Fotoğraf: Canva
"Kent ve mimarlık-çevre ilişkileri çocuğun varlığı ve etkin katılımı ön koşuluyla başlamalı" diyor Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan. Yaklaşık 19 yıldır çocuk ve mimarlık çalışmalarının içinde olan Karakuş-Candan, Çocuk Hakları Gününde pandemide kent ve çocuk ilişkisi, çocuk dostu şehirler, sokak hakkı, köyden kente göç eden çocukların yaşadıkları ve hissettikleri üzerine soruları yanıtladı.
Çocuğun varlığı ve etkin katılımı
Kent, mimari ve çocuğu yan yana koyunca sadece oyun parkı fikri doğuyor insanların aklında, neden? Çocuk ve mimarlık denilince ne anlıyoruz?
Çocuk deyince ilk akla gelen oyundur ancak Türkiye'de Milli Eğitim müfredatı içinde kent, mimarlık ve tasarım kültürünün eksikliği nedeniyle çocuk denilince akla mekân olarak hemen oyun/çocuk parkı geliyor. Oysa yaşamın her alanında çocuk bir birey olarak yer alıyor. Kent ve mimarlık-çevre ilişkileri çocuğun varlığı ve etkin katılımı ön koşuluyla başlamalı. Ancak maalesef çocuk bir birey olarak görülmüyor. Onunda her şeye dair fikrinin olabileceği hep es geçiliyor. Çocuk ve Mimarlık çalışmaları bu açıdan, kent, mimarlık ve çevre konularında çocuğun es geçilemeyeceğini gösteren, yüzyılın en yaratıcı ve sorumluluk alan çalışmalarından biri.
Birlikte fikir geliştirmek
Çocuklar gelecek kuruculardır. Geleceğin yapılı çevresinin kalitesi de, canlıların doğa ile kurdukları ilişkinin geleceği de bugünün çocukları tarafından belirlenecek. Çocuk ve Mimarlık çalışmaları ana ekseni yapılı çevre eğitim rehberine odaklanmaktadır. Yapılı çevre eğitimi, çocukların ve gençlerin mimari tasarımın ve yapılı çevrenin nasıl şekillendiğini anlamalarını ve birlikte fikir geliştirmelerini sağlar. Böylece yüksek kalitede, insancıl, sürdürülebilir ve saygılı bir mimarlığın yaratıcı sürecine etkin bir şekilde katılabilirler. Çocukların yaşadıkları yerlere, evlerine, sokaklarına, mahallelerine ve toplumsal yaşama yönelik duyarlılıkları, geleceğin şekillenmesinde en önemli adım taşlarıdır.
"Çocuk hakları bütüncül olarak ele alınmalı"
Çocuk hakları açısından mimari ve kent çalışmaları nasıl yürütülmeli?
Çocukların kente ve mimarlık süreçlerine dair hakları toplumsal dinamiklerin bir parçası olarak ele alınmak durumunda. Çocuk ve mimarlık üzerine yaptığımız çalışmaların her aşamasında toplumsal dinamiklerle, hakikatlerle hep karşılaştık: Özel okulların çoğalması ile ailenin ekonomik durumuna göre okul seçmek zorunda kalması ve bunun sonucu eğitimde yaşanan eşitsizlik ortamının varlığı, devlet okullarında yoksul çocuklarının okuması, okullarda ve eğitimde yaşanan sınıfsal ayrışma durumu çok net ortaya koydu. Bir yandan plansız kentleşme ile mahalle kültürünün, mahalle okullarının yok olması ve okula yürüyerek ulaşamama sonucu kentsel farkındalığı körleştirilmesi, diğer yandan göçler, savaşlar, deprem, yerinden edilmeler, doğanın talanı, aile içi şiddet, akran zorbalığı, istismar, ayrımcılık vb. birçok hakikatle yüzleştik. Kent ve mimarlık çalışmalarının ana odağı yapılı çevre eğitimi olsa da, bu hakikatler, çocuklarla yapılan her çalışmada çocuk haklarının bütüncül olarak ele alınması zorunluluğunu ortaya çıkarttı.
"Çocuk hepsini görüyor ve anlıyor"
2002 yılından bu yana çocuk ve mimarlık çalışmalarını gönüllü olarak sürdürüp koordine ediyorsunuz. Çocuklara mimarlık alanında söz verilince neler, ne gibi fikirler çıkıyor ortaya? Çocuklar şehri nasıl algılıyor? Ne istiyorlar?
Aslında çocuklar o kadar hesapsız ve yaratıcı ki her konuda mutlaka temiz çözümleri var. Dünyayı verseniz onlara emin olun çok iyi yönetirler. Çalışmalarda açığa çıkan şey, hiçbir şeyi çocuktan gizleyemeyeceğinizdir. Ülkeye, dünyaya, kente, aileye ve yaşama dair hiçbir şeyi... Çünkü çocuk hepsini görüyor ve anlıyor. Çocuklarla birlikte "Nasıl bir kentte yaşamak istersiniz?" temasıyla yaptığımız çalışmada, tasarladıkları kentin etrafında üç metrelik yüksek duvarlar örmüşlerdi. Bu duvarlar ne için sorusuna verilen cevaptan çıkarılması gereken çok sonuç var. Duvarlar, yetişkinlerin içeriye girmemesi, özgürlüklerinin kısıtlanmaması, sözlerinin kesilmemesi, şiddetten ve istismardan korunmaları için yapılmıştı.
Çocukların kenti...
Onların kentinde arabalar yoktu, her yer yeşildi. Bisikletle ve yürüyerek okula gidiyorlardı. Okulda günde iki saat eğitim veriliyordu. Doğada oynamak serbestti. Yine bir çalışmada, okulların koridorlarının karanlık olduğunu ifade ederlerken, aydınlık koridor ile gün ışığından yararlanmayı dile getiriyor ve tasarımcılara yol gösteriyorlardı. Okul bahçelerinin zeminin beton olması nedeniyle düşünce yaralanmaları, malzeme kullanımında özen gösterilmesinin mesajlarını veriyordu. Yaptığımız çalışmalarda devlet okulundaki yoksul çocukların ve gecekondu bölgesinde yaşayanların kenti ve çevreyi çok iyi algıladıkları ortaya çıktı. Çünkü küçük yaşta sorumluluk alıyorlar, okula yürüyerek gidip geliyorlar, sokakta oynuyorlar, kent içinde toplu taşıma kullanıyorlar.
"Gri şehir"
Özel okullarda okuyan çocukların büyük bir kısmı ise servisle okula gidiyor, okulla ev arasında gidip gelirken bir kentsel boşluk içerisinden geçiyorlar ve hatırlamıyorlar. Boş zaman geçirilecek yer olarak AVM'ler öne çıkıyor. Şehri gri şehir olarak ifade ediyorlar. Mesela bir atölye çalışmasında, çocuklarla birlikte otobüse binmek, Ulus'taki hale gitmek, istasyonu görmek, köyde yaşamı deneyimlemek gibi çalışmalar yaptık. Aslında doğa ile iç içe olmak istiyorlar. Çadır kampı yapalım diye hep bir ağızdan haykırıyorlar. Ama her seferinde ailelerin onlara vermediği izinler, yetişkinlerin üstten konuşmaları, yasaklar, okuldaki eğitim sistemleri, devasa binalar ve trafik hep gündemlerinde.
"Türkiye'de çocuk dostu kent yok"
Türkiye'nin şehirleri ne kadar çocuk dostu? Çocuklar kentte ne kadar görünüyor?
Bütünşehir yasası ile bir gecede sanal da olsa kentleşme oranı yüzde 93'lere ulaştı. Azgın kentleşme ile çocuklar artık kentlerde ve kent merkezlerinde görünmez hale geldi. Bugün sokakta çocuk görmek oldukça zorlaştı. Kent merkezlerinde okullar boşaltıldığı için, güvenli ulaşım planlanmadığı için, kent merkezlerinde çocuk sesleri yankılanmıyor artık.
Kentsel planlama ölçeğinde baktığınızda Türkiye'de çocuk dostu kent yok. Çünkü Türkiye'de canlı dostu bir kentsel politika yok. Yani kentler kadın dostu, çocuk dostu gibi tanımları sonradan kazanmaz, bunlar ek özellikler değildir. Planlı bir kentte zaten kadınlar da çocuklar da engelliler de yaşlılar da kolayca her şeye erişebilir ve yaşamını sürdürebilir olmalıdır.
Bizim kentlerimiz ne yazık ki bilimsel planlama kriterlerine aykırı geliştiği için kapitalizmin yeni projeler ile buna çare diye bulduğu "çocuk dostu" "yaya dostu" gibi kavramlar sonradan türedi. Oysa bu nitelikler bir kentin zaten olmazsa olmazıdır. Fakat bugün ülkemizde başta büyükşehirler olmak üzere kentlere baktığınızda, yüksek yoğunluklu yapılaşma ile komşuluk ilişkilerinin kalmadığını görüyoruz. Komşuluk ilişkisi kalmayıp mahalle okulları da işlevini yitirince yere bağlı ilişki geliştirecek mekânlar azaldı, bugün artık güvenli ortamlar yaratılamıyor. Ebeveynlerde bu güvensiz ve aşırı kentleşmiş, kentsel yabancılaşmanın yaşandığı şehirlerde çocuklarına yönelik korumacı bir yaklaşımla peşlerinden koşturuyorlar.
"Domatesin ağaçta yetiştiğini düşünenler var"
Helsinki'de parklarda, kütüphanelerde bebek arabası park yerleri var. Budapeşte'de, Viyana'da yaş gruplarına göre çocuk oyun alanları var. Bizde ise çocukların kullanımına uygun mekânlar oldukça az. Bebek arabası ile sokağa çıkmak eziyet. Çocuk parklarına bir bakın, ebeveynler çocukların peşinden koşturuyorsa -ki koşturuyor, o park çocuklar açısından güvensizdir. Planlama açısından yanlış yer seçimleri var. Öğrencilerimle birlikte çocuk parklarının analizini yapıyoruz. İnanılmaz sorunlar var. Parkın yer seçimi, oyun gruplarının yanlış koyulması, çocukların ihtiyaçlarının dikkate alınmaması, malzeme seçimi, güvenlik, temizlik, bakım, hepsi sorun. Yaş gruplarına göre tasarlanmış parklar yok. Üç yaşındaki çocukla on yaşındaki çocuk aynı oyun alanında oynuyorlar. Oyun grupları tekdüze, malzemeler plastik, çocuğun gelişimini destekleyecek oyun grupları çok az. Kent bir üniversite gibidir, yaşayanlarına öğretir, eğitir, paylaşır. Maalesef bizim ülkemizde kentler bu özelliklerden yoksun, çocuklar kenti yaşayamıyorlar. Doğadan koptular, domatesin ağaçta yetiştiğini düşünenler var.
Dersten önce yoğun trafik
Kentlerdeki yoğun araba trafiği çocukların gündelik yaşamını nasıl etkiliyor?
Yanlış kentleşme ve ulaşım politikaları ile kentlerde arabalar çocuklar için ürkütücü. Bu ürkütücü ortam ve kargaşadan kaynaklı, sokakta olmak istemiyorlar, karşıdan karşıya geçmekte zorlanan, korkan çocuklar var. Karşıdan karşıya geçerken çocukların ebeveynlerin ellerini nasıl tuttuğuna, güvenli bir ortama gidildiğindeyse nasıl bıraktıklarına bir bakarsanız, durum çok net anlaşılıyor. Bisiklet yollarının hatta bisiklet kültürünün olmaması da çocukların ve ebeveynlerin içinde kalan ukde. Okullarına servisle giden öğrenciler, saatler öncesinden hatta kışın hava bile aydınlanmadan yola koyuluyor, psikolojik açıdan tamamen yorucu ve öğrenmeyi zorlaştırıcı. Kentin yoğun trafiğini dersten önce yaşamak bir çocuk açısından çok büyük bir yük.
Özgür alandan kent karmaşasına...
Köyden kente göç etmek zorunda kalan çocuklar ne gibi zorluklar yaşıyor kentte?
Köydeki doğal yaşamdan ve özgür alandan, kentin karmaşasına gelen çocuklar, betonlar arasında kentin gürültüsünden ve seslerinden rahatsız oluyorlar, köyü özlüyor, kentte mutsuz oluyorlar. Bunu yaptığımız birçok çalışmada gördük ve hissettik. Aynı şey kentte yaşayan çocuklar için de geçerli. Çocuklar yaşadıkları evlerde aslında yaşamak istemiyorlar, bahçeli, doğa içinde, daha özgür olacakları mekânlarda yaşamayı tercih ediyorlar. Yaşadığınız kent bir renk olsa ne renk olurdu dediğimizde, siyah cevabını veriyorlar. Yaşamak istedikleri yerin rengini ise yeşil olarak belirtiyorlar. Bununla birlikte kentin sunduğu olanaklar da hep bir merak konusu.
Pandemiyle birlikte tüm gündelik yaşantımız değişti. Bazı mimarlar salgın sonrası şehirlerin çocuklar için yeniden tasarlanması gerektiğini söylüyor. Siz neler düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında pandemi bize ihmal edilen bir durumu acı bir şekilde hatırlattı. Halk sağlığı temelli kentleşme, tasarım ve mimarlık politikaları tüm dünyada ihmal edilmişti. Azgın kentleşme, rant odaklı yapılaşma, doğanın tahribatı ve ekolojik eşiklerin parçalanması, canlı odaklı politikalardan vazgeçilmesi hem yetişkinler hem de çocuklar için tüm kent ve mimarlık politikalarının yeniden ele alınmasını zorunlu kılıyor. Gündelik hayat tamamen farklılaştı. Eve girerken artık bir 'dışarı odası' kavramı çıktı. (Dışarıda giydiklerimizi çıkarıp, temizlenip eve girdiğimiz oda).
Balkonların, avluların, bahçeli evlerin önemi ortaya çıktı. Doğal ışık, aydınlatma, hava kalitesi... Bunların bir kez daha tasarım sürecinde düşünülmesi gerekiyor. Okulların kapanması ve online eğitim çocukları çok bunalttı. Oysa okul dönemleri değiştirilerek açık alanlarda, parklarda, yeşil alanlarda, yüz yüze eğitim yapmak mümkün olabilirdi.
Sınıfsız okul
Bugün dünyada sınıfsız okul tartışması giderek yaygınlaşıyor, doğa ile uyumlu bir öğrenme ve yaşam süreci en acil ihtiyacımız. Örneğin, Köy Enstitüleri tam da böyle bir mekânsallığı tanımlıyordu çocuklar için. Dolayısıyla, herkes için yeniden canlı odaklı, doğayla iç içe geçmiş bir yaşamın mümkün kılınması, mekânlarının tasarlanması, çocukların kapalı alanlardan çıkıp kamusal alanları, açık alanları kullanabildiği, dokunabildiği ve hissedebildiği bir kent yaratılması zorunluluğumuz. Sokak kavramını unuttu çocuklarımız. Oysa sokak dış dünyaya açılan canlı yaşamın kamusal yüzü. Çocuklar için sokak hakkı kentlerde önemli bir talep olmalı. Güvenli, sağlıklı kentsel yaşam politikaları ile birlikte ele alınacak bu yaklaşım bir talep olarak örgütlenebilmeli.
(AÖ)