Diyarbakır'da, 9-18 yaş aralığında 23 Kürt çocukla birebir görüşerek çalışmalar yapan Hacettepe Üniversitesi'nden Sedat Yağcıoğlu'na Kürt çocukların toplumsal gösterilere katılmasını, sevgi evlerini ve çocukların kimlik algısını sorduk.
Taş atan çocuklar ailelerinden alınsın, sevgi evlerine gönderilsin gibi önerileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu öneriler çocuklara kulak vermemekten kaynaklanıyor. Çocuklarla konuşulduğunda devlet kurumlarına zorunlu olarak alınması çocuklar açısından devletin asimetrik politikalarının devamı olarak algılanacağı çok açık. Çok büyük ihtimalle çocukların topluma kazandırılması sürecinde olumlu sonuçlanmayacak.
Çocukların aileleriyle bir sorunları yokken ya da çocukların kendi yaşantılarında kendilerini doğrudan etkileyen bir sonuç yokken ailelerinden alınması çocuk hakları açısından bir ihlal, bir suç. Dolayısıyla, çocuklara yönelik oluşturulacak çözüm modelleri Kürt sorunundan bağımsız değil. Çocuklar bu tarihsel mirası yükleniyor çünkü.
Çocuklarla yaptığınız görüşmelerde onların tavrı neydi?
Çocuklar barışın inşası sürecinde aktif biçimde rol almak istiyorlar, yapılabileceklere dar önerileri var. Bunların bir kısmı Kürt halkının siyasi temsilcileriyle aynı öneriler olmakla birlikte çocukların kendilerine özgün önerileri de var.
Örneğin çocuk merkezlerinin oluşturulması ve bu merkezlerin yaygınlaştırılması, Türk ve Kürt çocukların buralarda bir araya gelmesi, birbirlerini tanımaları, birlikte oyun oynayabilmeleri, üretmek istedikleri çalışmaları hayata geçirebilmelerine dair isteklerini dile getirdiler.
Çok can alıcı bir model önerisi aslında. Çocukların da katılım hakkı çerçevesinde sözlerini duyurabilecekleri, kendilerini var edebilecekleri eşitlikçi mekanizmalar yaratılması önemli. Çocukların haklarını aramak için sokağa çıkmaktansa, çıkıp polis, devlet şiddetine yeniden maruz kalmaktansa sokağa çıkma amaçlarını daha yapıcı biçimde gerçekleştirebilecekleri modeller, mekanizmalar içinde kendilerini var edebilmelerini sağlayacaktır diye düşünüyorum.
Kürt çocukların sorunlarının ancak silahların susacağı bir mekanizma içinde çözülebileceğini görmek gerek.
Görüşmelerinizde "katılım" önplandaydı, ne gibi tepkiler verdiler?
Aile süreçlerine, okuldaki karar süreçlerine katılım, kentteki karar mekanizmalarına katılım gibi soruları es geçip kendi kimliklerini ortaya koyabilecekleri, bunun için mücadele edebilecekleri süreçlerle ilgili katılımdan söz ediyorlardı.
Toplumsal gösterilerle ilgili politik katılım örneklerini anlatıyorlardı. Açık biçimde görüştüğüm çocukların politikleşmiş çocuklar olduğunu söyleyebilirim. Ancak politikleşmeyi doğru anlamak lazım. "Belli bir ideoloji çerçevesinde hareket eden" gibi bir bakış açısından söylemiyorum, toplumsal gösterilere katılımın yanlış olduğunu düşünen birkaç çocuk dahi politik bilince sahipti. Politikleşmeyi bu zemin üzerinden almak lazım.
Kimlik vurgusu ortaya çıktı mı?
Çocuklar varoluşlarını Kürt olma kimliği üzerinden kurguladıklarını vurguladılar. Andımızdaki Türklük vurgularının ya da İstiklal Marşı'ndaki Türk ulusu üzerinden vurguların kendilerini yansıtmadığını ifade ettiler. "Peki biz kendi kimliğimizi nasıl oluşturacağız" zemini üzerinden çeşitli alanlarda kimliklerinin kendileri için vazgeçilmez olduğunu ifade ettiler.
"Kürt ve çocuk bir arada olmuyor ki", "Kürt çocuk olmak yıkım demek", "Kürt çocuk olmak sürekli dayak yemek" gibi ifadeleri var.
Kimliklerin yok edilmesinin etkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Dünyada da örnekleri var. Kimliklerin imhası üzerinden yürütülen politikalar çerçevesinde, günlük hayatın rutininde düzenli olarak ayrımcılığa maruz kalmak bireylerin kendi kimliklerini sahiplendiklerini, bunun için bir araya gelerek harekete geçtiklerini görüyoruz. Çocuklar için de gayet net bu.
Kimlikle ilgili sorularda, cevapları hep "Kürt olursanız" gibi başlayan cümlelerle aktarıyorlardı. Açık ki, bölgedeki çocuklar için kendi çocuklukları kendi kimlikleri üzerine inşa oluyor. (YY)
* Sedat Yağcıoğlu, Araştırma görevlisi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Hizmetler Bölümü [email protected]