Atta Festival ve Ceren Oran işbirliğiyle gerçekleşen "Yumurtadan Çıkan Fil"in Türkiye prodüksiyonu izleyiciyle buluştu.
Bütün yıla yayılan Atta Festival'den Hakan Silahsızoğlu'nun girişimiyle Türkiye'de çevrimiçi izlenen "Yumurtadan Çıkan Fil", 2 yaş ve üzeri çocuklar için bir dans tiyatrosu.
Ceren Oran yaklaşık 3,5 yıl önce bu oyunu ilk olarak Münihli çocuklar için sahneledi.
Dans, kukla ve canlı müzik bu dans tiyatrosunun özünü oluşturuyor. Mavi fil Péu ve Ceren'e sahnede iki müzisyen eşlik ediyor.
Oyunun, Atta Festival, İsrail'in Safe Place Festivali ve Münih merkezli sanatçı Ceren Oran ile otizmli çocuklar için de özel bir uyarlaması var.
Çocuklar için, çocuklarla birlikte sahnelemeyi ve "Yumurtadan Çıkan Fil"i koreograf, dansçı Ceren Oran anlattı.
"Oyunun 'çocuklaştırılmasına' karşıyım"
2010 yılından beri çocuklara yönelik projelerde yer alıyorsunuz. 4 yıl önce de Yumurtadan Çıkan Fil'i sahnelemeye başladınız. Çocuklar için, çocuklarla birlikte proje üretmenin farkı nedir?
Eğer yaratım süreçlerinden ve koreografik açıdan bahsedecek olursam, süreci tasarlarken de parçayı tasarlarken de çocuk seyirci veya büyük seyirci arasında fark gözetmemeye çalışıyorum. Çocuklar için yapılan bir oyunun çocukların algısını küçümseyerek "çocuklaştırılmasına" karşıyım hatta. Tabi ki seyircilerin yaş grubuna göre hassas davranılmasını gerektiren hususlar var. Mesela oyun veya sahne süreleri, ses yükseklikleri, uyaranların katmanları, kurduğunuz göz teması gibi. Ancak kurduğum estetik algı, imaj-imge kullanımı, sahne kurma yöntemlerim hemen hemen her parçada benzer. Hatta çocuklar için bir oyun kurgularken, yıllar geçtikçe ve bu yıllar içinde çocukların sonsuz hayal güçleriyle hareket ve müzikle kurabildikleri bağlantıları gözlemledikçe, hareketi soyutlaştırmada daha özgürleşebildiğimi hissediyorum.
"Çocuklar 'mış gibi' yapamayacağınız bir seyirci"
Ancak sorumluluk açısından bakacak olursak, bu iki alan arasında ciddi farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Çünkü çocuklarla veya çocuklar için bir şey yaptığımızda onlara direkt etki edebildiğimizi hissediyorum. Mesela 2 yaş ve üzeri bir oyun koyduğunuzda sahneye, çoğu zaman o minik insanların ilk tiyatro deneyimini yaşatıyorsunuz onlara. Bence bu çok büyük bir sorumluluk. Ve yaptığımız şeyi çok değerli ve anlamlı kılıyor. Ayrıca onlarla iletişime girdiğimiz içeriğin içtenliğinden de sorumluyuz bence. Çünkü çocuklar "mış gibi" yapamayacağınız bir seyirci kitlesi. Olabildiğiniz kadar içten ve dürüst, olabildiğiniz kadar doğal ve onlarla paylaştığınız şeyin arkasında durabiliyor olmalısınız.
Minik fil Péu ve Ceren
Bir canlının yaşam döngüsü ve dostluk üzerine bir hikâye izliyoruz "Yumurtadan Çıkan Fil" de. Kısaca karakterlerden ve ana fikrinden söz eder misiniz? Fikir nasıl şekillendi?
Yumurtadan Çıkan Fil oyununun ilk konsept fikri aslında farklı boyutlarla çalışmak ve ve boyut olarak büyüyen veya büyümeyen varlıkların ilişkilenmeleri üzerinden farklı sahneler ve imgeler yaratmaktı. Bu fikri ortaya attığımda da, bu sahneleri kurgulamak için Roni (Sagi)'nin yapacağı kuklaları kullanmak istiyordum. Sonra ilk doğaçlamalarımızı iki farklı boy fil kuklalısıyla yaparken ekip olarak parçanın öngördüğümden daha farklı, hikayesel bir yöne doğru evrildiğini gördük. Karakterler ve oyunun aslında çok basit olan hikayesi provalarda doğaçlamalarla birlikte süreç içinde şekillendi. Yani ilk günden böyle bir hikâye ile girmemiştik stüdyoya. Şekillenen karakterler arasında, yumurtadan çıkarak doğan ve oyunun sonunda yaşamını tamamlayan filimiz Péu var. Minik fil Péu hayatına girene kadar yalnız hisseden, bir değişim ihtiyacında olan bir "Ceren" var. Aslında çok da karakterleştirmediğimiz, kimi zaman bir duyguyu temsil eden, kimi zaman bir ebeveyn rolüne bürünen, kimi zaman da Ceren'in ve Péu'nun iç sesini dışarı yansıtan müzisyenler var.
"Ölümü bir transformasyon olarak ele aldık"
Oyunun akışında da bir canlının yaşam döngüsünü, o yaşam sürecinde değişen ilişki dengelerini gözlemliyoruz. Örneğin bir annenin bebek ile arasındaki sorumluluk ve şefkat ilişkisini, 40 yıl sonra bu ilişkinin nasıl tam tersine dönüp rol değiştirebildiğini veya büyüme sürecinde içinden geçilen zamanların zorluklarını/heyecanlarını basit bir kurgu içinde sahnelemeye çalıştık.
Bu kurguda tabi en zorlandığımız kısım ölümü nasıl sahneleyeceğimiz olmuştu. Orada da babamın babaannemin vefatı zamanında ölüm ile kurduğu ilişkiden esinlendim sanırım. Babam, babaannemin ölümünden bir süre sonra bahçesindeki çok sevdiği çiçeklerini alıp mezarının üstüne diktiğinde, "annem artık çiçekleri sayesinde yaşamaya devam edebilir" demişti. Oyunda da ölümü aslında dönüşümün bir parçası, bir son değil, bir transformasyon olarak ele aldık. Bu yüzden oyunun sonunda zamana bir referans olan ve oyun boyunca yavaş yavaş büyüyen dallanan budaklanan, çiçek açan ağaç sonunda maviye dönüşüyor.
"Filler hayran olunası hayvanlar değil mi!"
Sözsüz, hareket ve müziğin ön planda olduğu bir oyun. Çocukların tepkileri nasıl oluyor? Çocukların ilgisini yakalayacak fil gibi büyük bir canlıyı özellikle mi seçtiniz?
Oyun sözsüz ama aynı zamanda hikâye kurgusu çok basit ve kolay erişilebilinir diye düşünüyorum. Bu yüzden çocuk ve büyük seyircilerimiz de bizimle beraber hikâyenin içinde akıyorlar diye hissediyorum. Tabi o akış içinde bizi yorumlarından, sorularından ve kahkahalarından mahrum bırakmıyorlar. Fil her büyüdüğünde verdikleri şaşkınlık ve büyülenme tepkilerini, bu buluşamadığımız pandemi sürecinde çok özlüyorum.
Dediğim gibi oyunun ilk çıkış fikri; değişen veya değişmeyen varlık boyutu ilişkileri ile çalışmaktı. O yüzden sanırım Fil ile çalışarak, küçük haliyle büyük hali arasında büyük bir fark yaratabileceğimize kanaat getirmiştik. Çocukların nasıl tepki vereceğinden çok boyut için seçtik. Ayrıca sizce de filler hayran olunası hayvanlar değil mi? (Gülüyor)
Çocuklaştırma kaygısı
"Yumurtadan Çıkan Fil" çocukların zekâsı ve hayal gücünü ön planda tutan bir oyun. Bu nedenle yetişkinler tarafından da ilgiyle izlenebilir. (Çoğu resimli çocuk kitapları gibi) Bu dengeyi nasıl kurdunuz?
Katıldığım uluslararası bir festivalin sloganı "Big Bang Festivali Çocukları ciddiye alır ve büyükleri oyunbaz yapar" (Big Bang Festival is taking children seriously and make adults more playful) idi. Bu sloganı duyduktan sonra şöyle düşünmüştüm: İşte çocuklar için ve çocuklarla üreten herkesin ulaşmaya çalıştığı anlayış bu olmalı!
İçtenlikle, sanatçının kişisel dünyasıyla kurduğu bağlantının sonucu olarak yaratılmış ve iyi kurgulanmış bir sahne gösterisi, müzik parçası, tablo, her insan tarafından ulaşılabilinir diye düşünüyorum. Sadece herkesin o parça ile kurduğu bağlantı yaş, kültürel geçmişi ve hayatta biriktirdikleri kişisel deneyimlere bağlı olarak farklılık gösterebilir. Hele 2-6 yaş arası çocuk seyirci kitlesi sınırsız düş güçleriyle sizin bile hayalini kuramadığınız noktalardan izleyebiliyor, yorumlayabiliyorlar oyunu. Size, sizi tekrar anlatıyorlar. İlk soruda da söylediğim gibi, zaman zaman çocukların seyirci kitlesi olduğu göz önünde tutulup, parçayı basitleştirerek onlara daha yakın bir hale getirdiğimizi düşünüyoruz ama aslında kendi içsel dünyamızdan uzaklaşarak yapay bir estetiğe bürümüş oluyoruz.
Ve bu yapaylık da ne yazık ki çocuk oyunlarının değerinin ve arkasındaki emeğin küçümsenmesine neden oluyor. Aileler tiyatroya gitmeyi birlikte keyifli zaman geçirecekleri bir zaman gibi değil de, yapılması gerekli bir aktivite olarak görmeye başlıyorlar.
Avrupa'da çağdaş çocuk tiyatrosu alanında bu anlayış biraz kırılmaya başlamış durumda. Ben de bu örnekleri gördükçe, katıldığım uluslararası platformların, içine girdiğim tartışmaların sonucu, fikirlerimi olabildiğince çocuklaştırma kaygısından uzak işlemeye çalışıyorum. Bunun sonucu olarak da oyunlar, sadece çocuk seyirciler için değil; seyirci koltuğunda oturan her yaştan herkese hitap ediyor sanırım.
Yumurtadan Çıkan Fil'de doğum sahnesinde ağlayan ebeveynler olduğuna çok kez şahit olduk veya ben büyük Péu'nun omuzlarına bindiğimde büyük küçük, bütün seyircilerin gözleri ayni ışıkla parlıyor ve herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme beliriyor.
"Dileğim, şehir şehir gezip binlerce çocuğa ulaşması"
Oyunu Türkiye'de farklı bir ekip sahneliyor. Birlikte çalışma süreciniz nasıl gelişti?
Atta Festivali'nin küratörü Hakan Silahsızoğlu ile Bologna'da gerçeklesen Visioni Festivalinde Yumurtadan Çıkan Fil'i oynadığımızda tanışmıştık. Hakan oyunu festivaline davet etmek istediğini söylediğinde, ben aslında daha sürdürülebilir turne yöntemleri aradığımı ve oyunun Türkiye'de aslında sadece 4-5 kere göstermek değil de daha sık oynanmasını ve dezavantajlı şehirlere de gitmesini dilediğimi onunla paylaşmıştım.
Bu diyalogun sonunda oyunu Atta Festivali'nin çatısı altında Türk oyuncu ve müzisyenlerle yeniden üretmeye karar verdik. Sonuç hepimiz için çok dönüştürücü oldu. Aslında çok zor bir şeydi yapmaya çalıştığımız. 9 gün gibi kısa bir sürede 3,5 yıldır içselleştirdiğimiz bir oyunu, bu sürece hiç dahil olmayan 4 sanatçıya aktarmaya çalıştık. Ama herkesin özverili çalışması sayesinde, birbirine güveni sayesinde hepimiz için çok güzel bir tecrübe oldu. Hem benim hem de oyunun yaratım sürecini paylaştığım arkadaşlarım için oyunu dışarıdan görebilme fırsatı çok keyifli ve parçayı daha da geliştiren bir süreç oldu. Özellikle pandemi döneminde böyle güvenli ve yoğun bir çalışma ortamı yaratabilmek hem Alman ekibe hem de Türk ekibe çok iyi geldi. Şimdi tek dileğim yakın bir gelecekte sağlıklı bir şekilde oyunun bir sürü şehri gezip binlerce çocuğa ulaşması.
Otizmli çocuklar için uyarlandı
Otizmli çocuklara yönelik bir oyun aynı zamanda. Oyun, otizmli çocuklar için nasıl uyarlandı, farklı olarak neler var ya da yok? Nelere dikkat edildi?
Oyunun otizmli çocuklar için dönüştürülmesinin fikir kaynağı Hakan Silahsizoglu aslında. Bu yüzden ona büyük bir teşekkür borçluyum bu vizyonu için. Oyunu dönüştürme sürecini Hakan'ın ön ayak olduğu bir süreçte Safe Place isimli İsrail'de bulunan bir inisiyatif ile gerçekleştirdik. Benim çok bilgi sahibi olduğum bir alan değildi.
Bu iş birliği sayesinde, performans alanında nörolojik çeşitlilikleri olan çocukların ihtiyaçları ve dikkat edilmesi gereken noktalarla ilk defa tanıştım. Pandemi sebebi ile stüdyoda bir buluşma olamasa da Sharon Gavrielov oyunun videoları üzerinden ve Zoom toplantıları ile oyunda sahne sahne adapte edilmesi gereken hususları bize aktardı. Biz de bu bilgiler ile oyunun ikinci versiyonunu oluşturmuş olduk.
Otizmli çocuklar beklemedikleri olaylar karşısında çok konforlu hissetmedikleri için oyunun başında resimli sosyal bir hikâye kâğıdı ile aslında önceden onlara oyun esnasında ne olacağı anlatılıyor. Bu aslında Yumurtadan Çıkan Fil gibi hikâyenin sürprizlere ve beklenmedik olaylara dayandığı bir hikâye kurgusunda oyunun büyük bir heyecanını yok ediyor gibi düşünebilirsiniz. Ancak sanırım en büyük fark otizmli çocukların oyunu hikayesi üzerinden değil, duyusal elementleri üzerinden deneyimliyor olması.
Yani hikâyeyi önceden bilmeleri onlar için bir heyecan kaybı değil aslında bir konfor alanı oluşturuyor. Dolayısı ile oyunda bu elementleri bulup daha ön plana çıkardık. Mesela Küçük Fil ve Ceren tanışıp birbirlerine zarar vermeyeceklerini anladıklarında, Péu'nun Ceren'in vücudu üzerinde yaptığı Lunapark dansını, çocukların üzerinde Péu'yu gezdirerek yapıyoruz. Çocuklar da Péu'ya dokunma ve onunla tanışma fırsatı buluyor. Bu gibi örnekleri çoğaltarak çocuklarla bire bir iletişim içinde oyunu onlarla beraber götürüyoruz. Çocukların bir noktada sabit oturmasını beklemiyoruz. Her an istedikleri yere gitme ve hareket etme özgürlüğüne sahipler. Bu tabi normalde 80 olan seyirci sayımızı 10 gibi bir sayıya indirmemize sebep oluyor ama ben bunda bir sorun görmüyorum.
Safe Place ile geçirdiğimiz bu süreç sadece Yumurtadan Çıkan Fil oyunu ile sınırlı değil benim kafamda. Bu süreçte öğrendiklerimin bende bir kırılma yaşattığını düşünüyorum ve bu elementleri bir sonraki oyunlarımda da kullanacağımı biliyorum.
Okulda, gecekondu mahallesinde, komünde...
Avrupa, Afrika ve Asya'da çocuklar için sahneye çıktınız. Farklı coğrafyalardaki çocuklara oyun sergilemek nasıl bir duygu? Çocukların tepkilerinde farklar gözlemliyor musunuz?
Tek kelimeyle 'harika' bir duygu! Çok heyecan verici ve yenileyici. Çocukların tepkilerinde genel çerçeveden balkıdığında çok büyük farklılıklar olmuyor aslında. Münih'te bir okulda, Bologna'da bir tiyatroda, Harare'de bir gecekondu mahallesinde, İsrail'de bir komün yaşam alanında veya doğuda bir mülteci kampında çocuklar hep çocuk aslında. Ama sanırım oyunun onlarda yarattığı, bıraktığı etki çocukların kültür altyapılarına ve içinde oldukları duygu durumuna göre değişiyor. Benim için en eğlenceli kısmı, dilini anlamadığımız ülkelerde oynadığımızda, çocukların yaptıkları yorumları veya sorularını anlamamak ama heyecanlarını hissetmek. (Gülüyor)
Sanat Yönetimi, koreografi: Ceren Oran
Koreografi, kukla tasarımı: Roni Sagi
Müzik: Tuncay Acar, Magdalena Kriss
İllüstrasyon: Christoph Gredler
Dramaturji: Susanne Lipinski
Türkiye'deki oyuncular: Burcu Yılmaz, Kadem Murat Demir, Ezgi Elkırmış, Necmi Taşkıran.
Oyun, bazı dönemlerde çevrimiçi izlemeye açılıyor. Atta Festivali'ndeki etkinlikleri takip etmek için burayı tıklayın.
(AÖ)