Yeni eğitim-öğretim yılı, ekonomik kriz ve artan derin yoksulluğun gölgesinde başladı. Okul masrafları, beslenmeleri derken aileler her şeyden kısarak çocuklarının eğitim alması için mücadele etmeye çalışıyor.
İstanbul'un yoksul ve orta halli semtlerinden Kasımpaşa’dayız. Kentin en turistik ilçelerinden Beyoğlu'na bağlı olan, Taksim'e de oldukça yakın olan semt, ilk andan itibaren karmaşasını hissettiriyor. Taksim'den Kasımpaşa'ya yokuş aşağı inerken bozuk ve dar kaldırımlardan yürüyor, biribirine bitişik evleri arkamızda bırakarak Ahmet Emin Yalman İlkokulu'na ulaşıyoruz.
Okul geniş bir cadde üzerinde yer alıyor. Yaklaştıkça yanımızdan çocuğunu okula yetiştirmeye çalışan ya da çocuğunu okula henüz bırakmış veliler geçiyor. Henüz yetişmiş olanlar çocukların üzerine iki beden büyük gelen üniformalarını düzeltiyor. Çocuklar mı küçüldü, yoksa üniformalar mı büyüdü bilmiyorum ama bir gün yürüyen kıyafetler görürseniz şaşırmayın. Bu da yoksulluğun bir 'getirisi' olsa gerek. Derin yoksulluk arttıkça 'seneye de giyersin' sözünün süresi de uzuyor.
Ahmet Emin Yalman İlkokulu'ndan ilerledikçe cadde üzerinde şehir ikiye ayrılıyor. Sağımızda yoksulluğun yükseldiği yokuşlar, solumuzda nispeten daha iyi durumda olanlar. Şehir artık sadece zenginler ve yoksullar olarak değil, yoksullar ve daha az yoksullar olarak da ayrılıyor.
İlkokuldan birkaç yüz metre ileride ise Pirireis Ortaokulu var. İnşaat malzemeleri dükkanları ve atölyelerin olduğu dar bir sokağın ortasında yer alıyor. Navigasyonda okulun bu sokakta olduğunu görsek de uzaktan baktığınızda burada bir okul olduğuna inanmak güç oluyor. İleride dikenli tellerle çevrili yüksek duvarlar gözüküyor ama burası daha çok bir hapishaneyi andırıyor.
Çocuklarını okula bırakmış veliler, küçük yaştaki diğer çocuklarının ellerinden tutmuş evlerine geri dönüyor. Kimisi çocuğuna durmadığı için kızıyor, kimisi arkadaşıyla sohbet ederken hayata kızıyor.
“Asgari ücretle neyi karşılayabiliriz ki?”
30'lu yaşlarındaki Ayşe* ile aynı yaşlardaki arkadaşı Yeliz*, çocuklarını okula henüz bırakmış. İki kadın ile evlerine dönüş yolunda yorulmuş ve bir kaldırım kenarında dinlenmek için mola vermişken tanışıyoruz. Gazeteci olduğumu, okul masrafları ve geçim meselesi üzerine konuşmak istediğimi söylemem yetiyor.
Önce Yeliz başlıyor söze: “Okul masrafları çok zorluyor bizi. Çok kötü her şey. Hiçbir ihtiyacı karşılayamıyoruz.” Dört çocuk annesi olduğunu söyleyen Ayşe ise hemen ardından “Okul başladı ama daha hiçbir şey alamadık. Okuldan liste verecekler, nasıl alacağız bakalım” diye destekliyor arkadaşını.
İkisinin de çocukları üçüncü sınıfa gidiyor. “Asgari ücretle neyi karşılayabiliriz ki?” diye soruyor üç çocuk annesi Yeliz. Her ikisi de eşlerinin asgari ücretle çalıştığını söylüyor.
Dört çocuk annesi Ayşe’nin sırtında oğluna aldığı yeni okul çantası var. Belediyeden altı ayda bir kıyafet sosyal yardımı alıyorlar. Ayşe, 'yeni' çantayı gösteriyor, “Bu bile sosyal yardım kartımla alabildim” diyor.
Yeliz’in üç oğlundan biri lise üçüncü sınıfa giderken, liseden mezun olmuş ve girdiği üniversite sınavını kazanmayan bir oğlu daha var. Asıl kaldıramadığı yükün, büyük oğlunun dershane masrafları olduğunu bu konudan bahsederken anlıyoruz.
Ayşe’nin ise bu sene liseye yeni başlayan ve lise üçüncü sınıfa giden iki oğlu ile henüz okula başlamamış bir kızı daha var. Çocuklara harçlık verip vermediklerini sorunca, ilkokuldaki çocuklara vermediklerini ama liseye gidenlere 'mecbur' verdiklerini söylüyorlar. Bunları konuşurken Yeliz, artan masraflara yetişemediklerini anlatıyor:
“Liseye giden oğluma günlük 100 lira veriyorum. ‘Oğlum 100 lira yerine 50 lira versem olmaz mı?’ diyorum. Bana kızıyor. 'Anne 50 liraya bir tost bile almazsın, nasıl yetecek bana bu para' diyor. Küçüğüne evden yemek koyuyorum da lisedeki kabul etmiyor. Utanıyor evden yemek götürmeye.”
Bölgedeki en yoksul mahallelerden olan Hacıahmet’te oturan iki kadın, her gün yaklaşık dört kilometre yol yürüyüp çocuklarını okula götürüp getiriyorlar. Uzunca bir yol gelip gittikleri için de genelde yolun yarısında kaldırımın kenarına oturup dinleniyorlar. Tabii lisedekilerin yolu daha uzak diyorlar. Sıcak havalarda çocukların okula bir şekilde yürüyerek gidebildiklerini ama kışın soğukta yürümelerine gönüllerinin el vermediğini de belirtiyorlar. Ayşe, “Aylık 280 lira akbili bile karşılayamıyoruz ama ne yapalım o soğukta da yürütemeyiz çocuklarımızı” diyor.
“Biz okumadık, onlar okusun istiyorum”
“Çocuklarınız ne olmak istiyor?” diye sorduğumuzda Ayşe elini başına götürüp eşarbı ile oynuyor. Yeliz ise sorumuza biraz iç geçirdikten sonra şu cevabı veriyor: “Okumak istemiyorlar. Bizim geçim derdimizden okula konsantre olamıyorlar. Aslında benim oğlum başarılı ama karamsarlığa kapılmış durumda. Kuzenleri var, bana onları söylüyor. 'Okudular da ne oldu?' Onlar da öğretmen oldular ama atanmadılar. Çok üzülüyorum. Biz okumadık, onlar okusun istiyorum. Bir meslek sahibi olsunlar çok istiyorum”
Ardından Ayşe devam ediyor: “Tek hayalim çocuklarımın okuması.”
Yeliz ise bir yandan çocuklarına da 'hak verdiğini' belirtip, “Türkiye berbat bir durumda. Gençler gelecek göremiyor. Okusalar da boş olduğunu düşünüyorlar” diyor.
“Peki, siz bu ekonomik kriz ile nasıl baş ediyorsunuz, nasılsınız?” diye sorunca şaşırıyorlar. Evi 'çekip çevirmek' için ne yaptıklarından bahsediyor Ayşe, “Yemekten kısıyoruz, kırmızı et zaten gördüğümüz yok ama beyaz etten de kısıyoruz. Meyve dahi alamıyoruz” diyor.
“Siz nasılsınız?” soruma yanıt almayınca yineliyorum. Bu kez Yeliz cevap veriyor:
“Bizim hayatımız yok. Anne ve baba olarak bir hayatımız da kalmadı. Sosyal hayat gibi bir şey söz konusu dahi değil. Yıllardan beri üzerimize bir çift kıyafet dahi alamadık. Ben kendime en son ne zaman bir şey almak istediğimi hatırlamıyorum bile.”
*Kadınların gerçek isimleri kullanılmamıştır.
(AD/VC)