Klasik Müzecilik kavramı dışında bir nevi toplumsal dönüşüm projesi olarak algılanabilecek Çocuk Müzesi kavramı üzerinde duruyorsunuz. Bu konuda bir de projeniz var. Nedir bu Çocuk Müzesi kavramı?
1986 yılında "Müzecilik Dersi" kapsamında tematik müzecilik dışında farklı olarak "Çocuk Müzesi" kavramı üzerinde bir çalışma yaptım. Müzenin tarihsel gelişimine inceledim. Çocuk Müzesi'nin ortaya çıkış nedenleri üzerinde çalıştım ve şununla karşılaştım:
Sanayi devrimiyle beraber üç kuşağın (baba-oğul-torun) bir arada yaşadığı geleneksel ailenin çözülmeye başladığını görüyoruz. Karı-kocanın çalışmak zorunda kalmasıyla çocuğa bir bakıcı gerekiyor. Sorunun giderilmesindeki en basit yöntem "kreş" olarak karşımıza çıktı. Ayrıca geleneksel ailede yaşlı anne-babaya da çocuklar bakardı. Eşlerin çalışmasıyla anne-babaya da bakma zorunluluğu ortaya çıktı. Bu da "Düşkünler Yurdu"nu doğurdu. Bu palyatif çözümlerin aslında çözüm olmadıkları da ortada.
Tüm sorun geleneksel aile yapısının çözülmesinde mi saklı ?
Sorunlar salt bu değil. Geleneksel ailenin üreterek kuşaktan kuşağa aktardığı değerler kaybolmaya başlıyor. Buna paralel olarak çocukların eğitiminde, geleneksel ev-aile ortamında çocuk oyuncaklarına ve kültürlerine ilişkin boşluk doğmaya başlıyor ve bu boşluğun yerini sanayi üretimi oyuncaklar dolduruyor.
Birçok psikolojik ve pedagojik araştırma şunu ortaya koymuştur. Çocuğun kendi oyuncağını kendisi üretmesi ile hazır bir oyuncak arasında psikolojik ve duygusal gelişim açısından farklılaşma vardır. Yani çocuğun kendi oyuncaklarını, aile ortamında, arkadaş ortamında üretmesinin çok daha sağlıklı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda çocuğa ilişkin oyuncakların, oyunların ve çocuk kültürünün yeniden oluşturulması gerekiyor.
Çocuk Müzeciliğinin teması işte bu. Çocuk Müzeciliği belki soğuk bir kavram. Türkiye'de müzecilik ise resmi bir kavram. Adeta içinde teşhir edilen eserlerin topluma karşı korunması gibi algılanıyor. Oysa modern müzecilikteki müzeler, insanlığın ortak değerlerinin teşhir edildiği ve tanıtıldığı; insanların beğenisine, kültürüne, eğitimine katkıda bulunulacak bir çalışma alanına, laboratuarına dönüştürülmüştür, bizdeki anlayışın bunu dışındadır. Türkiye'de gelişen, modernleşen bir ülke. Modern toplumların geçirdikleri aşamaları biz de geçiriyoruz.
Bu durumda çocuk kültürünü koruma, yayma ve yeniden üretme çabası bağlamında 1996 yılında Çocuk Müzesi Projesi'ni hazırladım ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'na sundum. Projemi görünce heyecanlanan dönemin bürokratları daha sonra sahiplenmeye başlayınca gidip notere onaylattıktan sonra geri çektim.
Çocuk Müzesi kavramından ne anlamamız gerekiyor?
Benim tasarladığım Çocuk Müzesi yapı itibariyle üç aşamadan oluşuyor:
Birincisi laboratuar-atölye kısmı, ikincisi sinema, tiyatro, konferans gibi görsel-kültürel etkinliklerin gerçekleştirildiği bir kat. Üçüncüsü ise atölyede üretilen çocuk oyunları ve oyuncaklarını teşhir edildiği sergi salon... Öte yandan müzenin bahçesinde kimsesiz erkek ve kız çocuklarının yatılı olarak ve bir evde ne bulunuyorsa o eşyaların bulunduğu aile ortamında kalacağı birer apartman olacak.
Laboratuarda geleneksel olarak aile ortamında üretilen oyuncakları yeniden üretilmesi ve yeniden hayata katılması sağlanacak. Bunu yanı sıra modernleşmeyle birlikte unutulmaya yüz tutan geleneksel-yerel sanatlar öğretilecek. Örneğin marangozluk, tezkip, kutnuculuk, sedefcilik gibi. Bunun dışında resim, heykel, müzik gibi çağdaş sanatların öğretilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir çocuğun gelenekle moderniteyi eş zamanlı kavraması sağlıklı gelişmesini ve kültürel bir şokla karşılaşmamasını sağlar. Çağdaş ülkelerde bunun gibi üretim biçimleri vardır.
Çocuk Müzesi'nin diğer enstrümanları neler?
Çocuk Müzesi'nin içinde çocuk ve genç kulüpleri vardır. Burada yurttaşlık bilgisi verilir. Otobüse nasıl bineceğinden tutun, kamuya açık alanda nasıl konuşacağına, bir başkasına göstereceği saygının, ailenin olmadığı ortamda kazanılma şansı olmayan manevi değerlerin edindirilmesi amaçlanıyor.
Bunun için şöyle bir planımız var:
Geleneksel mesleklerin dışında, örnek veriyorum, yöneticilik gibi çağdaş meslekleri de tanıtacağız. Kentin valisine, askeri garnizonuna gidip, söyleşiler yapılarak bu konularda bilinçlenmelerini istiyoruz. Çocuklarla birlikte bir panel şeklinde herkesin kendi mesleğini inceliklerini aktarmasını amaçlıyoruz.
Bir turla askeri yaşamı, doktorluğu, çiftçiliği bunların iş biçimi, çalışmalarını öğrenecek. Projenin bir ayağı basınla ilgili. Klüp üyesi çocuklar, haberleştirmek istedikleri konuyu çocuk bakış açısı ile program haline getirip kendi yaştaşlarına yerel tv ve radyolarda sunacaklar.
Ülkenin tanınmış simalarını bir organizasyonla getirip söyleşiler düzenlemek de gelişimin bir parçası olarak ele alınacak. Sinema günleri, tiyatro, belgesel gösterimi gibi faaliyetler yapacaklar. Çocukların ilgi alanlarına giren konularla ilgili birçok klüp olacak. Son kısımda yani teşhir kısmında atölyede üretilen ürünlerin sergilenmesi, yurt içi ve yurtdışında çocukların ilgisini çeken sergilerin getirilmesi amaçlanıyor. AB ülkeleri buna çok açık, sergilerin getirilmesi mümkün. Çocuk kendi kültürü dışında diğer ulusların kültürlerini de öğrenecek. Bir diğer bölüm çocukların turistik tematik seyehatlari ile ilgili.
Bilindiği gibi ülkemizde bölgeler arası gelişmişlik farkı vardır. Bu sosyal yaşamda da kendini göstermektedir. Bu sosyal yaşam tarzları da yabancılaşmayı getirmektedir. Antepli bir çocukla Mardinli, Rizeli, arasında yabancılaşma vardır. Bunun ortadan kaldırılması, daha üniter ve homojen bir kültür yaratılması daha doğrusu herkesin ortak paylaşabileceği bir kültürün oluşturulabilmesi için çocukların karşılıklı olarak bölgeler arası seyahat etmesi gerekiyor. Bu seyahatler tarih çağlarına ilişkin olabilir, Anadolu medeniyetlerine yönelik olabilir, Türk İslam eserlerine yönelik olabilir. Geleneksel yaşamla modern yaşamı birlikte tanıtmak önemli. Birde yurt dışı ayağı var. AB'de de Erasmus ve Sokrat Programı çerçevesinde bu yapılıyor. İkinci kuşak Türk çocuklarının kültürel problemleri var. Çok sık duyduğumuz bir kültür şoku ve uyumsuzluk sözkonusu. Bu gayet doğal. Aile yapısı ile dışardaki yapı arasında çatışma yaşanıyor. Bunları aşacak araçlar yoksa istenmedik bir durum ortaya çıkıyor. Bunu gidermek için 2. Kuşak Türk çocuklarını periyodik olarak getirilip Anadolu kültürü, Türk-İslam tarihini öğretilmesi, yaşayan kültürleri tanıtılması için turlar düzenlenebilir.
Kültürel paylaşımı önemsiyorsunuz anlaşılan ?
Model olarak tasarlanmış ulus devletin kendi eğitim sistemi içinde öngördüğü ulusal sınırlar vardır. Bu ulusal sınırları aşmak ve diğer uluslarla bir diyalog kurmak içinde. Gerek soydaşlarımız, gerek dindaşlarımız gerekse Avrupa ülkelerindeki öğrencilerin, çocukların, gençlerin karşılık olarak seyahat ettirilmesi, farklı kültürlerle karşılaştırılması, insanlık ailesinin bir üyesi olarak evrensel bir kültürle tanışması , dünyaya biraz daha evrensel bir gözle bakmasının sağlanması açısından da önemli. Çocuk Müzesi Projesi'nin genel hatları bu şekilde.
Geleneksel aile yapısından modern aile yapısına geçişte bazı çözülmelerin olduğunu söylediniz. Bu kapsamda gözlemleriniz nedir? Örneğin çocuklar dün ne yapıyordu? bugün ne yapıyor?
İlginç bir şey söyleyeyim size, 2002 yılında Şanlıurfa'da arkeolojik bir kazı yapıyorduk. Üç beş çadır kurarak göçebe yaşayan bir aileye rastladık. Çocuklar "mangalan" diye bir oyun oynuyorlardı. Oyunu görür görmez aklıma geldi. Sümer döneminde yani M.Ö. 3 bin 500'lerde oynanan bir oyundu bu. Sümer Kral mezarlarında oyun tahtası olarak hatırlıyoruz bunu. 5 bin 500 yıl öncesine ait bu oyunun bir göçebe topluluk tarafından oynandığını gördüm. Araştırmalar sonucu mangalanın Konya ve çevresinde de hatta Afrika'da oynandığını öğrendim. Detaylarını hatırlamıyorum ama, 8-9 adet yuvarlak çukurlar var. Simetrik olarak 18 adet yuvarlak çukur bu. 99 taş kullanılıyor. Taşlar ikiye bölünüyor. Bir kısmı ortak çukurda bulunuyor. Tavladaki zara benzer bir aletle sayı atılıyor. Kapı açma, kapı kapatma gibi hamleler var. Yani anlayacağınız ciddi bir strateji gerektiren bir oyun mangalan. Kısaca şunu demek istiyorum :
Geleneksel toplumda oyunlar uzun sürelidir. Binlerce yıl aynı oyun oynanır. Farklı yada benzer araçlarla. Bu bir geleneğin devamı açısından son derece önemlidir.
Çocuğun kendi oyuncağını ve oyununu üretmesinin toplumsal yansımasını nasıl ölçüyorsunuz ?
Buradaki en önemli durum şu: Çocuk kendi zekasını kullanarak, ailesinden ve arkadaşlarından yardım alarak kendi oyuncağını üretiyor. Bu onun yaratıcılık gücünü kamçılıyor, yaratıcı gücü harekete geçiyor. Her şey birbirinin taklidi olsaydı farklı oyunlar olmazdı. Bu kadar çok oyunun olmasından oyunların çocuklar tarafından üretildiğini ve oynandığını anlıyoruz. Onların zihinsel gelişimlerinin pozitif anlamda gelişmesini geliştiriyor ve geleneksel olmasıyla da kendini bir uygarlığın, bir geçmişin parçası olarak gördüğü için kültürel şokla karşılaşmıyor açıkçası.
Şu anda bir kültürel şok durumu sözkonusu mu ?
Şimdi çocuklar oyuncaklarına yabancılaşmış durumda. Oyuncaklar çocukların düşünceleri, kültürleri, homojen bir ortamda üretilerek sunulmuş hatta dayatılmıştır. Çocukla oyuncağı arasında duygusal bir bağ oluşmamış. Daha çok tüketilecek bir nesne olarak algılanıyor. Halbuki birçoğumuz, şahsen ben de çocukken ürettiğim oyuncakları saklıyorum. Yani onlara ilişkin anılarla birlikte böyle bir gelenek, bir tarih içinden gelme duygusu insanı hayata karşı güçlü kılıyor.
Modern oyuncaklar hazır üretildiği, şiddet içerdiği ve çocuğun düşüncesi ile onları okuma, anlama durumu olmadığı için çocuk zamanla oynadığı oyuncağın oyuncağı haline geliyor.
Çocuk oyuncakla oynamıyor, kendisi bir tür oyuncağın oyuncağı durumuna dönüşüyor, insani yaratıcılığını yitiriyor, şiddete meyilli hale geliyor.
Gaziantep özeli için düşünürsek, sokak çocukları ve sokakta çalışan çocuk kavramı hızlı büyüyor. Bunu toplumsal dönüşüm projesi olarak uygulanmasının faydaları size göre ne olabilir? Bu kapsamda Çocuk Müzesi'nin işlevi hakkında bilgi verir misiniz?
Ben isimler üzerinde durmuyorum. Genel olarak "Çocuk Müzesi" kavramı üzerinde ısrar ediyorum. Ana merkezin bu olması gerekir.
Çocuk Müzesi'nin işlevine girmemiştik. Ben onu anlatmak istiyorum. Müzenin müştemilatında bahsettiğimiz kız ve erkek çocuk yurtları bir tür lojman-apartman tarzı olacak. İster çocukların ailesi yaşıyor olsun, ister onlarla görüşme arzusu taşısın, ister ailesi belli olmayan çocuklar olsun. Psikolog ve pedagogların yaptıkları araştırmalarda aile içinde büyüyen çocuklarla, aile dışında yaşayan çocukların; zihinsel ve ruhsal gelişim açısından son derece farklı olduğu görülüyor. Aile içinde yaşayan çocukların çok daha sağlıklı olduğu görülüyor. Dolayısı ile toplum için daha az tehlikeli bireyler ortaya çıkıyor. Bu anlamda "ne yapabiliriz? sorusunu sorup buna yanıt aradık.
Peki ne yapabiliriz?
Gerek ailesi ile zaman geçirmek isteyen, gerekse bulunabilecek gönüllü aileler ile, bahsettiğimiz kız ve erkek yurdundaki çocukların birlikte 24 saatlerini geçirmeleri için proje kapsamındaki apartmanı kullandıracağız. Çocuklar aile ortamını yaşarken, çocuk sahibi olmak isteyen ama bu konuda kararsız kalan eşler yada çocukları olmadığı için anne-babalık duygusudan yoksun ebeveynleri bir program dahilinde bir araya getireceğiz.
Yılın 365 günü iyi bir organizasyonla gerek sıfır yaş grubundan gerek lise çağındakilere kadar çocukları aile ortamı içinde yaşatacak bir ortam yaratılacak. Sözkonusu apartmanda bir evde bulunması gereken bütün eşyalar olacak. Oraya anne-baba adayı gidecek. Orada bir gün boyunca birlikte yaşayacak. Sabah kahvaltılarını yapabilirler, sinemaya gidebilirler, akşam yemeğini yapabilirler ve birlikte kalırlar, yatıp kalkarak normal bir aile yaşamını uygulayacaklar. Bu son derece önemli. Aileden yoksun çocuk ile çocuktan yoksun aileyi bir araya getireceğiz. Bu uygulamanın Çocuk Müzesi Projesi kapsamında hayata geçirilmesi, hem daha sağlıklı hem de daha kontrollüdür. Sokak çocuklarının rehabilitesi için de önemli bir proje olduğuna inanıyorum. Sokak çocukları bu yurtlara yerleştirilecek, gün içindeki eğitimlerinin yanı sıra bir ebeveynle yaşamayı öğrenecekler. Bir günlerini gönüllü aileler ile geçirecekler.
Öngörüşmemizde şeffaflık meselesi üzerinde durmuştuk. Bana da çok ilginç geldi. O konuyu biraz daha açabilir miyiz ?
Çocuk Müzesi'ni temel prensibi, çocuğa hizmet etmektir. Bir kere kapısı sürekli açık olacaktır. Çocuklar o mekanın efendileri olacak. Çocuk oraya gittiği zaman "şuraya dokunma, buraya karışma" sözünü duymayacak. Çocuk oraya gittiği zaman "ben çok önemli bir kimseyim. Bu mekan benim emrime amade" diyecek, psikolojik bir gerginlik hissetmeyecek.
Şeffalık burada çok önemli. Örneğin müzenin duvarındaki bir bölüm şeffaf olacak. Müzenin yapısı hakkında çocuk bilgi sahibi olacak. Burada kullanılacak eşyalar da şeffaf olacak. Bilgisayar, telefon, televizyon gibi araçların içi görünecek ve çocuklar aletlerin işleyişini kendi hayal güçleri ile algılayacak. Modernitenin getirdiği araçların üzerindeki büyülü gizemi kaldıracağız. Çünkü buradaki asıl öznemiz "insan"dır. Alet salt insanın kullanımı için vardır. Dolayısı ile onun içini görürse alet-insan arasındaki ilişki, alet lehine değil, insan lehine gelişecektir. Bu son derece önemlidir. Aletin, insan üzerindeki psikolojik egemenliğini ortadan kaldıracağız. Yani burada gelişimi çocuğun egemenliğine bağlayacağız. Bu geleneksel müzelerde olmayan bir şeydir.
Ben şuna inanıyorum, bu proje bir toplumsal tedavi projesidir. Sorun sadece çocukların değil, toplumun genel sorudur. Geleceğimize ilişkin bir projeksiyondur. Bütün toplumlar bunu yaşamıştır. Amerikayı yeniden keşfetmiyoruz. Sanayileşen, modernleşen toplumlarda ortaya çıkan problemler birbirine benziyor. Sorunlar, din ülke, kültür de tanımıyor. Üretim tarzı değiştikçe kültürel kodlar değişiyor kültürel kodlar değiştikçe yaşam biçimleri değişiyor. Yaşam biçimi kendini dayatıyor. Onun için bahsettiğimiz şeyler çok pahalı yada yapılamayacak işler değil. Projeyi hayata geçirecek yetkinlikte eğitimcilerin, gönüllerin, duyarlı yerel yönetimlerin olduğunu biliyorum. Kentimizde çocukları meslek öğrenmesi için sanayicilerile bir kontenjan üzerinden konuşması, iş imkanın sağlanması üzerinden konuşulabilinir. Anlattıklarımız hayata geçirilebilecek işlerdir. Önemli olan hiçbir yöneteci ve elamanın bu işten rant sağlamamasıdır. Uygulamaların gönüllük temelinde gitmesi gereklidir. Kültürel bir projedir. Burada çalışacak kişiler bunu iş olarak düşünmeyecektir. Çünkü bu ağır ve büyük bir fedekarlık gerektiren projedir. Dolayısı ile yapılacak işler detaylandırılmakta birlikte gönüllükle gidecektir.
Sanırım burada sivil inisiyatife ve yerel yönetimlere büyük iş düşüyor?
Evet, projenin gerçekleştirilmesinde yerel yönetimlere de büyük görevler düşmektedir. Açıkçası gerek yerel yönetimlerin gerekse sivil toplum örgütlerinin atıl durumda bekleyen tesisleri vardır. Örneğin bir organizasyon çerçevesinde tatil düşünülecekse, çok cüzi bir masrafla Milli Eğitim Bakanlığı'nın tesislerinden faydalanılabilinir. Bölgeler arası bir geziyi yerel yönetimler karşılayabilir.
İaşeler, konaklama sorunları giderilebilir. Sivil toplum örgütleri ve yerel yapılanlamalar bu işin içine katılabilir. Hatta bu proje için çok rahat fon bile almak mümkün. Bu sosyal bir projedir. GAP Bölgesi içindedir. Eğer bir yerel yönetim omuz verirse geri kalan kısmını kentle birlikte halledebiliriz. Sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve Avrupa Birliği kaynaklarının kullanımı son derece mümkündür. Bu faaliyetin nasıl ucuza getirilebileceğiyle ilgili tüm detaylar ve alternatifleri projede yazdım.
Gaziantep açısından faaliyete geçirebilirsek, kentin, bölgenin ve kültürel mirasın korunması açısından son derece önemli bir iş yapılır diye düşünüyorum. Henüz geç kalınmış değil. Gaziantep metropolleşmeden kaynaklı toplumsal farklılaşma nedeniyle değerlerin izi bulunamaz hale gelmeden derlenip toparlanabilir. Bu kapsamda zaten Gaziantep Üniversitesi olarak bir de Kent Müzasi projesi hazırlıyoruz. Kentin günlük yaşamı, ticareti, yaşamına yönelik bilgilerin belgeleri toparlanmasına ilişkin bir proje ve Çocuk Müzesi faaliyeti olarak değerlendirilebilinir. Yaşadığımız kent ve çevresindeki değerlerin koruma altına alınarak yeniden üretilmesi, kültürel mirasın sahiplenilmesi açısından faydacı bir projedir.
Tüm bu anlattıklarınıza son olarak eklemek istedikleriniz var mı ?
İstanbul'da yaşananları biliyoruz. Eğer biz toplumumuzu, kendi geleceğimizi idare edemez isek; bu sürece kendimizi teslim edersek, süreci yönetemez isek, süreç bizi yönetmeye başlar. Bunun acısını sokakta yatıp kalkan çocuklar çekmeyecek kuşkusuz; eğitimli, eğitimsiz herkes kendi payına düşen zararı görecektir. Bu benim değil, herkesin paylaşması gereken bir projedir.(MG/EÜ)
* Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Eyüp Ay, 1965 yılında Mardin'de doğdu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi'nde yaptı. Doktorasını yine Hacettepe Üniversitesi'nde "M.Ö. 5000'den Günümüze Seramik Sanatının Teknik ve Tipolojik Gelişimi" konulu çalışması ile tamamladı. Bir yıl ODTÜ'de Hazırlık sınıfı okudu. 1999-2003 yılları arası ODTÜ TAÇDAM Proje Başkanlığı yaptı. 2002'de BOTAŞ Arkeolojik Araştırma Koordinatör Yardımcılığı, Kültür Bakanlığı adına Yukarı Habur Bölgesi (Şanlıurfa-Mardin-Diyarbakır) Yüzey Araştırması Başkanlığı, Kültür Bakanlığı Ilısu Barajı Kurtarma Kazısı Programı çerçevesinde Müslümantepe Höyüğü Kazı Başkanlığı, 1986-1992 yılları arasında Mardin Girnevaz kazısı ekip üyeliği, 1992-1996 arası İzmir-Urla Limantepe kazısı, Menemen Panaztepe kazısı, Menderes ilçesi Tahtalı Barajı Kurtarma Kazısı ekip üyeliği yaptı.