var. Bu örnekler tabi ki bizim bazen sosyal avantaj diye düşündüğümüz şeyleri tekrar yorumlamak gerektiğini düşündürtüyor bize.
N.Ö.: Şehrin kalabalık olduğunu, gri olduğunu düşünüyorlar. Arabalar yasaklansın diyen var.
S.G.: Park da istemiyorlar aslında, istedikleri boş alan sadece.
"Park yapınca iyi bir şey yaptığımızı zannediyoruz"
Proje bir yılı geride bıraktı. Özellikle ev ziyaretleri noktasında nasıl dönüşler aldınız, deneyimleriniz neler?
N.Ö.: 0-3 yaş arası beyin gelişimi için en önemli dönem. Aslında bebekler açısından ve ona bakım yapanlar açısında da önemli. Mesela anne depresyondaysa bebekle iletişim kuramıyorsa gibi.
Annelerin gebeliğinin son ayında onlarla görüşüyoruz. Gelişim bilgilerinin verildiği, anneye şarkıların öğretildiği 45 dakikalık ziyaretler bunlar. Belediyeler halihazırdaki sosyal hizmet çalışanlarını da bu projeye kaydırdılar.
Bu ziyaretleri evin dışına taşırmak da önemli. Çünkü hamileliği boyunca sokağa çıkmayan anneler var. Sokağa çıktığında da küçük bebekle hareket etmesi çok zor. Bu nokta da yeşil alan ve park dizaynına yöneltti bizi.
Bir buçuk sene oldu. Bebeklerin bir kısmı bir yaşına girdi. Annelerden mesala "Bu üçüncü çocuğum. İlk ikisinin gözüne bakıp emzirmemiştim. Ama şimdi bu çocuğumun gözüne bakınca benimel konuşuyor" diyor. Köydeki akrabası ya da komşusuna bugün ev ziyaretinde bunlar bunlar oldu diyerek bilgi paylaşımında bulunuyor.
Belediyelerin çocuk politikalarını nasıl yorumluyorsunuz?
N.Ö.: Belediyelerle bire bir çalışmaya başladığımızda şunu fark ettik ki, bu çocukluk döneminin önemi ve kıymetine dair çok yoğun bir bilgimiz olmadığı için daha ezberlenmiş şeyler yapılıyor. Çocuklar için şenlikler gibi mesela.
Daha fazla park yaptığımızda aslında çocuklar için iyi bir şey yaptığımızı zannediyoruz. Ama işin içine girdikçe, öğrendikçe bunları daha spesifik hale getirmek, küçük hedefler yapıp bunu yaygınlaştırmaya çalışmak da önemli.
"Puset teftişleri 'Daha iyi ne yapabiliriz'i gösterecek"
S.G.: Bu süreçlerde de kimse 'Ama bu önemsiz bir şey' demiyor. Konuyla ilgili yeteri kadar düşünülmemiş olmasının dışında da bir engel yok aslında. Yapılamayacak şeyler de değil. Bütçeler de var. Sadece doğru ve küçük hedefleri koyma azmini göstermek gerekiyor.
Çalıştığımız belediyeler arasında da tatlı bir rekabet var diyebiliriz. Bizim "puset teftiş" diye yapmak istediğimiz bir şey var mesala. Henüz hayata geçiremedik. Tiran yapmış mesela. Şehirde belediyeden bir müdürle birlikte aileler ve pusetlerle yürüyüş rotası çizmek bu. Fen İşleri Müdürünüz bizimle yürüyecekse aile ve bebekleri de organize edelim diyoruz. Hep birlikte daha iyi ne yapabiliriz diye görmek için.
N.Ö.: Belediyeler 'bizim zaten çocuk politikalarımız var' diyorlar ve evet, var. Ama birlikte yolculuk etmek ve başka türlü uygulamalar görmek, yaptığımız işi eleştirerek de yaklaşmamızı sağlıyor. Daha eleştirel bir perspektiften bakmaya başladılar.
Bu projeye başlamadan önce belediye başkan yardımcıları ve müdürlerin katıldığı 20'şer kişilik çalışma ziyaretleri yaptık. Ev ziyaretlerini anlamak için Rotterdam ve Amsterdam'ı gezdik. Parklarla ilgili Lahey, Kopenhag'a gittik.
"Şehirler 'yapabilen' perspektifinden inşa ediliyor"
Belediyelerin vaatlerine baktığımız zaman, söylemler sadece yol, trafik gibi konularla sınırlı kalıyor sanki. Çocuk politikaları hiç yok ortada...
S.G.: Çocuk, tüketici olarak tanımlandığında çok bariz bir şekilde ön planda. Moda, mobilya, tasarım alanında mesela. Tüketici olduğu yerde son derece tanımlı. Ama vatandaş olduğu yerde tanımsız. Hele ki erken çocukluk.
N.Ö.: Bilmediğimizden kaynaklanıyor bu biraz da. Bir viral gözlük uygulaması denedim ben. 95 santimim ve yol kenarından karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorum. Korkunç bir deneyimdi. Bilmediğimiz, deneyimlemediğimiz için bu aslında. Mesela trafik lambalarının süresi...
S.G.: Bebekli bir ebeveyn daha yavaş yürüyor bebeksiz bir ebeveyne göre. Bu noktada trafik lambalarının süresi önem kazanıyor. Mesela okulların önündeki trafik lambalarında kırmızı ışığı değiştiren düğme hâlâ yukarıda. Ama tabi bu yaşlıya ve engelliye de böyle. Dünyanın pek çok yerinde şehre bakış 'yapabilenin', 'edebilenin' perspektifinden.
Çoğunluğun gözünden yani...
S.G.: Çoğunluk olduğuna da emin değilim. Çünkü bence o da yüzde 30'luk bir dilim. Kabaca yüzde 30-30-30 diye bakabilirsiniz. Yapabilen, çocuk ve yaşlılar gibi. Ama sadece o "yapabilen" yüzde 30'a bakılıyor.
"Çocuk nüfusunun az olduğu bölgede park sayısı daha fazla"
TESEV ve Kadir Has Üniversitesi ile birlikte gerçekleştirdiğiniz haritalandırma çalışmanız vardı. İstanbul'daki belediyelerin çocuk hizmetlerini detaylandırıyordu bu çalışma. Hatırlamak adına soruyorum, bu harita neler söylüyordu kentle ilgili?
S.G.: İstanbul'un geneli için geçerli bir durum. E-5'in altı, sahile daha yakın olduğu için gelir bakımından daha üst seviye. Daha küçük aileler ve yaş grupları daha yüksek. Çocuk oranı daha düşük. E-5'in yukarısı ise daha düşük gelir ve daha büyük aileler oluyor.
Kentselleşme açısından baktığınızda da yukarısı daha organik gelişmiş daha az altyapısı olan, aşağısı da daha planlı tasarlanmış yerler. Ve E-5'in üstünde çocuk nüfusu daha fazla. Ve şunu gördük ki park, bahçeler, yeşil alanlar aslında ihtiyacı olan insanlardan daha uzağa konuşlandırılmış durumda. Yani E-5'in altında yoğunlaşmış.
N.Ö.: Mesela Maltepe beraber çalıştığımız ilçelerden bir tanesi. Parkların çoğu sahile yakın. Gelir seviyesi düşük kesim E-5'in üstünde olduğu için çocuğunu götüremiyor.
Bu haritalarla bir belediye başkanına gittiğinizde "Bakın bu ilçede 17 mahalle var. Bunların 8 tanesi çok dezavantajlı. Sizin hizmet merkezleriniz sosyo ekonomik açıdan daha avantajlı yerlerde" diyebiliyoruz.
Bu aslında karar alıcılar, belediye başkanlarının çoğunu şaşırttı. Çünkü onlar daha çok hizmet merkezleri açalım, onların parasını bulalım, ihalesini yapalım gibi şeylerle uğraşıyorlar.
S.G.: Aslında pragmatik bakacak olursak nüfus yoğunluğu ve oy stoğu da E-5 yukarısında daha fazla. Ama bu çalışma daha önce yapılmadığı çini farkında değillerdi.
Parkları tasarlarken neyi gözettiniz? Çocuk odaklı kent nasıl olmalı?
S.G.: Bu sorunun net bir cevabı yok aslında. Çocuk dostu kent nedir, neye benzer, İstanbul'da neye benzer tam bir cevabı yok.
Şunları yaparsanız olur diyecek bir formül de yok tam olarak. Yürüyebilmek çok önemli. Dışarı çıkmak çok önemli, hatta çocuğun sokakta oyun oynayacağı konut hayali çok önemli ama bunlar bizim söylediğimz şeyler. Pratikte nedir, nasıl yapılabilir tam da karşılığı yok.
Rotterdam ve Kopenhag yakın zamanda bu konuda bayrak açan şehirler. Bu bayrağı açmak da önemli. Bu sayede şehirde her şeye çocuk perspektifinden bakabiliyorsunuz. Bu önemli çünkü ilk elden tünel, köprü gibi para getirmeyecek bir şey aslında bunlar.
Ama mesela Rotterdam bunu konuşurken son derece bilinçli bir şekilde şehrin cazibesini orta sınıfa çekmek adına konuşuyor. Aslında bir yönüyle de gayrimenkul projesi olarak da görüyor. Ama günün sonunda çocuklara iyi bir yaşam sunuyor olmak kıymetli bir şey.
İstanbul'da çocuğun hareket etme özgürlüğü yok.
0-3 yaş parkının çok da belli bir tanımı yok aslında. Parklar genellikle 3 yaş üzeri, motor gelişimini tamamlamış çocuklar için.
Tırmanma, zıplama, ayakta dengede durma aslında bunların hepsi bir oyun sebebi. Kum, su, yapı taşları bitkiler de oyunlaşabilecek öğeler.
Hep düşündüğümüz şey şuydu: Tasarımcılar desin ki 'tamam bundan daha iyisini ben yaparım', belediyeler de desin ki 'bunları yapacak ne var ki. Hem maliyeti yok hem de kolay.' Ufak bir tepecik yapalım diyorsunuz ama o kadar da kolay olmuyor bu. Katman katman süreçleri var.
"İnşaat ve ihaleye ihtiyaç duymadan projeler geliştirilebilir"
Belediyeler hangi noktalarda eksik kalıyor?
S.G.: Sokakta oyanayabilmek önemli bence. Bazı mahallelerde hala bu alanlar var. Mesela dünyanın birçok şehrinde haftasonları sokaklar trafiğe kapanıyor. Biz de bunu yapabiliriz deniliyor. Ama haftasonu oyuna açık sokaklar yapmak henüz yapamadıkları bir uygulama.
Aynı şekilde parklar içinde aktivitelerin düzenlenmesi. Bundan kasıt sürekli parkta bir palyaço olsun değil tabi ki. Mesela çok basit, bir çocuk "Bizim mahalle parkında her cumartesi hikaye, masal okuma günüdür" diyebilsin. Hiçbir inşaat, ihaleye de ihtiyaç yok burada. Bazı şehircilik numaraları çok zor değil.
N.Ö.: Kütüphanede bebeklere kitap okunuyor Kopenhag'da. Orada ses yapmak yasak değil, bebekler sürünerek oynuyor ve masal okunuyor. Basit.
S.G.: Biz de Stüdyo X'te yapıyoruz şu an. Her perşembe saat 11.00'de. Büyük yatırımlardan önce yapılacak daha ufak şeyler de var. (AÖ)