Hatta daha da genel olarak söylersem, İstanbul'un birçok ilçesine harita üzerinde baksanız, çocuklara uygun denilebilecek mekânları bulmak çok zor. Otuz yıl öncesinden bugüne çocukların kentlerdeki yaşamı onlara uygun olmayan mekânlarda sürüyor. Bu Türkiye'nin hemen her büyük kenti için geçerli.
Çocukluğumdan bugüne Türkiye'de mimarlığın benim ya da başka çocukların hayatını kolaylaştırdığını, güzelleştirdiğini, daha yaşanabilir kıldığını sanmıyorum.
Daha da açık söylemek gerekirse, mimarlığın çocuklara can eriği kadar keyif verdiğini ya da onların hayatını can erikleri kadar güzelleştirmediğini belirlemek gerekiyor.
Mimarların ve toplumun geçtiği tarihsel süreçte, öncelikle iklime uygun yaşam mekânları, ardından insana uygun mekânlar öncelikli olmuş. Artık mimarlardan beklenen çocuğa uygun yaşam alanlarını düşünebilmeleri ve gerçekleştirmeleri.
Mimarlık, dünyayı denetimsiz bir şekilde değiştirmeye eğilimli teknokrat anlayışa kapıldığı sürece doğadan kopan, doğaya ve daha sonra kaçınılmaz olarak insanlara ve kültüre tepeden bakan bir uğraş alanına dönüşüyor. İnsanlar için ürettiği özel ve kamusal mekânlar, bireyler ve kamu tarafından kolayca değiştirilemeyen ürünler olduğu için sonunda dayatmacı ve bireylerin neredeyse içine hapsolduğu mekânlar haline geliyor.
Bu bağlamda, can eriği karşılaştırması yapmakta büyük yarar var. Doğadan ve doğadaki güzelliklerden kopan mimarlar, toplumun içindeki dönüştürücü potansiyelden de kopuyorlar.
Ürettikleri yaşam alanları ne bir can eriği kadar harika, ne onun kadar doğal, ne de onun kadar heyecanlandıran ya da keyif verici bu mekânlar. Çocuklar açısından bakıldığında, eskiden derme çatma da olsa, basit de olsa çevresindeki malzemeyle kendi mekânına müdahale edebilen çocuklar, mimarlar ve mühendisler sayesinde değiştiremeyecekleri mekânlara hapsediliyorlar.
Bu eğilim, çocuklar reşit olmadıkları için kamusal alana müdahale haklarını ellerinden alan eski kamu yönetimi zihniyetiyle bir araya gelince "Gelecek sizindir" denen çocuklar tam anlamıyla elleri kolları bağlı, yaratıcılıklarını körelten, ufuklarını daraltan, başkalarınca belirlenen yaşam alanlarına tutsak oluyorlar. Gelecek tutsakların demek ki!
O zaman çıkış ya da çözüm nerede? Başlangıç, haklar ve yasal çerçeve açısında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde (ÇHS). Bu sözleşme çocukların kendilerini etkileyen tüm süreçlerde söz hakkı olduğunu belirleyen ve Türkiye Cumhuriyeti'nin de imzaladığı ufuk açıcı bir metindir.
Ama asıl çözüm, mimarların kendilerini çocuklara açmaları. Yani onlara kulak vermeleri ve yaşama alanları hakkında onların söz ve müdahale hakkına pay bırakmaları.
Daha iyisi de mümkün. Mimarlar isterlerse çocukların henüz sahip olmadıkları becerilerini çocukların söz ve müdahale haklarıyla, çocukların enerjileri ve içten heyecanlarıyla, çocukların doğal yaratıcılıklarıyla harmanlayabilirler. Bu zor olabilir ama keyifli olacağından ve daha iyi yaşam alanları yaratacağından ben eminim.
Ankara'da bir grup mimar işte tam da bunu yapıyor. Bu Bülten de bu sürecin bir parçası. Bu süreç çocuklara bir can eriği, bir dut, bir incir kadar dolaysız, katılıma açık ve tadı çok güzel bir çalışma olanağı götürüyor.
Çocuklar ve gençlerle daha iyi bir toplum için çalışan Kamusal Başarı ekibi için bu Bülten çok önemli bir adım. Bir can eriği kadar güzel, onun kadar da önemli!(SD/EÜ)
* Bu yazı TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Çocuk ve Mimarlık Çalışma Grubu Bülteni'nden alındı.