Sürecin kısa özetini yapmak gerekirse, şehircilik/planlama disiplinlerini ülkemizde ve dünyada geliştirenler büyük bir çoğunlukla mimarlar olmuşlardır. Ancak zaman her şeyi olduğu gibi kentleri de değiştirmiş ve giderek karmaşıklaşan kentlerde fiziki tasarımın ötesinde bir planlamaya gereksinim doğmuştur.
Planlamada, tasarımla ilişkili bir süreç olarak başlamakla birlikte, bugün itibariyle tasarımdan giderek uzaklaşan ve hatta kopan bir noktaya ulaşmıştır.
Kentlerin çirkinleşmesinin nedeni
Bu gelişmeler, mimarlık bölümlerinden bağımsız şehir ve bölge planlama bölümlerinin doğmasına neden olmuş ve imar planları da giderek artan bir şekilde bu bölümlerin mezunlarınca yapılır hale gelmiştir.
Mimarlara göre bu gidişat kentlerimizin çirkinleşmesinin nedenidir. Şehir plancıları ise, planlamanın artık bir değer yaratma, değer dağıtma ve düzenleme işi haline geldiğini, dolayısıyla mimarlıktan çok iktisat ve siyaset ile iç içe bir karar alma sürecine karşılık geldiğine dikkat çekmekte, kentlerin içinde bulunduğu sorunların ise mimarlardan kendilerine kalan kötü mirastan kaynaklandığını iddia etmektedir.
Tasarım, verilen kararların sonrasında düşünülecek bir aşamadır ki, ehliyeti de ayrıca tartışılır.
Kapitalist üretim biçimi
Planlamanın, iktisat ve siyaset ile ilişkisi tarihte birçok örnek üzerinden okunabilir. Örneğin, 19. yüzyılda İngiliz işçi sınıfının yaşama alanlarıyla da ilişkili olarak karşı karşıya kaldığı sağlık sorunları, planlamanın vurgusunu sağlıklılaştırma haline getirmiş, yapılan planlama çalışmaları bir yandan işçi sınıfının yaşama şartlarını iyileştirirken, diğer yandan da dönemin kapitalist üretim biçiminin sürdürülmesine hizmet etmiştir.
Kapitalist üretim biçimi fordist üretim sistemiyle tanışınca, planlama pratikleşme üzerine kurgulanmış ve rasyonel planlama anlayışı gündeme gelmiştir.
Bu dönemde, ev-işyeri mesafesinin kısaltılması, kısaltılamıyorsa bu mesafeyi kat etme süresinin azaltılması gibi kantitatif hedefler belirlenmiş, kitle üretiminin gereği pazar koşullarını oluşturmak üzere karayolu ağları gibi çeşitli yatırımlara öncelik verilmiş ve zamanla yaşam alanlarımız fordist üretimin mantığına uygun hale getirilmiştir.
Keynezyen politikalar
İkinci Dünya Savaşı sonrasında krize giren kapitalist ekonominin çıkışı, savaş sırasında yıkılmış kent merkezlerinin yeniden inşası üzerinden gerçekleşebilmiş ve bu krizden çıkış sürecinin en önemli aracı yine planlama olmuştur.
Aynı dönemde, yoksullaşan kentlilerin Keynezyen politikalarla desteklenmesinde de planlama etkin bir araç olarak kullanılmış, yapılan sosyal konutlar, alınan tam istihdam kararları planlama üzerinden gerçekleşmiştir.
Örneğin, Amsterdam'da kent merkezi ile havaalanı arasındaki geniş arazilerin bir kent parkına dönüştürülmesi işi bizzat dönemin tam istihdama yönelik politikalarının planlama üzerinden hayata geçirilmesinin örneğidir.
Post-fordist üretim biçimi
Sosyal adalet, eşitlik, savunucu planlama anlayışı gibi konuların planlama gündemine bu dönemde girmesi rastlantı değildir. Daha sonra, 1970'lerin başında dünya kapitalist sisteminin yeniden krize sürüklenmesiyle post-fordist üretim biçimleri geliştirilmiş; bu esnek, parça başı, siparişe dayalı üretim biçimlerinin planlamaya yansıması, zamanla, bütüncül planlama anlayışından kopuş olarak gözlenmiştir.
Neoliberal iktisadın dünyayı sardığı 1980'ler ve sonrasında hızlanan küresel akışlar da bu parçacı planlama anlayışını güçlendirmiş ve kentler sermayenin ikinci döngüsünün sahneleri haline gelerek bugünkü büyük metropoliten projeler ile dönüşüm projeleri arasında sıkışıp kalmışlardır.
Planlama kapitalist gelişmeyi izler
Gelinen nokta itibariyle planlama işinin en önemli bileşenlerinden birisini kentsel arsa ve/veya arazi arzının hangi kesimlere, ne miktarda yapılacağı oluşturur ki, bu, kentsel eşitsizliklerin giderilmesinde ya da arttırılmasında kullanılabilecek çok önemli bir araçtır.
Nihayet denilebilir ki, planlama, sürekli olarak ve giderek artan bir şekilde kapitalist gelişmeyi takip etmiş ve sistemin iç sorunlarında bir çözüm aracı olarak kullanıla gelmiştir.
Planlamanın iktidar ile ilişkisini de tarihsel bir bakış ile ele almak mümkündür. Tarih boyunca mekanı denetim altına almanın en önemli araçlarından birisi plan ve harita olmuştur.
Başkent Ankara
Emperyalizm harita üzerinden gelişmiş, plan ise iktidarın düzenleme üzerinden denetim kurmasında ve gücünü göstermesinde etkin olarak kullanılmıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Paris'te dar sokaklarda kurulabilen barikatların iktidar için tehlike halini almasıyla geniş bulvarların açıldığı iyi bilinen bir örnektir.
Eski sosyalist ülkelerdeki kent meydanları toplumsal ilişkileri kuvvetlendirmek amaçlı kamusal alanlar yaratmak için değil, sosyalist devletin gücünü göstermek için devasa boyutlarda tasarlanmıştır.
Başkent Ankara'daki prestij ve güç gösterisi niteliğindeki kamu yapıları da bu çerçevede düşünülebilir. Siyaset yapma ve iktidar etme süreçlerinde demokrasinin giderek artan etkinliği ise, bugün geldiğimiz noktada katılımcı planlama anlayışlarının tartışılmasına olanak vermiştir.
Plancının çizgi ve kelimeleri
İstisnalarını bir kenara koyarak, planlamanın, tarih boyunca hakim iktisat ve siyaset yapma biçimlerinin bir aracı ya da onların ideolojisine paralel olarak çalıştığını söylemek mümkündür. Yani plancının, çizgi ve kelimeleri ile iktidara ve/veya egemen iktisadi sisteme hizmet ediyor olma ihtimali yüksektir.
Tartışma konusu, bunun etik olarak kabul edilebilirliği ya da bundan kaçınmanın yöntemleri değil, plancının çizgi ve kelimeler üzerinden yaptıklarının ne kadar farkında olduğudur. Yaptığının farkında olmayan bir plancının iktidarın ya da hakim iktisadi sistemin oyuncağı olma riski büyür.
Aynı şekilde, gücünün farkına varan bir plancının kendi emellerini insanların yaşamlarına en azından mekansal olarak dikte etme tehlikesi de bulunmaktadır.
Kentsel siyaset alanı
Bugün gelinen noktada rant ve değer yaratma, bunları dağıtma ve düzenleme işlerinin siyasallığı da düşünülünce, her çizgi ve kelimenin kentte yaşayan insanların geleceği üzerindeki önemi artar; bina ve çevresinin tasarımı noktasından bir yaşam tahayyülü uzamına ulaşır.
Planlamanın bir yaşam tahayyülü ile ilişkilenmesi, kentsel siyasetin planlama süreçlerinin olmazsa olmazı haline gelmesini gerektirir.
Katılımın mümkün olduğu bir kentsel siyaset alanı içerisine giren plancı karşı karşıya olduğu iki tehlikeden olabildiğince uzaklaşmıştır, çünkü fikirlerin serbestçe tartışılabildiği ve kararların bu tartışmaların üzerinden şekillendirildiği bir sistemde hem kapitalizm ve iktidarın hem de plancının gücü görece sınırlanmış olacaktır.
Demokrasi, çoğunluğu temsilin ötesinde
Bu çerçevede tartışılması gereken ve mimar-şehir plancısı tartışmasının esasını oluşturduğunu düşündüğüm soru şudur:
Çizgi, kentsel siyaseti ve demokrasiyi ve daha ileri bir noktada insanların yaşama tahayyüllerindeki çeşitliliği ne kadar temsil edilebilir?
Demokrasi bugün geldiği nokta itibariyle çoğunluğun temsilinden ötededir. İçinde azınlığı da yaşatan bir tavır almaya çabalamaktadır.
Oysa, çizgi, içinde bu anlamdaki bir demokrasiyi barındıramaz. En çok çoğunluğun muhalefetsiz ve/veya azınlıksız temsili anlamına gelebilir. Kesinliği ifade eder. Dahası belirlediği kesinlikle geleceği de ipotek altına alır. Süreçlerin olagelmesine izin vermez.
Harvey'in çizim masası
Nihayet, çizgi, bugün itibariyle yerel siyasetin getirdiği ve demokrasinin gerektirdiği çeşitliliği barındıramayacak bir planlama aracı konumuna düşmüştür. Siyaset ve iktisat ilişkilerini tanımlamakta güçsüz kalır.
Basit, düşüncesiz ve ne yaptığının farkında olmayan bir kalem darbesiyle çok hassas bir hale gelmiş olan kent rantları üzerinden büyük eşitsizliklere neden olabilir, daha önemlisi, yaşam tahayyüllerimize uygun olarak, kurarak ve/veya seçerek belirlediğimiz yaşam pratiklerimizi yerle bir edebilir.
Bu anlamda David Harvey'in "çizim masası kendini kandırmanın en nam salmış aracı"dır saptamasının ötesine geçmek ve planlamada tek kişilik bir çizim masasını insanların yaşama pratiklerine tecavüz olarak tanımlamak gerekir.
Meslek şovenizmi
Planlama ve kentler üzerinde kafa yoran meslek insanlarının tartışması gereken nokta budur: Çizim aracı üzerine kurulu mevcut imar planlama sistemi kentlerin geleceği ve kentlilerin mutluluğu için uygun mudur?
Tartışmayı "imar planını (ve iddiaya göre peyzaj planını, kentsel tasarımı, iç mimarlığı vb.) mimar yapar sığlığına indirmek ve bunu yaparken kendi mesleğini merkeze ve üste almak, meslek şovenizminin ötesine gitmez. Hedef ve gündem saptırır. Bir arada durması ve işlemeyen imar sistemini işler kılması gereken kesimlerin kamplara ayrılmasına neden olur.
Bu sistemi bize miras bırakan eski nesillerin düşünce yapıları üzerinden değişen dünyanın gereksinimlerine uygun bir özeleştiri yapılmasını engeller; planlama işini yapma iddiasında olan mimarların eğitim programlarında kente, iktisada ve siyasete ilişkin hemen hiç ders olmaması gerçeğini saklamak gibi kandırmacalara neden olur; bu iddiada ısrarcı olanların programlarını gereğince revize etmelerini engeller.
Mimar yapısının yaratıcısıdır
Hatta daha da ileri gider ve topladığı kurultaylarda kent plancılarının, iktisat ve siyaset ile ilişkilerini koparacak şekilde mesleki eğitimlerine dokunmayı bile kendine hak görür ve bunu yaparken kent plancılarına ve bu işin eğitimini veren insanlara danışmayı gerekli bulmaz.
Mimar yapısının yaratıcısıdır. Çok eskilerde kalmış bir dönemde, üzerinde insan olmayan kentlere de yaratıcılık yaptığı bilinir. Yaratıcı, tanımı gereği tektir ve yarattığı ürün üzerinde müşterisinin talepleri dışında kendi bildiğini ve istediğini temel alır.
Mesleki kültürünü teklik, tek yapı ve tek müşteri üzerine oluşturmuş bir camianın (bir küçük azınlık dışında tek yapısının çevre ile ilişkisini kuran mimar yoktur; bunun açık kanıtı içinde yaşadığımız kentlerdir.
Gönül bağı
Ve sanırım hiçbir mimar yapacağı yapı hakkında çevrede oturan insanların fikrini almayı gerekli bulmaz!), üstelik mesleki pratiği çizgi üzerinden ilerlerken (dolayısıyla günümüz demokrasisinin gereklerini çiğnerken!) ve siyaset ve iktisat ile yalnızca gönüllü bir bağı oluşabilirken (bu konuda kendilerini iyi yetiştirmiş mimarlar da bulunmaktadır ama bunda mesleki bir eğitim değil gönüllü bir tercih etkin olmaktadır), planlama işini tek başına üstlenmeye talip olması gerçek olamaz.
Bu saldırının karşısında şehir plancılarının ani bir refleks geliştirerek, en azından fiziki kent mekanı açısından birikimleri çok değerli olan mimarları yok saymaları da yanlıştır. Tartışma, yetki üzerinden pasta paylaşımını hedefledikçe planlama süreçlerini olumsuz etkileyecek ve bizlere olduğu kadar kentlere ve kentlilere de zarar verecektir.
Planlama bir yaratıcı ya da maestro işi değildir. Siyasette de olduğu gibi, bir dönem teknik olanın üstünlüğü varsayılmış ancak kısa sürede yapılanın bir hata olduğu anlaşılmıştır.
Kamusal alana alternatifler
Geldiği nokta itibariyle planlama, idealinde, iletişimsel kamusal alanın ortaya çıkardığı çok sahipli bir süreçtir. Uzman, bu kamusal alana alternatifler sunarak görevini yapar.
Çizime dayalı imar planı
Mesleğini ve eğitimini, bu kamusal alanın en eşit bir şekilde yaratılmasına ve işler kılınmasına kolaylaştırıcılık etmeye ve bu kamusal alana uzmanlığı çerçevesinde hizmet etmeye dayandıran ve bunun için gereken bütün formasyonu almanın neredeyse imkansız olduğunun farkında olan şehir plancıları (ki bu koşulları sağlamayanlar çoğunluktadır!), mimar, iktisatçı, sosyolog, haritacı, coğrafyacı, jeolog gibi uzmanlardan oluşacak bir ekibin koordinatörü olarak bu uzmanlığı sunabilecek en yetkin ve donanımlı meslek grubunun üyeleridir.
Dahası, mimarlardan miras kalmış çizime dayalı imar planı sisteminin yerine, günün gereklerine uygun bir planlama sistematiği geliştirmek de, yine bu meslek grubunun iletişimsel kamusal alanın oluşmasına kendini adamış öğelerinin ancak diğer ulema tayfası ile birlikte hareket ederek başarabileceği bir misyondur.
Planı yapacak olan her kim ise, artık çizim masasında imar planı çizme kolaycılığına soyunmamalı, uzmanlığı çerçevesinde kamusal alanın yaratacağı karar süreçlerine hizmet etmeyi tercih etmelidir.(MCY/AD)
(*) Bu yazı Arkitera Mimarlık Merkezi'nin Arkitera Dergisinden alıntılanmıştır.
(*) Yazıda kullanılan vurgular ve ara başlıklar bianet'e aittir.