Bu bir hak, içgüdüsel bir davranış kalıbı yada toplumsal öğütlerle sıradanlaşan ve manasızlaşan bir rol değildir. Aksine kelimenin tam anlamıyla doğal bir süreçtir, verimli ve güçlü kılan bir tercihtir.
Tercih diyorum, çünkü kadının kendi bedeni ve kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olabilmesi ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Ülkemizde "anne"lerin durduğu yer duygusal, fedakar ve riyakar bir dille çevrilmiştir. Bu dil kadınlar ve erkekler tarafından baskıcı bir ağırlıkla kullanılır. Kadınların "anne" olduktan sonra kazandıkları gücü toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarda hayati bir avantaj olarak kullanamamalarına yol açan koşulları bir kez daha tekrar etmeye gerek yok.
Ancak, 22 Ağustos 2004 tarihli Hürriyet Pazar ekinin kapağında "Emrivaki babalık tehdidi" başlıklı araştırma haberin ele alınış şekli şüphesiz kadınları(ve belki erkekleri) bu anlamda incitecek bir üsluba sahiptir.
Haberde özetle kadınların kurdukları ilişkiler neticesinde hamile kaldıktan sonra, doğacak yada doğmuş çocuklarını bir tür silah olarak kullandıkları gibi genel bir kanı hakim kılınmış. Çeşitli isimsiz örneklerle de merak uyandıran ve hafif magazin kokan bir yol seçilmiş. Erkeklerin bu şekilde "baba"lıklarından habersiz ve bu yolla rencide oldukları gibi azınlıkta kalan bir netice çıkmış.
Kadınların rızayla birlikte oldukları(her ne şekilde olursa olsun) erkeklerin kabullenmek istemedikleri çocukların muğlak ve acı bir yaşamla tanışmaları kendi var oluşlarından muaftır bana kalırsa. Her ne kadar bu araştırmada bu yönde olumlu bir gidiş varsa da, ülkemizin kadınlarının çok büyük bir kısmı (tam anlamıyla) yalnız "anne" değildirler.
Ekonomik özgürlüklerini kazanmış, özellikle büyük kentlerde oturan, çocuklarını yalnızlığın ve geleceğinin "proje"si olarak gören ve böylece erkekleri istismar eden kaç kadın vardır?
Kaç kadın "Kadınlar da tecavüz eder" başlığı altında sıralanabilir?
Kaç kadın görüşmeye açılacak olan TCK tasarılarından sıyrılmış, kozamsı steril hayatlarla haşır neşirdir?
Bu soruların cevaplarını bulmak hiç de zor değil. Anneliğin meşru şartlar içersinde gerçekleşmesiyle, çok başka yaşam süreçleriyle oluşumu arasındaki farkta erkekler değil kadınlar ahlaki töhmet altında kalmaktadır.
Dünyaya gelmiş bir çocuğun anne karnında taşınması da dahil tüm sorumlulukları, tıbben gelişen tüm yöntemlerin soğuk ve kırıcı uzaklığıyla, sözde modernize bir dille yıpratılmamalıdır.
Sorun biyolojik çarpışmalar, bağımlıklar yada çocukların bir tür külfet, yaşamları sürdürmeyi engelleyen varlıklar olarak görülmesi olmamalıdır. Annelerin ve babaların biyolojik anlamda yada bakıp büyüten anlamındaki sorumlulukları iktidar ve intikam araçları gibi ciddiyetsiz mevzulara indirgenirse, hakikaten suçsuz bir küçük canın yaşamının sakatlanmış tecrübeleri belleğine çıkmamak üzere yerleşecektir.
Neticede kadınlar ve erkekler toplumsal telkinlerin ve duygusal baskıların altında çocuk sahibi olup olmamayı kendi özel alanlarında özgür kılabildikleri sürece, bu meşakkatli ve mucizevi olayı hak ettiği düzeyde yaşayabilirler.
Yoksa özellikle kadınlar için zor olan tüm koşulların ve anneliğin karşı konulmaz ağırlığının, babalara "emrivaki" tehdit olarak yöneltilmesi mevzu bahis değildir. Babalık bir sınav testinin çoktan seçmeli maddesi değildir. Ortak, haberli ve şüphe götürmez bir kabulleniş ve kavrayıştır. Son olarak çocuklar kendi kendilerine büyüyüp giden, soyların devam araçları yada bir gazete ekinin gereksiz gündem maddeleri değil, gelecekteki sığınaklarımızdır. Var olan ve tahakkümü altında kaldıkları tüm yargıların dışında ve nafile tanımlamalarla oluşturulan bu komik azınlık dilinin dışında... (TBÖ/YS)