Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi tarafından 10 – 11 Mayıs 2014 tarihlerinde, Mersin’de düzenlenen 2014 Türkiye’sinde Çocuk Cezaevleri Gerçeği Paneli’nin kapanış cümlesiydi “Çocuk Cezaevlerini Kapatacağız!”
Bir temenni değil, romantik bir hayal değil; insan hakları ve çocuk hakları örgütlerinden sendikalara, meslek örgütlerine ve LGBTİ örgütlere kadar şu an için 28 örgütün temsilcilerinin çalışmalarındaki kararlılığın ve inancın bir işareti olarak hep birlikte alındı bu karar.
Yıllardır çok çeşitli kampanyada, farklı alanlardaki mücadelede bu kadar kararlı bir çalışmaya ilk defa rastlıyorum. O yüzden ben de biliyorum ki, çocuk cezaevlerini kapatacağız.
Önce Pozantı’yla dikkat çeken, daha sonra Şakran, Sincan ve diğer pek çok cezaevinde çocuklara yönelik devlet şiddetinin kamuoyuna yansıması sonucunda 2014 yılı başında bir araya gelen örgütlerden oluşan Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi’nin; mücadele yolunda ortak bir dil geliştirmek, mücadele hatlarını netleştirmek, bu alanda çalışan akademisyenlerin, hukukçuların, uzmanların ve en önemlisi çocukların ve ailelerin görüşlerini almak amacıyla Mersin’de düzenlediği çalıştay, iki gün boyunca oldukça yoğun çalışmalar ve tartışmalarla ve çalıştay sonucunda yapılan forumda alınan ortak kararların bir sonuç bildirgesine dönüştürülmüş olmasıyla da bu hedeflerini gerçekleştirmiş görünüyor.
Çocuklara yönelik devlet şiddeti; iktidarların rejimlerinin devamlılığı için en sık başvurdukları zor kullanma yöntemlerinden birisi. Biyopolitikanın, gözetim ve denetimin en iyi işlediği mekanizma olarak cezaevleri, zaten kendi başına bir şiddet aracı işlevi görüyor.
Üstelik bu cezaevlerinin “yüksek güvenlik” argümanı çerçevesinde tecrit koşullarını ağırlaştıracak biçimde yapılandırılması ve bu şiddet mekanizmalarında doğrudan fiziksel şiddet uygulanması, bütünlüklü bir şiddet döngüsüne dönüşüyor.
Çocukların cezaevlerine kapatılması, devletin çocukların özgürlüğüne, çocukların bedensel ve zihinsel varoluşuna yönelik tartışmasız bir müdahale [1] anlamı taşıyor ve çocukların yüksek yararının her alanda ihlalini de beraberinde getiriyor.
Çocuk cezaevlerinin çocuklara yönelik devlet şiddetinin “görünmez kılınmaya çalışıldığı” mekanlar olarak tanımlanması, şiddetin sadece cezaevinde varmış gibi bir algı yaratılması riskine karşı, daha doğru bir hat olacaktır. Çünkü yıllardır Kürdistan’da, hazirandan beri de Gezi Direnişi vesilesiyle batıda da göründüğü üzere artık devlet şiddeti sokağa taşmıştır.
Karakollarda, cezaevlerinde sürdürülen sistematik işkence, mevzubahis “devlete karşı çocuklar” olduğunda büyükşehirlerin merkezi alanlarında, tüm yurttaşların gözü önünde sürdürülmektedir. Kürt çocuklar yıllardır yaşadıkları devlet şiddetine karşı mücadele ederken, onların elindeki taşı sorgulayanlar, devletin taşlaşmış vicdanına ve bunun açık şiddet uygulamalarına yönelik bugüne kadar çok az ses çıkardılar.
İşte Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi, tam da bu alana müdahil oluyor. Çocuklara uygulanan devlet şiddeti, aslında bir bütün olarak özgür çocukluğu yok ediyor ve bu nedenle de hepimizin özgürlüğü için öncelikli olarak çocukların özgürlüğünü savunmamız gerekiyor.
"Mersin Protokolü"
Girişim’in Mersin’de yürüttüğü iki günlük çalıştay boyunca, çocuklara yönelik devlet şiddetinin boyutları, cezaevlerinde çocuklara yönelik hak ihlalleri ve şiddet pratikleri, hukuki durum ve mücadele yolları yoğun tartışmalarla paylaşıldı.
Çalıştayın son oturumunda gerçekleştirilen forumda, mücadele sürecinin bundan sonra nasıl devam ettirileceğine dair temel ilkeler ve eylemlilik pratiklerine yönelik somut öneriler geliştirilerek, çalıştay sonunda gerçekleştirilen bir basın açıklamasıyla bir sonuç bildirgesi yayınlandı.
Tam metnini buradan okuyabileceğiniz sonuç bildirgesinin güçlü ve heyecan yaratan bazı kararlarını burada da paylaşmakta fayda görüyorum.
Eski adıyla ıslahevi olan eğitim evleri de dahil olmak üzere, hiçbir biçimde “kapalı kurum”un kabul edilmeyeceği biçimde tüm cezaevleri ve diğer kapalı kurumların kapatılarak, çocuk tutukluluğuna son verilmesi, bu konuda Türkiye’de bugüne kadar alınan en ciddi kararlılık olarak karşımıza çıkıyor.
Yine “çocuk” ve “suç” kavramlarının bilimsel olarak yeniden ele alınarak çocukların “suçlu” olamayacağı, “suça itilme” kavramsallaştırmasının “çocukların mücadelesine saygısızlık” [2] olduğu yaklaşımı temelinde, alana dair bilgi setinin yeniden üretimi kararı, bu alandaki teorik zeminin eleştirel bir perspektifle güçlendirilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Son ve nihai hedef olarak girişim belki de çok iddialı görünen bir hedef ortaya koyuyor. Tıpkı İstanbul Protokolü sürecindeki kazanımda olduğu gibi, Ankara’da yapılacak kapsamlı bir çalıştay sonucunda çocuk yargılaması ilkeleri ve alternatif model önerisini içerecek “Çocuk Yargılamasında Mersin Protokolü”nün ilanı ile birlikte, bu protokolün başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası insan hakları koruma mekanizmaları tarafından bir yaptırım aracını dönüştürme hedefi Mersin çalıştayının ve sonuç bildirgesinin en dikkat çekici kararı olarak hepimizi heyecanlandırıyor.
Tabii ki “çocuklar için” yürütülen bir mücadelenin temel sahibi olan çocuklar, bugüne kadar Türkiye’de yapılan pek çok çalışmanın aksine, bu sefer unutulmuyor ve oluşturulmasına destek olunacak bir çocuk çalışma grubunun yürüteceği çalışmaların, girişimin çalışmaları için esas teşkil edeceği kararı ilkesel düzeyde kabul ediliyor.
Bütün bu hedefler çok uzağımızda gibi görünüyor olabilir. Ancak haftasonu Mersin’de oluşan dayanışma, birlik, mücadele heyecanı ve direniş atmosferinin çok ciddi kazanımlar için bir zemin sağladığından şüphem yok. Sonuç bildirgesinin sonunda da hep birlikte söylediğimiz gibi:
“Biz çocuk cezaevlerini kapatacağız”! (SY/YY)
* Sedat Yağcıoğlu, Araştırma Görevlisi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Hizmet Bölümü