Çevreyi korumak demek yalnızca, denizi, ormanı korumak mıdır? Çevremizdeki binaları da korumamız gerekmez mi? Çevremizde nasıl binalar var? Cephe kirliliği nedir? Ortak alan -kamusal alan- nedir? Kent mobilyası nedir? Sorularını çocuklarla paylaşarak ve ilk yirmi dakika İstanbul’un yakın uzak fotoğrafları üzerinden tartışarak başladı atölyemiz. İstanbul’un en önemli sorunu nedir diye sorduğumda; “Susuzluk!”, diye bir bağırtı koptu önce.
“Bugün İstanbul’u tasarlayacaksınız!” dediğimde yüzlerinde “Hadi canım sen de!” der gibi bir ifade vardı. Ancak parlayan gözleri hemen paftalara atılmak ister gibiydi. İlk yirmi dakika, projeksiyondan İstanbul gezisi yaparken çok katılımcıydılar. Cephe kirliliğinden, trafiğe, gökdelenlerden ahşap evlerin umutsuz durumuna, ortak alan ile parkın farkından çekme katların nasıl göründüğüne dek pek çok konu konuşuldu. Bina cephelerindeki, tabela, klima ve çanak anten kirliliği üzerinde duruldu. Çekme katlar bir şapka kadar masum değildi. Gereksiz bacalar hemen kaldırılmalıydı. Eski ahşap binalar korunmalıydı, restore edilmeliydi. Binalar ağaçların ayaklarına basmamalıydı. Zift karası yan cepheler görmekten bıkmışlardı. Oysa o cephelere resimler yapılamaz mıydı?
Güzel-çirkin
En basit iki sıfat ile izledikleri binaları tanımladılar. Elbette bu iki sıfat binaları tanımlamaya yetmezdi ama “güzel” ve “çirkin” çocuk dilinde pek çok şey demekti, büyük dilinde pek az şey olsa da. Gökdelenlerin bazıları çirkindi. Ağaçların yerini çalmışlardı. Neden cam ile kaplandıklarını sordum; çoğu geçirgenlik olarak yanıtladı. Bense hiç utanmadan “Gökdelenleri yapanlar utanıyor olmasın!”, dedim. “Toprak üzerinde öyle çok yer kaplıyor ve çevrelerini öyle sıkıştırıyorlar ki, cephelerinden bir ayna gibi yansıttıkları çevreleri ile saklanmaya çalışıyorlar”, dedim. Bu elbette çocukları kışkırtmak için yapılmış bir hareketti “gökdelen yapanlar” kızmasın hemen. Biraz da, iş merkezi olan bu gökdelenlerin ne kadarının boş ne kadarının dolu olduğunu konuştuk. İstanbul’da neredeyse yüzde 30’u boş değil miydi bu yapıların? Öyleyse neden durmadan yenileri yapılıyordu? Bina sadece barınmak için yapılmıyordu öyleyse. Para kazanmak için yapılıyordu çoğunlukla.
Geleneksel motiflerle yapılmış yeni apartmanlar çirkindi. Halı deseni mozaiklerle ve kemerli pencerelerle dolu apartmanlar da çirkindi. Yalılar güzeldi, Haydarpaşa Garı, Kuleli Askeri Lisesi, eski ahşap binalar, kâgir Rum evleri güzeldi. Ancak yıkılmak üzere olan harap binalar güzel değildi. Isınma sonrasında planlamaya geçildi. “Bugün eve gidince anne babanız size ne yaptığınızı sorarsa; İstanbul’u tasarladım, diyebilirsiniz” dediğimde bir çoğu kıkırdadı. Atölye öncesi “İstanbul’un Çocuk Planı” projesi hakkında bazı uzmanlarla görüştüğümde, çoğu, bir semt ya da bir sokak üzerinden gitmem gerektiğini, 11-12 yaştaki çocukların, İstanbul üzerinden düşünemeyeceklerini söylemişti. Elbette bir çocuk neredeyse 1/50.000 ölçek üzerinden koca bir metropolü tasarlayamazdı. Projenin amacı, çocukların İstanbul üzerine resim yapar gibi çizdikleri ütopya ile büyüklere birkaç söz söylemekti.
Çocukların da gözleri şehri dolaşıyordu, elinden biri tutmuş olsa da. Çocuk gözler neler görmüştü? Karmaşık bir şehir, bir çocuk için çok ürkütücü olabilirdi. Öyle miydi?
Üç soru
Çocuklara planlamada yardımcı olmak için bir altlık hazırlamıştım. Üç soru içeren bu paftada ilk soru İstanbul silueti üzerineydi. Verilen fotoğrafta onlara göre hangi binaların İstanbul’un görünümünü bozduğu sorulmaktaydı. Yuvarlak içine almaları yeterliydi. Pek çok çocuk Maslak tarafından yükselen gökdelenleri işaretlemişti. Köprüyü yuvarlak içine alanlar hiç de az değildi. Pek azı tarihi eserleri işaretlemişti aykırı olarak.
İkinci soruda, İstanbul’un ilçe sınırlarını içeren, köprülerin ve yapıların görülmediği plan üzerinden verilen, lejanta göre, İstanbul’u renklerle yeniden tasarlamalarıydı. Çocuk oyun alanları kırmızı ile belirtilecekti. Ormanlar ise yeşil ile. Yeşil, kırmızı yendi. Bu da gösteriyor ki, yeşil alan çocuklar için öncelik taşıyordu ve İstanbul için acil gerekliydi. Bir kız çocuğunun her yeri hastane ile donattığını görünce yanına yaklaşıp nedenini sordum. Ona göre İstanbul’da öyle çok kaza oluyordu ki her sokakta bir hastane yapılmalıydı. Plana hiç köprü yapmayanlar yoğunluktaydı. Yapanlar ise 4 - 5 adet koymuştu cömertçe. Çoğu Üsküdar-Beşiktaş arasına yerleştirmişti köprüsünü.
Üçüncü soru; bir kent mobilyası ya da İstanbul’da yaşamayan ama yaşamasını istedikleri bir havanı çizmelerini istiyordu. Çoğu, hem kent mobilyası hem de hayvan çizecek kadar çalışkan çıkmıştı. Kent mobilyasında bank ağırlıktaydı. Bütün banklar yeşildi neredeyse. Sokak kitaplığı, trafik lambası veya robot çizen de vardı. Bazıları ne hayvan ne kent mobilyası çizmişti, ezbere bir ev karalamıştı sadece. Çizilen hayvanlar sanırım işin en eğlenceli kısmıydı. Timsah isteyen de vardı, penguen çizen de. Uğurböceği, zürafa, yunus, kedi, balık, tavşan en çok çizilen hayvanlardı.
Çocukların diyecekleri
Hiç şüphesiz bu etkinlik, bir ilk deneyimdi, çocukların zihinlerinde kent bilinci açısından birkaç ışık yakmaktı amaç. Şehir Bölge Planlama adında bir meslek olduğunu, okullarının bahçesinin bir ortak alan olmadığını ilk kez öğrendiler. Okullarının bahçesi o okulun öğrenci ve öğretmenleri için ayrılmış bir alandı. Oysa ortak alanlar, genç, yaşlı, engelli, zengin, fakir herkesin eşit şartlarda kullanabileceği paylaşım alanlarıydı. Ortak alanlar bir kentlinin hakkıydı. Bunu istemeli, yaratmalı ve savunmalıydı. İstanbul için ya da insanoğlunun yarattığı en gelişmiş yaşam alanı olan kent için çocukların başka diyecekleri vardır elbet. Bunu projemize devam ettiğimizde göreceğiz.
İstanbul büyük, çocuklar küçük. Ancak çocuklara, İstanbul’un, önlerindeki kağıda sığdığını, o kağıt üzerinden yönetilebileceğini göstermekti en büyük amacım. Plansız bir şehrin çocuklarına aslında şehirlerin planlanabileceğini anlatmak için şimdilik daha iyi bir yol bilmiyorum. Ama yakalanıp da kağıdın üstüne kondurulabilen bu karmaşık şehri yeniden tasarlamak imkansız değildi. En azından 50 çocuk için.
Bu etkinlikte bana yardım eden Olçum Alkan’a teşekkürlerimle.(SS/EÜ)
* Bu yazı Arkitera.com'da yayınlandı.