SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR
“Çocuk koruma sistemi kurulmadan adalet sağlanamaz”
11. Yargı Paketi taslak çalışması çocuk adalet sistemine dair yeni düzenlemeleri gündeme getirirken bu konuda açıklanan veriler buzdağının görünmeyen yüzünü ortaya koyuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2024 yılında suça sürüklenme nedeniyle güvenlik birimlerine getirilen toplam çocuk sayısı 202.785. Bunların arasında 15-17 yaş aralığında olan çocukların sayısı ise 122.779.
Çocuk adalet mekanizması üzerine çalışan uzmanlar bu verilerin içinde suça sürüklenme nedenlerine bakmak gerektiğine işaret ederek “Sorunun cezada değil, koruma sisteminin eksikliğinde olduğunu” belirtiyor.
Çocuğun suça sürüklenmesinin temelindeki nedenlerin neler olduğunu, göç ve sosyal politikaların ne derece önemli olduğunu ve günümüzde sık sık konuşulan çeteleşmenin çocuklarla ilişkini Avukat Mazlum İlter ve Gazeteci Cengiz Erdinç bianet için değerlendirdi.
SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR
"Cezanın ağırlaşması çocuğun toplumla bütünleşmesini zayıflatır"
"Bu bölgeler çocuklar için kaynak çölü"
Avukat Mazlum İlter, çocukların bireysel tercihler ile değil yapısal eşitsizlikler sonucu suça sürüklendiğini vurgulayarak “Çocuğu suça iten motor bireysel tercih değil, onu koruyamayan sosyal sistemdir. Çocukların davranış biçimlerini şekillendiren en güçlü faktörlerden biri göç. Göçle birlikte mahallelerin sosyal dokusu hızla değişiyor. Ekonomik kriz, çarpık kentleşme ve işsizlik bu değişimi derinleştiriyor. Bu mahallelerde çoğu zaman çocuk koruma hizmetleri eksik, sosyal destek mekanizmaları yetersiz. Bu bölgeler çocuklar için birer kaynak çölü.” dedi.
Göç ile şekillenen mahallelerde çocukların sürekli değişen bir çevrede aidiyet duygusunu da kaybettiğini kaydeden İlter, eğitimden kopan, sosyal alanlara erişemeyen, yoksulluk içinde büyüyen çocukların riskli davranışlara daha açık hale geldiğinin altını çiziyor.
Göç ile şekillenen bu mahallelerde eğitim, sosyal alan, sağlık hizmetine erişimin bulunmadığını bu nedenle çocuklar kendilerini ifade edecek, güvenli biçimde sosyalleşecek alan bulamadığını anlatan İlter; bu boşlukların cezalandırmakla değil, hizmetle doldurulması gerektiğine dikkat çekti.
Yoksulluk, stres ve kopan bağlar
Suça sürüklenen çocukların ailelerindeki en belirgin etkenin yoksulluk olduğuna işaret eden İlter, ekonomik baskının çocukları erken yaşta çalışmaya zorladığını, aile içi istikrarsızlığın ebeveynlerin çocukla kurduğu bağı zayıflattığını söylüyor:
“Aynı evde birden fazla risk faktörü birikiyor. Aile, çocuğun gözünde duygusal olarak meşgul, çoğu zaman yok. Bu da çocuk için yalnızlık anlamına geliyor.”
İlter adalet sistemi ile karşı karşıya kalan çocuklar için bu kopuşun daha da derinleştiğini, Türkiye’de 9 çocuk ve gençlik tipi eğitim kurumu bulunduğunu ancak çocukların çoğu zaman yaşadıkları ilden başka bir kente sevk edildiğini belirtti:
“Batman’da tutuklanan bir çocuk Diyarbakır’a gönderiliyor. Ailesi yoksul olduğu için açık görüşe gelemiyor. E-görüş imkânı da teknik arızalarla fiilen engelleniyor. Zaten zayıf olan aile bağları böylece kopma noktasına geliyor.”
Çocuk adalet sistemi topyekün değişmeli"' loading='lazy'>
"Çocuk adalet sistemi topyekün değişmeli"
İlter’e göre ceza infaz kurumlarına bağlı eğitim evleri çocukların psikolojik durumunu daha da ağırlaştırıyor:
Zaten gerilim altındaki çocuklara verilen destek çoğu zaman sadece uyku ilacı olmaktadır. Eğitimden kopmuş çocuk, kapatılma süreciyle birlikte toplumla bağını tamamen yitiriyor. Cezaevlerinde akran şiddeti de yaygın. Kurum içindeki psiko-sosyal destek mekanizmalarının zayıflığı, çocukların yaşadığı travmayı kronikleştiriyor. Aynı çocuğun birden fazla kez cezaevine dönmesi, sistemin kalıcı bir yanıt üretemediğinin göstergesidir.
"Organize suç bir tür istihdam biçimi"
İstanbul’daki pek çok çetenin varlık gösterdiği semtler, aynı zamanda suça sürüklenen çocukların da yoğun olarak yaşadığı mahalleler olarak karşımıza çıkıyor. Bu konudaki araştırmaları ile öne çıkan Gazeteci Cengiz Erdinç, çocukların bazen zorla bazen de çaresizlik gibi durumların açığa çıkmasından dolayı bu yapılara dahil olduğunu belirtti. Koruyucu hizmetler yetersiz kaldıkça, çocukların çetelerin istismarına karşı daha savunmasız hale geldiğine dikkat çekerek tabloyu şöyle özetledi:
Burada daha çok yeni nesil çetelerden söz edilebilir. Burada cezasız kalan ve adeta özendirilen beyaz yaka suçlarına, bu suçları işleyenlerin toplumun gözüne soktuğu lüks hayatlarına, bunun yarattığı öfke ve çelişkiye bakmak daha doğru olur. Çünkü bu mahallelerde bu lüks hayatla alabildiğine tezat bir yoksulluk, çaresizlik hakim. Eğitime erişmek güç, çocuk denen yaşlarda sanayi mahallelerinde, tekstil atölyelerinde ucuz işgücü ya da tarikatlarda müritlik gibi yollar dışında bir seçenek yok. Geriye “gayrimeşru” alan kalıyor.
Mahallelerde, akran gruplarında, kimi zaman taraftarlıkla kurulan ilişkiler, sosyal medya üzerinden de gelişebiliyor. Teknolojinin getirdiği denetlenmesi olanaksız gizli iletişim kanalları da bir arz talep ilişkisi içinde, grupların bu mahallelerden “istihdam” sağlamasına yol açıyor. İstihdam diyorum çünkü organize suç da bir tür istihdam biçimi.
Cezaların artması çocuklar için ne anlama geliyor?
Yoksullukla başlayan bir döngü
Suça sürüklenen çocukların bir kısmı ilerleyen yaşlarda tekrar adalet sistemiyle karşılaşıyor, bu kez “suç örgütü üyesi” olarak. Erdinç bu durumu “suç kariyeri” değil, sistemsel bir başarısızlık olarak tanımlıyor: “Erken yaşta eğitimden kopan, iş bulamayan gençler için cezaevi bir durak haline geliyor. Çıkınca yaşamını sürdürmek için yine suça dönüyor. Çünkü başka bir seçenek yok.”
Erdinç gibi suça sürüklenmenin kaynağına işaret eden İlter, çözümün adresinin de cezalandırmada değil, erken müdahalede olduğunu vurguluyor:
“Çocukları suça iten motor, koruma sisteminin eksikliğidir. Güçlü, erişilebilir, bütüncül bir çocuk koruma sistemi kurulmadıkça adalet politikaları yalnızca sonuçlara müdahale eder.”
(NS/NÖ)