“Önce gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün sonrasında da akademisyenler Esra Mungan, Muzaffer Kaya ve Kıvanç Ersoy’un tutuklulukları sırasında tek kişilik hücrelerde izolasyona, tecride tabi tutma uygulamalarıyla karşılaştık ve yasal mevzuatta yeri olmayan bu uygulamaların yaygınlaşabileceği yönünde endişe duyuyoruz.”
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), son zamanda tutuklananların maruz kaldığı tecrit uygulamalarıyla ilgili açıklama yaptı.
Üç tip hücre cezası
Açıklamada, hücre uygulamasının Türkiye’de üç biçimi olduğu ifade edildi:
* Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mahpuslar infaz sürelerinin tamamını hücrede geçirir.
* Diğer mahpusların tek kişilik hücrelerde tutulması ise mahpusa, hapishanelerdeki en ağır disiplin cezası olan hücre cezasının verilmesi ile mümkün. Bu ceza için firar girişiminde bulunması, yangın çıkarması, diğer mahpusları yaralaması ya da öldürmesi gibi fiilleri gerçekleştirmesi söz konusu olmalı.
* Bir diğer uygulama ise mahpusların “gözlem ve sınıflandırma merkezleri”nde 60 güne kadar bir süre gözetim altında tutulması. Ancak kanuna göre bu uygulama tutuklular değil sadece hükümlüler için öngörülür.
Açıklamada, bu üç “hücreye koyma” uygulamasının da hapse ilk getirilen kişinin tabi tutulacağı tecride dayanak yapmasının mümkün olmadığını altı çizildi.
“Kabul odasında” en fazla üç gün
Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün 67. Maddesine göre, tutuklular “kabul odası” verilen yerde en fazla üç gün tutulabilirler:
“Kuruma gelen her hükümlü kabul odasına alınır. Bu süre içerisinde hükümlünün kuruma uyumuna yönelik yardım yapılarak, gerekli olan bilgiler sözlü ve yazılı olarak kendisine bildirilir.
Kabul odasına alınan hükümlü burada en çok üç gün kalır.
Kabul odasındaki işlemler bitirildikten sonra hükümlü ‘suç grubuna’ uygun odaya yerleştirilir.”
“Tehlikeli kişiler” istisnası
CİSST’nin açıklamasında, buna ancak tüzüğün 185. maddesinin istisna olabileceğini, bu maddeye göre de akademisyen ve gazetecilerin “Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan” kişiler olarak kabul edilmeleri gerektiği belirtildi.
Ancak bu uygulamanın da sadece Cumhuriyet Başsavcılığı kararıyla uygulanabileceği ifade edildi:
“Savcılık kararı olmadığı ve bu konu hakkında açıklanmayan, bilmediğimiz bir mevzuat bulunmadığı sürece bu tecrit uygulamaları yasal değildir.
Hapishaneler başlı başına bir kapatılma alanıdır. Tecrit anlamına gelecek her uygulama ceza içinde cezadır. Bu nedenle hücre cezalarına, yasal da olsa, temelden karşıyız.
İstisna, kural haline gelir mi?
Derneğin açıklamasında bu istisnaların kural haline gelmesinden endişe duyulduğu, “hücre cezasının” uluslararası mevzuata da aykırı olduğu belirtildi:
“‘Hücreye koyma’, uluslararası düzenlemelere göre; kanunen sıkıca belirlenmesi gereken, sınırlı hatta istisnai bir uygulama.
17 Aralık 2015’te güncellenen Birleşmiş Milletler Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, bir diğer adıyla Mandela Kuralları’na göre hücre cezası kişinin 22 saatini tek kişilik odalarda geçirmesidir ve en fazla 15 gün sürebilir.
Hücreye konan kişinin her gün fiziksel ve psikolojik değerlendirmeye tabi tutulması, bu değerlendirme sonucunda kişinin olumsuz etkilendiği gözlemlenirse hücre uygulamasından vazgeçilmesi gerekir. Avrupa Cezaevi Kuralları da benzer kuralları öngörür.”
Dernek Türkiye’yi, taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, uluslararası standartlarda ve ulusal mevzuatta yer alan insan hakları hükümlerine uygun davranmaya çağırdı. (AS)