Böyle başlar Andersen'in "Çirkin Ördek Yavrusu" hikayesi...
Elinde aynası kendine baktığında bir başka bedeni özleyen, o bedende yaşamak uğruna her an ölüm tehlikesiyle alışan, televizyondaki benzeri "Diva", "Sultanlar Sultanı" iken, dönme, totoş, tekerlek olarak aşağılanmanın ötesine geçemeyenler: Transseksüeller...
Gey, lezbiyen, travesti, transseksüellerin hayatta kalmak için oluşturdukları lubunca denilen özel argoda, transseksüelin karşılığı "Gacı" ya da "Lubunya". Selin Berghan Metis yayınları Siyah Beyaz serisinden çıkan ve alt başlığı "Transseksüel Kimlik ve Beden" olan kitabına "lubuncadan" esinlenerek "Lubunya" ismini seçmiş.
Birçok insan için televizyonda cinnet geçiren hallerinden ibaret olan sunulan travesti ve transseksüellerin hayatını araştıran ve kadından erkeğe, erkekten kadına cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirmiş, yani transseksüel olmuş bireylerle konuşan Berghan, çabasını, "transseksüellerin günlük yaşam pratiklerinin betimlenmesi" olarak belirliyor.
Kitap bir empati oyunuyla açılıyor:
"Kadınlar, alışveriş yapmaktan hoşlanmadığını, yegâne tutkunuzun bira eşliğinde futbol ve seks hakkında konuşmak olduğunu, ayakta işediğinizi düşünün."
"Erkekler, penislerinizin yerinde sürekli akan ve her ay kanayan bir vajina olduğunu düşünün."
Transseksüellerin toplumsal cinsiyet kimliklerini ve bedenlerini inşa ederken, "ataerkil sistemi yeniden üretip üretmedikleri" sorusuyla yola çıkan Berghan, çalışması sırasında, transseksüellerin yaşam pratikleri üzerine bilginin de az olduğuna kanaat getirip bir ikinci odak olarak bu konuyu seçmiş.
Berghan, çalışmasının başında toplumsal önyargılardan birine yenik düşerek okuyucuya, "merak edenler için, görüşmecilerimi barlarda bulmadım" notunu düşüyor. (sf: 13)
KAOS Gey Lezbiyen Kültür Derneği'nin desteğini alan Berghan iki cümlelik bir "Transseksüellere Yaklaşma Kılavuzu" da hazırlamış:
"Siz ne kadar olduğunuz gibi durursanız karşılarında, güven konusunda da o kadar yol alırsınız. Ve bir gün, Buse'nin bana yaptığı gibi, oldukça özel bir sırra ortak edilerek, "özel" olduğunuz hissettirilirse, doğru yoldasınız demektir." (sf: 13)
Toplumsal statüsü yükselenler, seks işçiliğine mahkum olanlar...
Kitap, Güneş, Derya, Ceylan, Buse, İlayda, Özlem, Yeşim, Pınar, Zeynep, Ayşe ve Okşan'dan oluşan 11 kişiyle yapılan görüşmelerden oluşuyor.
Bunlardan Derya diğerler örneklerden farklı olarak kadından erkeğe cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirmiş.
Erkekten kadına dönme ameliyatları sonrasında, yapacak işlerin azlığı nedeniyle transseksüellerin seks işçiliğine zorlandığını anlatan Berghan, kadından erkekliğe dönme ameliyatlarındaysa, "erkek olmanın insan olmakla eşdeğer tutulması" yüzünden, daha iyi bir toplumsal konuma geçme yollarının zorlandığına işaret ediyor.
Transseksüeller için bedenin hem araç hem amaç olduğunu yazan Berghan, görüştüğü transseksüellerin seks işçiliğinden başka bir şey yapamayacaklarına duydukları inancı "sorduğun da soru mu, bir transseksüel başka ne yapabilir ifadesi, bu kişilerin gerçekten hiçbir seçenekleri olmadığına ne kadar çok inanmış olduklarını gösterir" sözleriyle anlatıyor.
Hayatlarının düzene girmeyeceğine, fuhuş yapacaklarına dair önyargının süreceğine inanan transseksüeller başka işlere girme, deneme olasılıklarını zorlamıyorlar:
"Ben akşama çıkıp çıkamayacağımı bilmiyorum. O kadar yaşayıp yaşamayacağımı bilmiyorum..." (sf: 110)
O da bir kadın ben de bir kadın... Elini tutamam ki...
Kitaba giren hikayeler kimi zaman, üçüncü sayfa haberleri çıkmış gibi... Travesti - transseksüeller, yalnızca bedenleri içinde değil, özel hayat, iş, aile içinde sıkıştırıldıkları çemberden, kurtulamamaktan şikayetçi. Sürekli gözlenen olmak, pazardan alışveriş yapamamak, yolda yürürken fuhuşla suçlanmak hayatlarının bir parçası.
Berghan'ın soruları da, alışveriş, kirada oturmak, komşularla ilişkiler üzerinde şekilleniyor hal böyle olunca.
Medyanın hayatlarına yaptığı olumsuz katkıya bütün görüşmeciler değiniyor:
"Medya transseksüel imajı çizmiyor. Medya insanlık dışı olayları kendi kafasına göre yansıtıyor. Seni kabullenmeyen, seni dışlayan bir ülkenin medyası nasıl olur, tahmin etmek zor değil."(sf 143)
"Normalleştirilmek" adına evlendirilen, dövülen, evden atılan bu insanların arasında çocukları olanlar da var. Evlendirilmek ya da sevgili bulmak girdabına sürüklenen travesti ve transseksüellerin ortak tepkisi, "o da kadın ben de kadın elini tutamam ki.."
Pınar öyküsünün "bir eşcinseli heteroseksüel yapmak için zorla evlendirmek" sıradanlığını baskıya boyun eğmeyip, boşanmayı ve kadınlığını yaşamayı tercih etmesi ve bunu yaparken çocuklarını da yanına almasıyla bozuyor.
"Çocuklarımın biri on sekiz, biri on yedi yaşında. Kızım ortaokulu bitirdi, liseden terk. Oğlum lise sonda, bankada stajyerlik yapıyor. Biz ayrıldıktan sonra istediğim hayata kavuştum. Çoluğumu çocuğumu aldım yanıma. Çocuklarıma ben on sekiz sene boyunca kendim baktım. Kimseye bırakmadım. Bir gün çalıştım, on gün yedim. Bir gün çalıştım, on gün yedim..." (sf 212)
Derya'nın erkekliği tercih etmesiyse, kendinden büyük biriyle görücü usulü evlendirilmesine neden olmuş. Evlilikten Derya'nın da iki çocuğu var. Berghan'ın notuna göre, oğlundan daha çok bahsediyor. Birçok insan Derya'yı zamanında gazetelere düşen "kız kaçıran kadın" haberlerinden tanıyor.
Sevgilisi bu olaylardan etkilenerek intihar etmiş. Derya bu yüzden bir süre hapis yatmış...
Yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen yaşam inatlarını sürdüren travesti ve transseksüellerden Okşan, örgütlenme süreçlerini şöyle anlatıyor:
"Yalnızlık çok kötü. Toplum içinde yalnızlık. Gittiysen, dikkat ettiysen, yüzde doksan alt katlarda otururlar, kimsenin oturmadığı yerlerde. Aldıkları hizmeti çok pahalı alıyorlar. Sana bir taciz olsa, şikayetçi olsan basında yer alır, seni ailen psikologlara götürür, şu olur, bu olur. Bizimkiler her gün taciz ve tecavüze uğrar. Bunlara birilerinin dur demesi lazımdı."
Pembe Hayat Derneği'de bu ihtiyaçtan doğan bir örgütlenme. Bildirisi bunu hatırlatıyor:
"Adımızı altı yaşındaki bir transseksüel çocuğun, ailesi ve komşularının transfobik tavırlarıyla çocuksu mücadelesini anlatan 'Pembe Hayat' adlı filmden aldık. Biz de sorunlarımızla mücadele edeceğiz..."
Öteki görmeden farklı olanı anlatabilmek...
Bir kitap boyunca travesti ve transseksüellerin yaşadığı sıkıntılara mercek tutan Berghan'ın çalışmasının karşılaşabileceği en önemli sorun, "öteki" görmeden farklı olanı anlatabilmek.
Berghan, travesti ve transseksüellere karşı önyargısız, araştırmacı mesafesi taşıyan tavrını, kitabın başında "transseksüellerin avukatı olarak göründüğünü", eleştiriler aldığını açıklayarak örnekliyor, en büyük desteği görüşmecileri yani transseksüel bireylerden aldığını vurguluyor.
Transseksüel bireylerin ataerkilliği yeniden ürettikleri sonucuna varan Berghan, tespitini, "yalnız oldukları yedi milyarlık dünyada kocalarına tanrı gibi tapmalarına" bağlıyor. Erkekten kadına geçen bireylerin üzerine kurduğu bu tespiti, kadından erkeğe geçen bireyler için örneklemeyen Berghan'ın sonuç yazısında toplumun transseksüellere duyduğu "ikiyüzlü" merak üzerine de bir de dileği var:
"Bu araştırma, transseksüellik konusunda toplumsal 'barış' ın sağlanmasına önayak olma ümidini taşımaktadır."
Bu anlamda kitabın mülakat bölümlerinin tespit bölümlerine oranda daha bilgilendirici olduğunu bir kenara koymak gerekiyor. Son söz şimdilik hala bir "Çirkin Ördek Yavrusu" masalında:
"İç geçirdi çirkin ördek yavrusu. 'Ben asla onlar gibi güzel olamayacağım...' Suları yararak yavaş yavaş ilerlemeye devam etti. Suların açılan kolları arasına düşen görüntüye baktı ansızın. Çok güzel bir kuğu vardı karşısında. Başını kaldırdı. Başka kuğular ona 'gel' diyordu. Bir daha baktı sulara... Büyümüş, değişmişti. Çirkin ördek yavrusu alımlı bir kuğu olmuştu.."(AÖ/EÜ)
* Lubunya: Transseksüel Kimlik ve Beden, Selin Berghan, Metis Kitap, Mart 2007, 288 sayfa, 13,50 YTL
* Ayça Örer'in bu yazısı aylık kitap dergisi Mesele'nin Haziran sayısında yayınlandı.