Başka türlü bir tacizin, devlet güvencesinde sapıtan bir kayıtsızlığın dibini dolduran bu satırlar, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi sayesinde bizlere ulaştı. 1997 yılında, dapdar bir ifade özgürlüğü ile koşullandırılmışların alanında devlet tarafından cinsel şiddete maruz kalanlara yardım etmek için başlayan proje 10. yılında tüm soruşturmalara tutuklamalara rağmen aynı dirençle devam ediyor.
Birkaç ay önce kitaplaştırılan proje deneyimlerinden, travmanın cinsiyetini ve ırkını da teşhis ediyoruz ister istemez. Güvende olmak ucuz bir polisiye romanın esprisiz imi gibi hiçbir şeyi çağrıştırmıyor artık; "Onlar yaşadı" ünlemi "ne yaşadı" sorusuna cevap olamayacak kadar eksik. Çünkü soruyu soran bizler için de, resmiyete meydan okuyan ağızlardan olanları dinlemek bile ürkütücü geliyor.
"Mürebbi"lerin düğümlediği işkence yöntemlerindeki yaratıcılık, ülkemizdeki spekülatif düşünme geleneğinin yokluğundan yakınanların dikkatlerini "işkencelerin zindanları"na doğrultmalı. Eren Keskin ve Leman Yurtsever'in hazırladığı "Devlet Kaynaklı Cinsel Şiddet" kitabını okurken "sınırları belirlenmiş bir kadınlığın" devlet nezdinde ne tür bir aşağılanmayla muhatap tutulduğunu yırtıcı bir yaratıcılığın uçukluğunda takip etmek giderek imkansızlaşıyor. Bayıltılarak tecavüz edilen kadına ayıldığında bacaklarının arasında kalan meniyi kastederek fütursuzca "Regl olmuşsun, orkid ister misin?" diyenlerin dilindeki şakayı anlamak bile bizi utandırıyor. En kötüsü de kadını aile, ahlak için korumanın kısırlığında siyasi kadın suçluların "ahlaksızlıkları" ezberi işkence yönteminin şiddetinde, sözlerinde tacizkâr bir şekilde göz kırpıyor.
Bir zaman tecavüze varmayan "kötü muamelelere" ses etmeyenlerin tecavüze karşı hukuksal bir tepki sunacağını beklemek de hayalperestlikti kuşkusuz . Çok yakın bir zamana kadar "tecavüz"ü "bir erkeğin cinsel organının, kadın cinsel organına duhulü" olarak tanımlanmasındaki kısırlık bu beklentinin ilk kez suya düşüşüydü. Sonrasında ise mağdurun mağdurluğunun önüne konan kıstaslarla yaşadık hayal kırıklığımızı. Kürt kimliği ile otomatik bir siyasiliğin davasını üstlenen kadınlar mağdur olmak için biçilmiş kaftan neredeyse. Hem siyasi, hem Kürt, hem de kadın olarak üçlü bir korumasızlığın çemberinde köşeye sıkıştırılanlar "karanlıklarda" cinsel tacize uğruyor "güpegündüz".
Mahkemelerin taciz ve tecavüze ilişkin olarak yapılan suç duyurularında verdiği red kararı ise gerekçe olarak hep aynı ezbere başvuruyor: "Kadın teröristler devlet görevlilerini zan altında bırakmak için böylesi açıklamalarda bulunuyor!" Dönemin İstanbul Terörle Mücadele Şubesi Müdürü'nün annesinin yanına götürülmek istenen A. için söyledikleri de aynı ezberi taşırıyor: "Eren Hanım neden uğraşıyorsunuz, terörist bir annenin yanında kalacağına, devletin yuvasında büyüsün".
Oysa İstanbul Tabip Odası raporu devletin yuvasındaki sıcaklığın yakıcılığını gözler önüne seriyor: "Anneyi konuşturmak için 4 yaşındaki A.T.'ya da sırtına elektrik verme, elinde sigara söndürme işkenceleri yapılmış." Peki Mardin'de devlet görevlilerinin de dahil olduğu pek çok kişi tarafından tecavüz edilen 12 yaşındaki N. Ç. çocuk değil de ne? Altı çocuklu anneye bekaret kontrolü yapanlar 12 yaşındaki çocuğu vajinasından kadın görüp de, dolayısıyla cinsel şiddetin ezberini mi yakalıyor yoksa?
Devletin okunamayan manevi kimliğinde hiyerarşinin ezdiği zihinler aralarındaki statüyü kadına tecavüz ederken de koruyor: Kadına önce "şef" ler tecavüz ediyor... Anneliğe devlet karar veriyor: Hamile kadına işkence yapılırken "Olsun bunu düşür bir tane de benden yaparsın" sözleri kanımızı donduruyor. Fazıl Erdem Yeni Şafak'taki yazısında "Devletin maddi/fiziki varlığına ilave olarak manevi varlığının da kabul edilip korunmaya çalışılması, onun, vatandaşların iradelerinden bağımsız özerk bir varlık olarak algılanması sonucunu doğurur" derken, özerklik içinde özerklik doğuracak kadar heybetli bir maneviyat söyleminin teslim aldığı iradelerin neredeyse bütün bir ülkenin nüfusuna tekabül ettiğini de işaret ediyordu.
Eren Keskin'in 'Askerler kadınlara cinsel taciz uyguluyor' demek suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir ve tenzif ettiğine" karar verilirken bu sözlerin gerçek olması ihtimalindeki darboğazı, devlet varlığının hastalıklı taraflarını sorguya kapatarak ortadan kaldıracağını düşünenlerin makulluk ölçütü, hukuku da "Burası Türkiye"leştiriyor. "Eren keskini ilk gördüğüm yerde tacizde bulunmazsam namerdim" diyen Fatih Altaylı'ya karşı açılan davada Yargıtay'ın verdiği karara sunulan karşı oy yazısı önyargıların cetvelinde santimini şaşıran hukukun ağzını bozuyor: "Eleştiri ağır da olsa davacı katlanmak zorundadır, zira bu konuşmaya kendi ağır kusuru ile sebep olmuştur".
Devletin inayetinden faydalananlar belki de "müstahak" görüyordur yaşananları. Belki de "müstahakların" konuşması, yaşananlar kadar zordur. Ama ne olursa olsun hukuk yaşananları açıkça söylemek isteyenlerin güvencesi olmalıdır. İnsansız vatan sevgisi hastalık olduğu gibi, insanlara adaleti eşit dağıtmaktan kaçınan kayırmacılığın insan kapsamı da vatan olmaya yetmiyor. İnsanların eşitliğinde kadının önemi, sorgulanmaya yasak alanların da kapısını aralıyor. Dolayısıyla kitabın satırlarından zihnimize dokunanlar, cinsel şiddetten yola çıkarak eşcinselliği, kadınlığı, anneliği, siyasiliği, mahkemeleri, bilirkişiliği... devletin kabulünde "müstahakları" tanımak için çok iyi bir fırsat sunuyor. Okunanların sadece biz sivil okurlar için değil; emniyetin kaskatı gizliliğinde söylenenlerin ulaşmadığı resmi kimlikler için de - daha fazla mazaretleri kalmasın diye- sarsıcı bir anlamı var.
Resmiyete iğreti duran bir duyarlılıkla vicdanlarımızı ayağa kaldırıyor yaşananlar. Leman Yurtsever cinsel şiddetin "kadınları ve kadınlığın tüm yönlerini kontrol altında tutmak, onları aşağılamak ve karşı tarafın erkeklerinden intikam almak için kullanılır" diyor; kadın, yön, konrol, karşı taraf ve erkek kelimelerinin her biri cümlede kendi şifresini yeni bir tür cinayetle bilincimize dayıyor zaten.(GE/EÜ)