Buna göre daha önce açıkladığımız "çocukluk" dönemindeki sorumluluklara ilişkin düzenleme, "suç sayılacak bir fiilde bulunulduğu takdirde verilecek cezaya maruz kalma" bağlamında bu kez yaş 12'ye çekilmek suretiyle uygulamaya konulmaktadır.
Maddenin 2. fıkrasında "işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını" anlayamayacak durumda olan çocuklar için ise yaş bu kez 15 olarak belirlenmektedir.
Aynı fıkrada verilecek cezaların sınırları da çizilmekte, örneğin "müebbet hapis" cezası için süre 9-12 yıl arasında belirlenmektedir. 15-18 yaş arasındaki çocuklarda ise bu süre ağırlaştırılmış müebbet hapis için 14-20 yıla kadar uzayabilmektedir.
TCK'da bu bölümün diğer maddelerinde "akıl hastalığı hali", "sağır dilsizlik" ve "alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olanlar" için farklı ceza süreleri öngörülmektedir.
Bu maddeleri sıralarken amacım "çocuk kavramına" TCK açısından da çeşitli hükümlerde farklı farklı bakılabildiğini göstermektir.
* * *
Herhangi bir hukuki süreçte yapılan değerlendirmelerden birisi de "bir işi yapabilecek durumda olmak" yani "ehliyet/ehliyete sahip olmak" konusunda getirilen bazı düzenlemelerdir. Bununla ilgili olarak yasalar; "hak ehliyeti", "fiil ehliyeti", "hukuki muamele ehliyeti" şeklinde üç farklı "ehliyet düzenlemesinden" söz etmektedir.
Hak ehliyetinde esas olarak çocuk ve büyük arasında bir ayrım yoktur. Herkes temel haklar bakımından insan olarak eşit kabul edilir. Ancak bazı özel haklar -seçme, seçilme hakkı gibi- için özel düzenlemeler yapılmıştır.
"Fiil ehliyeti" ise kural olarak çocuk ve büyüğü ayırmaktadır. Buna göre "kazai -yani alınan mahkeme kararıyla reşit sayılma durumu, rüşt" için en alt sınır 15'tir.
"Hukuki muamele ehliyeti"nde ise farklı konular ve durumlar için değişik düzenlemeler getirilmiştir.
Bu yaklaşım da bize "çocuklarla" ilgili olarak konusuna, durumuna ve koşuluna özel bazı düzenlemelerin yapılabildiğini göstermektedir.
* * *
Cinsellik, cinsel edimler, taciz ve tecavüzle ilgili konularda da gerek TCK, gerekse Medeni Kanun gibi değişik mevzuatta çok farklı düzenlemeler ve durumların söz konusu olabileceği açıktır.
Geçen hafta evlilikle ilgili düzenlemeler ve TCK'daki "Çocuk istismarı"ndan söz ederken buna ilişkin bazı farklılıklardan söz etmiştik.
Yine TCK'nın 6. bölümünde yer alan "cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar" başlıklı bölümde yer alan "cinsel saldırı"yı düzenleyen 102. maddenin 1. fıkrasında erişkinler için, "Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" denilerek, bu fiilin suç oluşturması "mağdurun şikayeti üzerine" gündeme getirilmekte ve buna göre cezalandırılmaktadır.
Başka bir deyişle erişkin kişilerin cinsel davranışlarında TCK açısından şikayet söz konusu değilse "bir serbestlik olduğu" düşünülebilir.
Ancak geçen hafta da belirttiğimiz gibi bu maddedeki düzenleme 15 yaşın altındakiler için "mağrurun şikayeti koşulu" aramamaktadır. Dolayısıyla TCK çocuklara yönelik "cinsel davranışları" yasaklamaktadır. Aynı maddenin diğer fıkralarında cinsel saldırının uygulanmasına ilişkin ayrıntı düzeyinde bazı düzenlemeler mevcuttur.
Bir sonraki 103. maddede de benzer biçimde "cinsel istismarın" nasıl ve ne şekilde yapıldığına bakılarak bazı özel düzenlemeler getirilmiştir.
Oysa TCK'nın Yedinci bölümündeki "Genel Ahlaka karşı suçlar" başlıklı bölümde ise "hayasızca hareketler", "müstehcenlik", "fuhuş" konularında da suçlara ve cezalandırılmasına ilişkin çeşitli özel ve çok ayrıntılı düzenlemeler mevcuttur.
Ancak bu maddelerde suç oluşturan durumların çoğunlukla "çocuklar ve çocuklara yönelik olan" fiiller" ve "zorlamada" bulunulup bulunulmaması olduğu görülmektedir.
* * *
Bu ayrıntılı ve yer yer birbirleriyle çelişen yasal düzenlemeler çerçevesinde "çocukların birbirleriyle ve erişkinlerin çocuklarla olan cinsel ilişki ve istismarları" değerlendirildiğinde ortaya çıkan gerçek şudur:
* Yaşanan örnek ve durum, onu oluşturan koşullar ve uygulamanın kendisi bu düzenlemeler ancak çok iyi bilinmesi durumunda ve doğru bir değerlendirmeyle anlaşılabilir.
* Doğru karar ancak bu bilgilerin mevcudiyetinde verilebilir. Doğal olarak bu hukukun konusudur ve bağımsız mahkemelerle belirlenebilmektedir.
* Dolayısıyla "dışarıdan, genel olarak, alışkanlıklarla ve daha da kötüsü yönlendirmelerle yapılan değerlendirmeler" doğru sonuçlar vermeyebilir.
* * *
Şimdi bir de bu konunun "medya"da gündeme getirilmesine ilişkin düzenlemelere bakalım: 5680 sayılı Basın Kanunu'nun 33. Maddesi; "(Değişik: 11/5/1988 - 3445/9. md.) 1. Kanunen evlenmeleri men edilmiş kimseler arasındaki cinsi münasebetlere dair haber veya yazıların,
2. Türk Ceza Kanunu(Eski)'nun 414, 415, 416, 421, 423,429,430,435,436,440,441 ve 442 nci maddelerinde yazılı cürümlere müteallik haber veya yazıların yayınlanması halinde mağdurların hüviyetlerini açıklayan malumat veya resimlerin,
3. 18 yaşını doldurmamış olan suç fail ve mağdurlarının hüviyetlerini açıklayan malumat veya resimlerin" yayınını yasaklamakta ve bu yasağa aykırı hareket edenlerin "üç aya kadar hapis ve on milyon liradan otuz milyon liraya kadar ağır para cezası" ile cezalandırılacağına hükmetmektedir.
Yeni TCK'nın "Müstehcenlik" başlıklı 226. Maddesinin 2. fıkrasında da ayrıca "Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi altı aydan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır." denilmektedir.
Başka bir deyişle cinselliğin bir çok anlam, biçim ve yöntemle ve "medya aracılığıyla sergilenişi" genel olarak yasaklanmış durumdadır. Oysa gündelik yaşam gerçekliğinin bunlarla örtüşmediğine hemen herkes tanık olmaktadır.
* * *
Şimdi bu konuyu bağlarken bu yazıyı yazma amacımıza dönecek olursak; "medyada cinsellikle ilgili davranışlar, özellikle de çocuklara yönelik sergilemeler konusunda sorulması gereken ilk ve en önemli sorular şunlardır:
* Medya -Nesin Vakfı'yla ilgili örnekte söz edildiği gibi bazı özel kişilerin özel amaçları bir yana bırakılırsa- bir 'taciz, tecavüz veya gönüllü ama yasa dışı -örneğin evli olmama hali- bir cinselliği yaşama olgusunu neden ya da ne amaçla haber yapar?
* Bunun kamunun haber alma hak ve özgürlüğüyle veya kamu çıkarıyla bağlantısı nedir?
* Bu tür sergilemeler gerekli midir?
* Eğer bu tür olayları bir "haber" şeklinde kamuoyuna duyurmak bir görev, ya da zorunluluk veya kamu çıkarı bakımından bir yararı olan durum ise bu haberler nasıl verilmeli ve sergilemeler ne şekilde yapılmalıdır?
Ne yazık ki bu soruların, net, herkes tarafından kabul edilen, üzerinde birleşilmiş ve dahası uygulamada gözetilmiş ve "davranış biçimi haline gelmiş" yanıtları yoktur.
Bu saptamayı yapınca, ister istemez, bu tür haberlerle ilgili olarak; gerek kişi ve özel olarak da "çocuk" haklarına ve özgürlüklerine, gerek adalet duygusuna, gerekse bir hukuk devleti içinde bulunma talebine uygunluğunun söz konusu olmadığı düşünülebilmektedir. Çünkü sergilemeler söz konusu örnekte olduğu gibi burada haklarında iddiada bulunulan kişiler dahil, mağdurların ve hatta kamunun da "temel bazı haklarını" ihlâl etmektedir.
Bu tür haberlerin öncelikle kamuyu uyararak ve bir tür denetim işlevini yerine getirerek "bu tür olayları önleyici" bir etkisi bulunmadığı ortadadır.
Diğer yandan kişileri bazen de onların yakınlarını, yaşadıkları mağduriyetin ötesinde bir de "afişe" ederek bir kez daha mağdur etmekte, dahası bu kişiler, yerleşik gelenekler ve alışkanlıklar ile toplumun ve yakın çevresinin gözünde "kirlenmiş" görülmekte ve en hafifinden dışlanmalara maruz kalmaktadırlar.
Bunların yanında henüz haklarında bağımsız mahkemeler tarafından bir karar verilmeden haklarında bu yönde bir iddiada bulunulan kişiler de teşhir edilerek bazen "ölümlerine" kadar varan süreçleri yaşamalarına neden olunmaktadır.
Bunların sonucunda "özel yaşamın gizliliği" ve "cinsel özgürlükler" konusunda, hiç de gerekli ve haklı olmaksızın, bir "toplumsal kontrol" yaratılarak, toplumun "tutuculaşması" pekiştirilmektedir.
Bu tür örneklerin medya yoluyla ve sıkça sergilenmesi "toplumun bu anlamdaki duyarlık eşiğini de çoğu zamanda olumsuz yönde etkilemektedir.
Bir yandan "aşırı bir tutuculuk ve korumaya" dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin ihlâline yol açmakta, diğer yandan da "örneklerin çokluğu", kimileri için özendirici hatta bazen de "pornografik haz"a ulaşmayı sağlayan bir unsur haline gelmektedir.
* * *
Sonuç olarak kanımca bizim gibi ülkelerde gerek "cinsellik"le gerekse cinselliğin "bir unsur" olarak kullanıldığı, geniş kitlelere yönelik haber ve sergilemelerde, bir yandan "toplumun bu konudaki eğitimi"ni ve bilinçlenmesini sağlayacak bir yaklaşım olmalı, toplumun ve bireylerin doğru tutum ve alışkanlıkların oluşması için gayret sarf edilmelidir.
Her özgün olay ve örnekte olayın tüm boyutları doğru değerlendirilerek, eğer bunun gerçekten bir haber değeri varsa, ancak o koşulda; tüm tarafların hak ve özgürlüklerinin olumsuz etkilenmemesini sağlayacak tarzda bir haber ve bilgilendirme sağlanmalıdır.
"Medya"nın bu konuda "ortak değerleri ve özel bir dili" olmalı ortak ve benzer bir tavır söz konusu olmalıdır. Bu tür haberler hem yetkililer, hem yargı, hem kamuoyu hem de gazeteciliğin olağan denetim ve izleme mekanizmaları ile yakından izlenmelidir.
Nesin Vakfı'nda yaşandığı iddia edilen olaylarla ilgili varılan noktayı herkes doğru değerlendirmeli ve doğru tutum ve davranışı ortaya koyacak dersler çıkarılmalıdır.(MS/EÜ)