Öncelikle dayandığım "sağlık" tanımını anımsatacağım. Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptığı bu tanım, 1961 tarihli 224 Sayılı "Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun"un 2. maddesinde de yer alıyor: Buna göre "Sağlık, yalnız hastalık ve malûliyetin yokluğu olmayıp bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik halidir."
Bu tanım insanlar açısından bir "hak"kı da nitelemektedir. Bu hak "yaşama hakkı"nı bütünleyen "sağlıklı olma ve sağlıklı yaşama hakkı"dır. Dolayısıyla bu olayın gündeme getirilmesi konuya ilişkin başka düzenlemeler söz konusu olsa da hem gündeme getirilişi hem de sonuçları itibariyle aslında ve öncelikle "yaşama hakkı" ve "sağlıklı yaşama hakkı" açısından da ele alınmalıdır.
Konuyu irdelerken aslında üzerinde çok da ayrıntılı tartışmadığımız bazı başka kavramların ve onların tanımlarının da üzerinde durmamız gerekiyor. Bunu yaparken yaşanmakta olan bazı çelişkiler ve hatta çatışmaların da ayrımına varıyor insan.
Bunlardan birisi kimin "çocuk", kimin "ergin" olduğu konusudur. Bir diğeri "kimin yaptığının farkında ve sorumlusu" olduğudur. Bir başkası ise "insanların cinsel tutum ve davranışlarıyla ilgili özgürlükler" ve bunları düzenleyen hukuki ve yasal düzenlemelerdir.
Önce "çocukluk, erginlik olma" konusuna bakalım:
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilerek 2 Eylül 1990 tarihinde de yürürlüğe konulan ve Türkiye için de "kanun"(1) düzeyinde kabulü söz konusu olan "Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi"nin 1. maddesinde "Bu sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre 'daha erken yaşta reşit olma' durumu hariç, on sekiz yaşına kadar -on sekiz yaş, on sekiz yıl yaşamış olmak demektir- her insan çocuk sayılır" denilmektedir.
Bu noktada bir parantez açarak örneğin sağlık hizmetlerinin finansmanını düzenleyen "Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası" bakımından bu durumun nasıl düzenlendiğini anımsayalım:
Buna göre "çocuk" tanımının somut uygulamadaki bir boyutu olan "sağlık güvencesi ve yasa tarafından güvence altına alınan çocukların durumuna" ilişkin düzenleme 18 yaşın altında her çocuğun gereksindiği sağlık hizmetlerinin kamu tarafından karşılanmasını gerektirmektedir. Dahası çocuklar 18 yaşın üzerinde olsalar bile eğer eğitimlerini sürdürüyorlarsa, bu süre bitene kadar yine "sağlıkla ilgili gereksinimlerini ve buna yönelik verilen hizmetlerin bedeli" devletçe karşılanacaktır.
Yani "sağlıkları" bakımından çocuklar 18 yaşlarına kadar "mutlak", bu yaştan sonra da belirli koşullar çerçevesinde devletin koruması altındadır.
Bunu destekleyen ve aynı doğrultuda düzenleyen başka bir hukuksal düzenleme "Hasta Hakları Yönetmeliği"ndedir. Yönetmeliğin "Küçüğün veya Mahcurun Tıbbi Müdahaleye İştiraki" konulu 26. Maddesi "Kanuni temsilcinin muvafakatinin gerektiği ve yeterli olduğu hallerde dahi, mümkün olduğu ölçüde küçük veya mahcur olan hastanın dinlenmesi suretiyle tıbbi müdahaleye iştiraki sağlanır" demektedir. Yani çocuğun kararları, istekleri ve beklentileri dikkate alınmakta ve korunmaktadır.
Oysa ulusal mevzuatta örneğin Medeni Kanun'un "Erginlik"(Eski:Reşit olma, rüşt) başlıklı 11. maddesine baktığımızda ise bir çelişkiyle karşılaşılmaktadır. Bu maddeye göre "Erginlik on sekiz yaşın doldurulmasıyla başlamaktadır."Ama maddenin ikinci paragrafında "Evlenme kişiyi ergin kılar" denilmekte ve sonrasındaki "Ergin kılınma" başlıklı 12. Maddede ise "On beş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabilir" hükmü getirilmektedir.
Aynı yasanın evlenme konusunu düzenleyen bölümde "Evlenme Ehliyetinin koşulları" arasında "Yaş" başlığıyla belirtilen 124. maddesinde de bu kez "evlilik" durumuyla ilgili olarak "Erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez" demek suretiyle yaş bakımından "ehil olma hali" on yediye indirilmektedir.
Bu hükme göre henüz "çocuk" sayılan ama on yedi yaşını doldurmuş olan kişiler, "evlilik" konusunda tam olarak yasal ehliyete sahiptirler. Dolayısıyla evlilik içinde söz konusu olan ve yaşanan her türlü hak, yetki ve sorumlulukların da muhatabı durumundadırlar.
Bu maddenin getirdiği genel hükmün dışında "bazı özel ve belirli ayrıcalıklı" durumlar da vardır ve maddeye eklenmiştir. Buna göre hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilmektedir.
Dahası bu durumu kesinleştirmek için aranan koşullardan birisi olan karardan önce ana ve baba veya vasiye danışma durumu ise "Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir" denilerek, olsa da olur olmasa da olur biçiminde dikkate alınmaktadır.
Bunlardan yola çıkarak söylemek istediğim şudur: Aslında mevcut düzenlemeler "belirli koşullar ve usuller" yerine getirilirse "16 yaşını tamamlamış" herkesi "etken ya da edilgen cinsellikle ilgili edimler" bakımından "ehil" saymaktadır.
Bu noktada Türk Ceza Kanunu'na baktığımızda ise başka bir durumla karşılaşıyoruz. Yasanın "Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar"ı ele alan altıncı bölümde yer alan "Çocukların cinsel istismarı" başlıklı 103. maddede "Çocuğun Cinsel İstismar"ının tanımı "On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışlar" şeklinde belirtilmiştir.
Bu durumda örneğin "cinsel istismar" konusunda "çocukluk yaşı" biraz daha geriye çekilmektedir. Buna göre "çocuk" nitelemesi içinde bulunabilmek, devletin "doğal ve zorunlu" koruması altında olmak için "on beş yaş" sınır olmuştur.
Aynı maddenin devamında "cinsel istismar"ın tanımı "diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar" şeklinde biraz daha genişletilmekte veya bakış açısına göre daraltılmaktadır.
Çünkü on beş yaşın tamamlanmasından on sekiz yaşın tamamlanmasına kadar geçecek "üç yıllık" süre içinde "cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden" olmaksızın yapılacak cinsel fiiller halinde herhangi bir "yasal koruma" söz konusu değildir. Çünkü bunlar "cinsel istismar" değildir.
Aslında Türkiye'de (ve bazı başka ülkelerde de) "evlilik" konusunda bu düzenlemelerin ötesinde de yasal düzenlemelerde yer almayan veya açıkça yasal düzenlemelere aykırı olmakla birlikte "meşru" veya "olağan" kabul edilen başka somut durumlar olduğu da unutulmamalıdır.
Örneğin "dini nikahla yapılmış küçük (çocuk) yaşta evlilikler, berdel, küçük yaşta (nikahsız) kuma gitme, küçük yaştayken ağabeyin veya başka bir büyük akrabanın eşiyle (aile içi) evlenme, evlilik dışı (nesebi belirsiz) çocuk doğurma, akrabalar arası veya aile içi cinsel ilişki (ensest) veya istismar" gibi durumlar bunlar arasında sayılabilir.
Yine okul, yetiştirme yurdu, askerlik vb. çeşitli toplu yaşanan ortamlarda "herkes tarafından varlığı bilindiği halde şikayet edilmediği sürece" ortaya çıkarılmayan ve dahası bazen "makul" görülen hatta "savunulan" ama aslında "cinsel istismar" kapsamında değerlendirilebilecek durumlar söz konusudur.
Yine "sanat kültür alanıyla", medya başta olmak üzere "çeşitli kişi ve kurumlar" gençler ve hatta çocuklar arasında yaşanan "cinsel"likleri doğrudan değilse bile dolaylı olarak "masum ve makul" sayan sergilemelerde de bulunulabilmektedirler. Ticari olarak "serbest bırakılan pornografi" ve "seks turizmi" hatta "kontrol altında -denetimli- fuhuş" da bunlar arasındadır.(MS/EÜ)
* Sürecek
(1) Türkiye, sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamıştır. İmza sürecinde Türkiye, Sözleşmenin azınlık grubu", "yerli ahali" ifadesini taşıyan 17., 29 ve 30.maddelerine Anayasa ve Lozan Anlaşması hükümlerine atıf yaparak çekince koyarak belgeyi imzalamış ve Ocak 1995'de de T.B.M.M. de onaylarken de konulmuş olan çekinceler korunmuştur.Çekince sürülen bu maddelerde, etnik azınlık" ve 'yerli halk' dan olan çocukların konuşma dillerini, televizyon ve radyo gibi kitle iletişimi araçları ile okullarda kullanmaları öngörülmüştür.